- 1297 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Labirentler
Dünde kalmış bir göz bugünü ne kadar görebilir ki? Ardından - aynı bir etten- sökülür gibi gelen tüm suretler, çoktan bir yüzün hatlarından silinmiş olmaz mı? Artık bakışın kendi nesnesi içinde sert kirpik darbeleriyle parçalanan o duvarın görüntüsünden emin olmak da işe yaramayacaktır. Yapılacak tek şey o duvara çarpıp, kanayıncaya kadar bir bütünün parçası olmaktan öteye geçmeyecektir. Asaf için de bu böyleydi; çocukluğunun geçtiği o günleri hatırlamak şöyle dursun, sırf yaşamış olmak bile onda eksilmelere neden oluyordu; tuttuğu o anne elinde tüm vücuduna işlenen huzur anları, bir süre sonra güçsüzlüğün, acizliğin resmi haline gelecekti, tuttuğu o el ile sürüklendiği kalabalıkların ihtişamını bugün hangi sokağa girse hissedebilmesinin başka da bir açıklaması olamazdı zaten. Ya çığırından çıkmış o kitlenin nefeslerinde yanan salyalarla örülen ağlara ne olacak; istisnasız her vakit, sabahıyla, öğleniyle, akşamıyla ve de uykusu, uykusuzluğuyla tıkılıp kaldığı o coşku hangi cezanın şartlanmışlığıydı? Salt insan olmak mıydı onu o yolda yürüten, birilerini, bir şeyleri sevdiren, yoksa insan olmak adına gerçekleştirilen yalanlar mıydı? Veya korkular mıydı?
Asaf’ın tuttuğu el bir anne elinden sevdiğini düşündüğü kadın olan Yazgı’ya dönüştüğünde ona düşen tek şey, o anıya sadık kalmaktı. Bir anlığına bıraksa sanki annesi unutulacak, kendisi doğmamış olacaktı. İşte böyle dönüp baktı Yazgı’ya. Yazgı için bakışın nesnesi durumundan, görülenin öznesi olmak elbette zor bir süreçti; kırılması gereken cümleler ve üstünün örtülmesi gereken şehirler vardı. Çocukluğunun geçtiği şehirlerdi bunlar; büyümekten öte büyümeye yazgılı bir süreçti bu. Her kapının ardında ötekileşmiş, kilitlenmiş, isminde katledilmiş o ömürlerin içinde bir yarın olarak barınmaktı Yazgı’nın tanıdığı ilk yalnızlık; buna sıkı sıkıya sarıldı, o yalnızlık gerçekleştirdiği ilk eylemdi çünkü. Kimseden yardım almadan, kimseye bir şey sormadan başarmıştı bunu. Ve şimdi yanında elini tutarak ona bakan adama, Asaf’a aynı eylemi yönelttiğinde bu tekrarlanmışlık hissi onu rahatsız ediyordu. Bu yüzden de bakışını bir insan ömrüden de kısa tutmayı yeğledi. Birazdan ikisi de evlerine gittiklerinde geriye tek kalacak olanın o bakışın korkaklığı olması ihtimali Yazgı’yı bir süre rahatsız etse de evine girdiğinde kendini o çocukluğundaki huzurun içinde buldu. Ki çocukken bu denli huzurlu olduğunu bilmezdi. Bu yargıya ilerleyen yaşlarındaki huzursuzlukları ve yaraları sayesinde ulaşmıştı.
Evine giden o uzun, taşlı yolun o’nu - yani Asaf’ı- neye dönüştüreceği tam bir muammaydı; kıyametin bile âlâmetleri varken adım adım içine girdiği durumun bu denli belirsiz oluşu o’nu - yani Asaf’ı- son derece rahatsız ediyordu. Yaşanılacak bu deneyime kendince isim de bulmuştu o, yani Asaf, kesinti diyordu buna; bazen kopuş, kayboluş, bazense bilinçli olarak bayılma diyordu ama en çok da kesinti lafını kullanmayı yeğliyordu. Çünkü bu kes...kin ışığın altında simsiyah bir leke gibi parıldayan o huzurdan öte bir şey olamazdı o, yani Yazgı için. Yeniden o hissin içine girip kendine aynı hisleri devşirerek üretmek rahatsız da ediyordu onu ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Adının ona fısıldanan eyleminden öte ne olabilirdi ki bu? Daha da ötesi bu küçük es...intiler o yani Asaf için oluşumun bir başka haline dönüşüyordu; olmadığı, yaşamadığı her şey olabiliyordu bu sayede; yaşanılan bu kesintiyi de değil de kendini bir hastalık olarak tanımlaması da bu yüzdendi işte. Bulaştığı tüm ben...ler sayesinde soluk alabiliyordu o yan Yazgı. Özellikle son dönemlerde sıklaşan bu huzur belirtilerinin, onda daha önce farketmediği nice anıları da beraberinde getirmesi şaşırtıyordu onu yani Yazgı’yı. Hiç tutmadığı annesinin elini tutmak, adını bile bilmediği kim...likler onu yani Asaf’ı gittikçe mükemmelleşen bir yalnızlığa dönüştürüyordu. Onun yani Asaf için artık icap eden bu derin...likler karşısında kendini yabancı hissetmek bir yanıyla huzursuzluğu perçinliyordu. Daha da ötesi onu yani Yazgı’yı korkutuyordu. İçinde beliren bu deli...liği tüm yanlarıyla yaşayıp kendine yeni anılar alana kadar sömürmekten öte bir hal almıyordu. O’nun için artık olunabilecek tek şeydi bir başkası; cidden o başkası dünde kalmış bir ben’i anımsayabilir miydi?
Ne önemi vardı ki "ben" sonuçta bir peygamberin inkâr ettiği lanetli bir dinden öte bir şey değildi. Hem Asaf hem Yazgı için beliren bu kayboluşlar yükünden azad edilmiş tüm anıların kendi insanını seçmesinden öte bir şey de değildi zaten.
YORUMLAR
yara terbiyecisi
Vertigo
al sana bi' çırpınış daha :P
"Asaf'ı gördüm Labirenterin içinde."
ve Asaf'ı gördüm hayatın içinde... Yukardaki Asaf'ın elbisesi vardı üstünde. Biraz eskimiş veya kirlenmişti.
Önce annesini aradı, bulamayınca annesine benzettiği Yazgı'sına.
Labirent öyle karışık, öyle uzundu ki.
yara terbiyecisi
Ben simgeleri bilmem sanal alemde.D:) yaparlar bazen..Bana yaparlar -ki şiir de yazmam oralarda,ne yalan söyleyeyim-iyi bir şey gibi gelir bana.Hadi,size de bunu söyleyeyim..Olağanüstü bir şey var sizde..Bu kesin.fikrimce dedim diye değil elbette..2+2 =4 bazen 5 de olur ama o da,3.kademeye kadar gider..Siz 4 de sonsuzsunuz bence...bazı fikirler çokça da kıskanacak sizi,yolunuzun üzerinde..Bunu bilin..Sitayiş değil dediğim..Selamlar..
yara terbiyecisi
Neymiş bu Asaf mirim..(Osmanlıca gittim)Lakin,ne Asaf'mış hani..Kurtulmak lazım,bu Asaf'tan belki de. Basiliscus gibi sanki...O kadar soruyor ki ve sorguluyor ki,olur olmaz her şeyi..kafamda tam tamlar çalıyor bazen..Mitolojide,köprüden geçirdiğin ve de bir daha da sırtından indiremediğin türden biri..Onu aynaya hapsetmeli bence:))Çay Ninesi', köprüden geçerken suya çok bakılırsa kızar ve insanın başını döndürürmüş. …Yakamozlara dikkat...Yanılsamalardır onlar dalgaların üzerinde..Sadece...Ve Asaf,hiç poker masasına oturdu mu??Blöf diyebildi mi..Rest çekebildi mi??Yoksa,sadece,Asaf'a bakmakla mı geçti hayatı.Ne bileyim..Hiç tutmadığı annesinin elini tutmak, adını bile bilmediği kim...likler onu yani Asaf’ı gittikçe mükemmelleşen bir yalnızlığa dönüştürüyordu.Ne bileyim ki,neden;Asaf'ın küllerinden doğan Phoenix olmak yerine,Asaf'ı tercih ettiğini...
rezzan27
yara terbiyecisi
Bugün okuduğum -bana göre- en etkileyici çalışmalar içinde ilk ikide bu yazı. Ali Fatma'yı sevdi de alamadı tarzı öykülerden sıkılanlar ve cümleler içinde felsefe arayanlar için ideal bir adres sayfanız.
Kutluyorum. Saygılarımla.
yara terbiyecisi
Yazı ve resim bir labirente davet ediyor sanki okuyucuyu. Belli belirsiz kayboluşlar var yazının içinde. Kesintiler, okudukça başka bir boyutta kesitler sunuyor okuyana. Elinden tuttuklarımız, elimizden tutanlar, yüzler, düşünceler karmaşasında kaldım.
İnsan yazgısının elinden mi tutmalı? Yazgımız elimizden tutarken...
Karmaşa...
Tebrik ederim.
Saygılarımla.
yara terbiyecisi
yara terbiyecisi
glenay
ben de kadıncağızı uyutuyorum diye üzülüyorum..
öyle bir geçer zamanki durumları..
şimdi reklam arası ve annem geçmişte yaşadığı sıkıntıları anlatıyor,
sık sık dinlediğim:)
yara terbiyecisi
glenay
Eline gelecek hazır çayı da içmiyorsa, bitik demektir :)
yara terbiyecisi
glenay
getirdim.Annemin en sevdiği elma 1, dizi 2..
Çocukları yani bizler en son sırada varmıyız ki :)
Çayı bardağıyla yutması diziyi de yuttuğunun alâmeti :)
kolay gelsin,
çay saati bitmiştir ama:)