- 445 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
mavi yiyen kırmızılıklar
Her şey maviydi ilk başta ve o kirli sakallarını yüzüme sürüp, kulağımla ensem arasında bir yerden ıslak ıslak öpüvermişti. Bağırsakları kokuyordu.
-Son zamanlarda iyi besleniyor musun?
-Bazen. Bazen aç kalınca, bahçeye çıkıyorum. Her zaman etli yemek olmuyor. Ben de toprağı eşeliyorum. Solucan çıkartıyorum genellikle, bazen de atlıkarınca yuvalarını buldum mu seviniyorum. Solucanların tadı tuzu yok, ama atlıkarıncanın tadı çok güzel.
-Seni dövmüyorlar değil mi?
-Yok, beni dövmüyorlar, ama birkaç kez pantolonumu zorla çıkardılar. Ne yapıyorlardı, anlamadım ama güzel oluyordu önlerindeki sallanan şeyi ısırmak. Sonra benim kafama poşet geçirip, bütün gece bir odada bırakıyorlar. O önlerinden sallananlar büyük solucan biliyor musun? Bende de var. Sen de var mı?
-Hı hı, var kardeşim.
Suat’ın mavi gözlerine bakamıyordum. Mavi’den nefret ediyordum. Mavi’den, Ege’den ve bana balıkları hatırlatan denizden. Biraz da İstanbul’dan…
Birkaç senedir Darülaceze’de kalıyordu. Kimsesiz kaldığı o günden beri, ayda bir defa onu ziyaret etmeye çalışıyordum.
Neden delirmişti, ne olmuştu da bu hale gelmişti? Hiç kimse bilmek istemez sanırım. İhtilal yılları, deli Suat garip annesinden başka kimin aklına geliyordu ki?
Annesi bakıyordu ona, lisede okurken en çalışkanımız olan Suat’a! Son zamanlarında rahmetli de deli olunca, Suat’ı Darülaceze’ye kaldırmışlardı.
Kaç insan hayatında bir doktorun çaresiz kaldığı için ağladığına şahit olmuştur?
Şanslı mıydım gerçekten de bilmiyorum. Suat’ı dinlenme salonuna bıraktıktan sonra, binadan çıkmadan doktorla görüşmek için sandalyeye oturup, sigaramı yakmıştım.
Sigara tuzlu ağzımın içinde tatsız bir solucan gibi eriyordu. İzmaritini kasımpatı çiçeğinin toprağına gömerken, uzun bir cıza eşlik etti yüreğim.
-Deli değil.
-Biliyorum değil, ama…
-Size ne anlatıyor? Tanıyor değil mi sizi adamakıllı?
-Tanıyor Doktor Bey, ama yeni alışkanlıkları pek farklı.
-Kaç kez çakmakla solucanları pişirdiğine şahit oldum.
-Çakmağı nereden buluyor ki?
Hayatımın en saçma sorusunu sorduğumdan dolayı kendimden utanıyordum. ‘Çakmağı nereden buluyor ki?’
-Aslında zarar vermiyor vücuduna…
-Vermiyor mu? Bağırsakları kokuyor Doktor! Siz burada ne başısınız?
-Burası Sinir hastalıkları hastanesi değil, yanlış anlamayın, düşkünler için, kimsesizler için…
-Sevk edin. Lanet olası bürokrasi, sevk edemiyor musunuz?
-Almıyorlar. Boş yerleri yokmuş.
-Siz de buna inanıyorsunuz değil mi Doktor?
-Hayır, gerçekten dolu. İhtilal günleri bu ülkede kolay mı geçti sanıyorsunuz? Biz çoğu zaman şanslı atfediyoruz kendimizi. Buraya en azından düşkünler gönderiliyor. Çocuklar, yaşlılar, kimsesizler…
-Neyse, neyse siz daha iyi bilirsiniz, ama ben de araştıracağım. O benim en yakın arkadaşımdı. En yakın dostum…
-Hâlâ bilmiyorum nasıl bu hale geldi Suat.
-Bilmenize gerek de yok zaten.
-Geçmişinde neler var, neden?
-Anlatamam.
Sigarayı uzatırken bana doğru, şikâyet ediyordu son sigara zamlarından. Devlet elli bin lira zam yaptığı için sigaraya, eskisi gibi rahat rahat hastalara sigarada vermiyorlarmış.
-Suat farklı ama. Tuvaletini yapabilmesine şaşırıyorum.
-Gelişme değil bu?
-Evet, aslında gelişme.
-Doktor Bey, sinirlendim. Kusuruma bakmayınız. Dayanamıyorum bazen. Bir isteğiniz, arzunuz var mı bizden?
-Siz ithalat işiyle mi uğraşıyordunuz?
-Evet. Telefon getiriyordum Japonya’dan. Telesekreterli telefon. Türkiye’de bir ilkti zamanında ben getirdiğimde.
-Peki, sizden bir ricam olsa?
-Söyleyiniz Doktor.
-Bez de getirtebilir misiniz?
-Bez derken, anlamadım?
-Hasta bezi. Hani çocuklar için kullanıyorlar ya kadınlar. Onların büyükler için olanlarından. Kırk ve doksan kilo arası.
-Nasıl, yani bilemiyorum.
-İthalatı bilen sizsiniz. Yapabileceğinize inanıyorum.
-Deneyeceğim.
-Hem siz de satışını yaparsınız burada. Bizim için de… Döner sermayeden bir kısmını ödeyebiliriz. Yüzde altmış, yetmiş gibi. Gerisini de hayrına siz vermiş olursunuz.
-Peki, deneyeceğim.
-Bir de sigara.
-Sigara mı?
-Evet, sigara. Özellikle Amerikan sigarası. Ne kadar bulabilirseniz getirin. Onun parasını ben vereceğim, kendi maaşımdan.
-Ne alaka sigara?
-Siz burada benim nasıl ayakta durduğumu bilmiyorsunuz. Psikiyatrik bir hastayım ben. Şu beyaz önlük, masa; doktor olmak kolay mı burada? Hiç değil!
Uzattığı Samsun paketinden bir tane daha sigarayı parmaklarımın arasına aldığımda, bu sigaranın ateşiyle dünyadaki tüm canlıları yakabileceğimi hayal ettim. Suat gibi. Tüm varlığı yakıp, közlerini yemek istiyordum.
Elimde hâlâ Suat’ın ensemi öpüşünden sonra silişimden kalma ağız kokusu vardı. Toprağa bakamıyordum. Yukarı bırakmayı çoktandır bırakmıştım zaten. Mavi’den nefret ediyordum. Mavi gözleriyle bana bakan her insan, bana Suat’ı hatırlatıyordu. Tiksiniyordum.
Yolda yürürken, sahille göz göze gelmemeye çalışıyordum. Hiçbir şeyi özleyemediğim o an
itibariyle, arkadan saçlarımı okşayan elin benim, kendi elim olduğunu anlamıştım. Yalnızdım. Ne kadar nefret etmiş olsam da kendisinden, içinde yaşayan balıklardan yemek için seyyar tezgâha doğru yaklaşıverdim. Zabıtaya haraç verdiği balığı pişirirken ki özgüveninden belli olan balıkçı, buz mavisi ince bir kağıda sararken ekmeği, gözlerim maviye inanmaksızın ve sevmeksizin, bakıyordum uzaklara, ufka doğru.
Ancak bir gemi kornası kurtarabilirdi beni bu rezaletten. Mavinin beni oyuna getireceğini hiç düşünememiştim. Balığın kılçıkları saplanırken damağıma, maviye kan tükürüyordum.
Suat akıllı olsa, o da benim gibi yapacaktı büyük ihtimal ve nefretini denize kan tükürerek yok etmeye çalışacaktı.
Seviyordum kırmızıyı artık. Ondan başkasını düşünemiyordum.
-son-
YORUMLAR
Okudukça talebelik yılları aklıma geldi. Kaldığım yurttta yanıma gelip "abi benim hakkımda konuşuyorlar,ben duyuyorum" diyen tıp fakültesi öğrencisinin bir yıl sonra yurt binasının üst katından atlayıp intihar ettiği haberiyle ağladığım gün "Keşke yurttan ayrılmasaydım" diye hayıflandığımı anımsadım.
Bende oluyor bu haller.Okuduğum bir yazı ne anlatırsa anlatsın ben başka alemlere ,hayallere ,anılara gömülüp alıyorum.
Trabzon'a giden bir yolcu otobusüyle Adana'ya doğru yol almak gibi..
Selam ve muhabbetle...