- 2645 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BEYİNSİZ KELLE
BEYİNSİZ KELLE
Yahu dostlarım, oturup koltuğuma kendimi şöyle iyice bir sentez ettim de, öyle eksiklerim var ki, sanırım bu yüzden aklım pek çok şeye ermiyor.
Bıldırcın yumurtası kadar bir beyin, soğan cücüğü kadar omurilikle ben neyi, nasıl yorumlayabilirim ki?.. Merhametinize sığınıyorum.
Dünyanın en kalkınmış, en zengin ülkelerinin bir numaralı üretimi çeliktir. Bir zamanlar Çin’de demir yumruğuyla yıllarca baskı kuran bir lider vardı. Mao Che Tung. En büyük çelik üreticisi Amerika’yı geçebilmek uğruna fuzuli demir kullanımını yasaklamıştı. Halkını bu konuda fedakarlığa davet etti. Tabii baskıyla.
Ne kadar demir varsa başında durarak onlarla çelik ruloları, kütükleri oluşturdu.Bu uğurda her demir parçasından istifade edildi. Çatal ve kaşıklardan tutun da, evcil kuş kafeslerine kadar. Çiviler bile icabında ağır olmalıydı.
Bu baskın felsefenin ana teması dünyanın en önemli çelik üreticisi olabilmekti. Evet, Mao’nun bu hayali daha sonra Çin’i bir numaralı üretici yaptı. Bugün Çin o malın ancak adi bir taklidini yapabilir. Ama bir gün en kaliteli malları üreterek dünya pazarında iyi bir yer edinecek.
İki yolun, yani gidiş ve dönüş yollarının ortasında demir bir ayırım gözüme çarpıyor, rahatsız oluyorum. Her park, her site, her yol demirlerle ayrılıyor. Şimdi bir de onların çevresine sarı sarı sivri oklar takılıyor. Sanki girsin lan o sarı oklar senin … der gibi…
Sanılanın aksine onlar şehrin güzelliği değil. Böyle masallar anlatacağınıza gereksiz demir sarfından kaçının da, herkesin yararına olacak kullanım alanları yaratın. Yoksa insan evrimine ne lüzum kalır, değil mi ama? Birkaç yıl sonra pas tutup aslı olan toprağa yavaş da olsa dönüşecek nasılsa. O demirler araç yapımında, demiryolu inşasında, milli savunma amaçlı kullanılmalı bana kalırsa.
Şu, ormanları tellerle çevirme hastalığına ne dersiniz?
Yangınları önlemenin yolu örgüler midir? Molotofu ormana atacak zihniyet tel örgü tanır mı hiç? Bence insanlığın cayır cayır yanmasını setretmektense, büyük yolları kenarlarından ellişer metre temizlemek suretiyle duvarlarla çevirmek daha evladır. Elbette bu yöntem de sadece yangını bölmeye yarar. Yeterli gibi görünmese bile, üç kere yangın söndürmeye gidip kurtarma ekibinden altı kişinin ölümüne seyirci olmak zorunda kalan biri olarak yine de bir çözüm önerisi olarak görüyorum işin doğrusu.
Yabancılara sattığımız çimento fabrikalarından borçla aldığımız betonu kaldırımlara döküyoruz, dövizlerle karıştırarak ve ben bunu anlamıyorum. Her yıl yenilenen, yenilenirken de insana eziyet çektiren ve sonunda birkaç yandaş müteahhidi zengin eden bu çürük uygulamayı anlayan varsa beri gelsin.
Bir pancar üreticisi olan koca Türkiye’de niçin pancar ekimi hatalı yapılır ve aptal gibi Brezilya’dan şeker kamışı ithal ederiz? Tatlımız, çikolatamız, içeceklerimiz neden bu rezil şekerle yapılır da, tadı kaçar?
Ya hayvancılığımıza ne demeli?
Sen gel, canlı hayvan üreteme! Bize de dışarıdan getirttiğin yaban öküzlerinden imal ettiğin sucuk, pastırma, salam yedir. Etin lezzeti de giderek tıpkı tavukta olduğu gibi azalıyor. Memlekette mera bile kalmadı. İthal otlarla hayvancılık nereye kadar gider, bilemem. Benim tek bildiğim, insanın köpek dişlerine sahip yarı etçil bir varlık olduğudur. Yani et yemelidir. Aynı gün üç buçuk milyon hayvanı keser, etini de acemi ellerde rezil edersen, işte böyle Avrupa’nın en az et yiyen milleti olursun. Dinin bu şartına beş yıl erteleme getirsek, dinsiz mi oluruz?
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Marmara gibi koca bir havuzu da var. Her yıl göç zamanı milyonlarca balık Karadeniz’den Akdeniz’e geçiyor, sen seyrediyorsun. Oysa Çanakkale Boğazı’nın sığ sularında foto sentezlerle, yani sürüler geldiğinde yanan ışıklarla geçişi bozarak balığın Marmara’da kalması sağlanabilir. Küçücük kırlangıçları, henüz çinekop bile olamamış lüferleri avlıyorsunuz. Trole müsaade ederek denizin dibini, üreme alanlarını bozuyorsunuz. Sadece hamsi yemekle bu iş olmaz. Lüfer de yemeli insanlarım. Tabi, işçi yevmiyesi 25 lirayken lüferin adeti 40 lira olmazsa. Balık fakirin yemeğidir beyler, sosyete masalarının lüksü değil.
Şehirde mi yaşamak gerek, köyde mi?
Diğer devletler nüfusunun yüzde 65’ini köyde, yüzde 35’ini şehirde yaşatmaya çalışıyor. Bizse yüzde 75’ini şehirlere, üretimden yoksun yüzde 25’ini köylere yerleştiriyoruz. Yabancılarda köy ve kasaba hayatı mutluluk veren üretim ve refahla donatılmış. Yani, oradaki adam köydeki hayatını bırakırsa, belki de şehirde mutlu olamayacağını düşünüyor. Çünkü her imkan elinin altında.Her türlü araç,makine,cins atlar, cins inekler,eğlence, bol yiyecek ve temiz hava.
Peki, şehre gelen üretimle alakası bulunmayan zümre iş bulabiliyor mu? Nasıl bulsun, sanayi diye bir şey kalmamışken. Kapıcılık hariç tabi.
Hiç utanmıyor muyuz, her şeyi yıkmadan satın almaya?Tarım Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı denilen kurumlar, ziraat mühendisleri, makine mühendisleri, teknisyenler bu ülkede ne işe yarar? Devlet üretme çiftliklerini ucuz ucuza sattık. Peki, binlerce metrekare üzerinde üremesi gereken hayvan,tahıl veya meyve ne olacak? Her seferinde ithalat diye bir de var mı diye düşüneceğiz? Kendi özümüzle yetinip dövizimizi imal edemediğimiz ilaç ve makine parçaları için, borçlarımızı ödemek için ayırsak nasıl olur?
Ya, şu öğretime ne demeli?
Çocuklara zaten hiçbir eğitim veremiyoruz. Doksan, yüz kişilik sınıflar var. Mecburi kesintisiz süreyi de üçe böldük. Üçün biri başlangıç, sonu imam hatip. Her ile marifet gibi üniversiteler açılıyor. Ne hocası, ne binası var. Bunlara inanarak taktir eden yobaz sırıtışları tebrik ederim.Dünyanın en eğitim veremeyen ülkeleri arasındayız. Hala ders kitaplarından Atatürk’ün isminin çıkartılmasına çalışıyorsunuz. Milli Eğitimin başına Falih Rıfkı Atay, Hasan Âli Yücel gibi gerçek zekalıyalın ve aydın insanlar gelmeli. Akıllı, tarafsız bir şûra eğştim konusunu ele almalı. Arının sindirim sistemini ezbere çizsen ne olacak, sen bana arıdan bal almayı öğret,muhterem.
Bu memlekette hiç mi mimar yetişmedi, acaba?
Yoksa her yere at … gibi gökdelenler dikmeyi marifet sayan müteahhitlerin kucağına mı oturduk milletçe? Bu insafsız herifleri Avrupa, Amerika şehirlerini gezdirerek yontmak gerek belki de.Gerçekten de yasaklarla dolu yok edici bu zihniyetle uğraştığımız yeter.
Ne güzel ki, tarih kokan medeniyetlerin fışkırdığı topraklar üzerindeyiz. Peki, biz ne yapıyoruz değerlerimizi korumak, genç nesillere açmak,aktarmak yerine? Eserlerin memesini, pipisini müstehcen bulup imha ettin de dindar mı oldun? Yunanistan’da bir Patnos adası var. Orada ilk Hıristiyanların inşa ettiği bir kilise bulunur. Oraya gidenler şu tabelayla karşılanır: “ Bu eserin orijinali barbar Türkler tarafından talan edilmiştir.” Bize bu olumsuzluğu yaşatan zihniyete yazıklar olsun!
Ne zevksiz ve ne fuzuli harcamalar var.
Ağaçların iki yanına çiçekler ekip sadece on beş gün sürecek güzellikler yarattım, diye övüneceğinize kirli atıklardan, briket ve tuğla yığınlarından oluşan gecekondulara, o kara örtülülere el atın. Çamlıca’ya dikeceğiniz camii, Sultan Ahmet Camii’den daha mı güzel olacak?
Türkiye’de 1500 civarında hastane ve 8700 civarında doktor var.
Bu rakamlar gelişmiş bir ülkenin nüfusuna oranla çok gülünçtür. Sağlık, özel hastanelerde astronomik rakamlarla, katkı paylarıyla, fuzuli testler ve boş araştırmalarla devletten para sızdırma, devleti soyma haline gelmiştir. Devlet güvencesinde sağlığınız için para harcar, kırık kolunuzun fizik tedavisini on beş günde bitirmeye çalışırsınız. Halbuki, tedavi daha bir buçuk ay devam etmelidir.
Öyleyse bu kısıtlama nedir? Ya kanser hastaları, kalp hastaları ne yapmalı?
Bir çözüm önerim var: ‘ ‘ filminde olduğu gibi ağır hastaları tek bir iğneyle bu rezil dünyadan kurtarmalı. Hem devlet kurtulur, hem de yakınları. Off, neler söyletiyor, bu rezil düzen. Allah korusun, Allah onulmaz dert vermesin.
Sürekli üreyen bir ulusun genç nüfusu olması çok normaldir. Ama nüfus arttıkça aynı ada üzerinde yaşayanlara düşen metrekare azalacağı gibi üretilen yiyeceki kullanılacak araç, konut yetersiz olacaktır. Nüfusun kalabalığı iyi ve güçlü bir yaşam sunacak olsa, Fransızların aptal olması gerekir.
Sonra bugün genç olanlar hep genç mi kalacak? Yoksa sürekli genç yetiştirip, Amerika’nın askeri, Avrupa’nın işçisi olarak mı boğaz tokluğuna yaşayacağız?
El oğlu emekliliğini, öğretim esnasındaki tatillerini dünyayı dolaşarak, gezip ufkunu açarak değerlendiriyor. Bizim emeklilerse, hala elektrik, doğal gaz, kira sorunlarıyla boğuşmakta. Ödeme gününden erken gelerek bankadan eve dönüş parası dilenenlere rastlıyorum. Öyleyse yurt dışına açılmak, döviz harcamak için paramız da hakkımız da yok. Bu da demektir ki, biz emeklisi köylüsüyle borç içinde talan olmuş sefil bir milletiz. Televizyonda boy gösteren bir müteahhidin görgüsüzce söylediği, Ben kazanıyorum,arkadaş. İster Ferrari alırım, ister uçak” laflarına da,onun bizi sömüren kazancına da, onu destekleyen zenginlerin takdirlerine de sövmek geliyor içimden.
Dışarıya döviz çıkartmayacaksın. İthal eti, otu almayacaksın. Norveç’in donmuiş balığını, Çikita muzu, Meksika domatesini, GDO’lu mısırı, Yunan peynirini, Rus buğdayını, Amerikan tohumunu yemeyeceksin. Fransız’ın şarabını içmeyecek, İtalyan’ın ayakkabısını, elbisesini giymeyeceksin. Binmeyeceksin Alman’ın Mercedes’ine, Audi’sine, Japon arabalarına.
Üreteceksin, dostum. Üreteceksin. Ne demek ekmediği toprağı boş tutana para vermek, ne demek tarımda yabancılar için kota kurmak, ne demek dünyanın en kaliteli çay ve fındıklarını, tütününü birkaç kişiye peşkeş çekip binlerce üreticiyi mağdur etmek. Topraksız köylü olmaz.Köylü kendisine ait toprağı devletin sağladığı olanaklarla işlemeli ve yine devletin garantisinde değerlendirmelidir. Bunu yapmazsanız, orada yetişen genç ya dağa çıkar, ya da şehirde bela olarak çıkar karşınıza.
Ya adalete ne diyorsunuz?
Hani nerede ‘Hakim Baba, Savcı ağabey’ lafları? İnsanların adalete olan güvenleri, onların yaşam teminatıdır. Sakın bunu ellerinden almayın. En büyük bozukluk bu olur. Montaigne,” Adaleti en çok onu koyanlarla, koruyanlar katleder” diyor. Bu sözü boşa çıkartın,lütfen.
Askeriye’yi düşünmeden edemiyorum.
Elbiseler, botlar, silahlar, yakalılar hatta yemekler çok güzel. Ama bir de peşinden ölümüne gidilecek komutanlar, küçük rütbeli subaylar, baba yarısı astsubaylar da var mı? Kahramanlarını polisin ortasında tutuklu halleriyle kafasına bastırılarak arabaya sokulurken gören, onları gözlerinde ilahlaştırmış gençler acaba ne düşünüyor?
Of be dostlarım, şu yazıyı bilgisayarda yazmak ne zor! Parmaklarımla aklım bir türlü uyumlu çalışmıyor, çok yavaşım. Neyse ki yazıp yolladım. Seçici kurul argo kelimelerimi müstehcen bulmazsa, belki yayınlanır. Yeniköy kalender sahiline inip, motoru kenara çektim. Boş bir bankta oturuyorum. Hava da hafiften kararmak üzere.
Deniz ne kadar sakin. Elindeki kağıt helvayı ısırırken yanaklarına tatlı bulaşan kıza, yanındaki iki arkadaşı kıkır kıkır gülüyor. Birinin de uzun saçına yapıştı helva. Ne hoş, gençliği onların kahkahalarında yeniden yakalamak. Şu ortadaki sanki Ankara’daki Ayşen’e benziyor.
YORUMLAR
inanın o kadar akıcı bir yazıydıki okumaya doyamadım keşke bu yazıyı başbakan bakanlar bütün başımızdaki koltuk sevdalıları da okusalar son derece doğru hatta eksik bile yazılanlar lâfta cennet Türkiye ama çaktırmadan içten içe kurtlaşan bir ülke haline getiriliyor yıllarca savaşlarla yenemedikleri bizleri yolladıkları hormonlu otla etle hasta ederek saman altında suyu salarak yenmek tek amaçları yemin ederimki Türkün Türkden başka dostu yok ama şimdilerde Türklerde birbirine düşman oldu adeta ...ALLAH SONUMUZU HAYR ETSİN ...demek tek duam ....yazan eller düşünen akıl hisseden yüreğinize sağlık ....inşallah bu yazıyı bir çok kişi okur ve aklına kazır ..SAYGILAR ..
destegül tarafından 2/7/2013 3:56:59 AM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Güzel eleştiriniz için çok teşekkür ederim.
Yazılacak o kadar fazla konu var ki, biraz düşünen beyinler,
hani derler ya durduğu yerde motor yaktı diye, işte o hesap
neredeyse dumura uğramamanın mücadelesini veriyor.
Görünen, bilinen bunca konuya kayıtsız kalmak,hatta hak
vermenin sapık yollarını aramak insanı olsa olsa ''Beyinsiz kelle "yapar diye düşünüyorum.
Türkün hiç bir zaman menfaat gütmeyen Türk'ü kaz ıklamayan
dostu olmamıştır.Tanrı korusun bizleri.
Saygılarımla.
kukurikuu
Çok değer verdiğim fikirlerinizi biraz geride tutmuşsunuz.Bana
yardımcı olacak eleştirilerinizi mesaj olarak atabilirseniz çok sevinirim.
Saygı ve teşekkürlerimle.
kukurikuu
''Esarette sin ''demişsiniz ya , çok doğru.
Yabancının işkencesi ayrı
içimizdeki bilinç sizlerin ki ayrı çok kötü bir esaret teyiz.
Güzel yurdumu ,insanlarımı Tanrım kurtarsın.
Teşekkür eder saygılar sunarım.
AYSE 09
rabbim ar ve yardımcımız olsun duadan başka ne gelir elden
saygımlasınız