- 1775 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (sa) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (12)
........ devam
MEKKE’DE GELEN HÜKÜMLER (3)
Çocuklarına sahip çıkmak, onları öldürmemek, hayatlarını heder etmemek, toplumda ikinci sınıf insan saymamak önemli vurgulardır.
Allah Enam suresinin 137. Ayetinde “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!”
Yine Enam suresinin 151.ayetinde “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız”
Nahl suresinin 56-59 ayetlerinde “Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz! Onlar, kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Haşa! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de kendilerinin oluyor. Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!”
Genelde tarihi bilgilerde Arapların kız çocuklarını öldürmelerinden söz eder. Ayetlerde evlatlarını öldürmekten söz edilerek, kız çocuklardan söz etmemektedir. Meal verenler tarihi bilgilerin ışığında, ayetlerdeki çocukların karşılığına parantez içinde kız çocukları ekleyerek, ayeti yönlendirirler. Ancak Tekvir suresinin 8-9 ayetlerinde “Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda, hangi günah sebebiyle öldürüldün” denilerek, diri olarak kız çocuklarını toprağa gömenlerden de söz etmektedir. Belki buna dayanarak, meal ve tefsir verenler, çocukların öldürülmesiyle ilgili her ayeti kız olarak çeviriyorlar. Allah’ın kız olarak söz etmediğini yönlendirme ile kız olarak meal etmek yanlış olsa gerektir. Zira Allah kızlardan söz etseydi, kız derdi. Çocuklardan söz ettiğine göre, içinde kızların da oğlanların da bulunduğu çocukların öldürülmelerini gündeme getirmektedir ki, insanlar bunun üzerine düşünsünler. Öldürme fiilinin illâki can alma şeklinde olmadığı, mecazi anlamda da kullanılabileceğini düşünmek gerek.
Allah’ın ayetlerinden, ana, baba, çocuklar arasında eşitliği bozmadan, erkek kız fark etmeden, bütün çocukların aynı değerde olduğunu anlıyoruz. Tarihi bilgilerden giderek, evlatlarınızı öldürmeyin ayetlerinden sadece kız çocuklarını öldürmeyin olarak okuduğumuzda, Arapların kız çocuklarını diri, diri gömdükleri aklımıza geliyor. Marjinal olarak böyle yapanlarda olmuştur. Ancak kız çocuklarının öldürülmesi sadece toprağa canlı gömülerek olmuyordu. Ayetin anlamına sembolik anlatım olarak bakıldığında, çocukların öldürülmesi farklı anlamlarda yorumlanabilirdi. Kaldı ki, “bu topraklar üzerini sanki ölüm kaplamış” “kardeşim hiçbir hareket yok tıpkı ölüler gibiyiz” “biraz yavaş gel öldüreceksin beni” “bugün hiç halim yok ölü gibiyim” vs. deyimlerle anlatılan, ölü, ölüm kelimesinin farklı anlamlarda kültür içinde kullanıldığı görülmektedir. O nedenle, konunun gelişine, önemine binaen ölü, ölüm sözlerinin geçtiği cümlelere dikkat etmek gerekiyor.
Ailelerin çocuklarına önem vermemeleri, çocuk yaşta insanlık dışı davranışlarla karşı karşıya bırakılmaları, onların hayat içinde ölüme terk edilmeleri olarak anlaşılabilirdi. Büyüklerin sorumluluklarını üstlenmeyip, çocukları ağır işlere koşturması, çocukların hayatına kastetmeleri olarak algılanabilirdi. Nitekim günümüzde de, emek işçiliğinin, beyaz kadın, beyaz zehir ticaretinin çocukluk yaşlarına indirgenmesi, çocuk pornoları, ailelerin çocuklarını ölüme terk etmeleri olarak değerlendirilebilirdi. Batıda sanayi devriminin gerçekleşmesi ile, çocuk işçiler problemi, sendikaların, politikacıların önemli problemi olmuştur. Zira çocuklar, sanayi hareketinin içinde, ucuz işçiler olarak zenginler tarafından sürekli tercih edilmiştir. Hala sigortalama açısından ucuz maliyeti olan çocuklar, ücretlerinin az oluşuyla da, firmalar tarafında tercih edilir durumdadırlar. Bugün dünyadaki birçok ülke, çocukların çalıştırılmasıyla ilgili sürekli yasal düzenlemeler yapıyorlar. Ülkemize sanayileşme gelmeden önceki dönemlerde, esnaf kesiminde, tarlada, bağda, bahçede çalıştırılan çocukların, sosyal, yasal hakları ile, emeklerinin karşılığının verildiğinden söz edilmez. Genelde hafta harçlığı olarak ödenen ücretlerin çok düşük oluşu, çocukların hayat içinde ölüme terk edilmesi gibiydi. Hele babaların bir ustanın yanına çocuğunu yerleştirirken “eti senin, kemiği benim” demesi, ustanın çocuk üzerindeki tasarruflarını belirliyordu. Tasarrufun çapı büyüktü. Usta çocuğun eti üzerinde, dayak yoluyla istediği kadar tasarrufta bulunabilirdi. Babalar çocukların kemiklerine razıydılar. Aklıselim insanlar, bir babanın çocuğunu bu şekilde ustaya teslim etmesini, annesinin söz çıkaramamasını, ailelerin çocuklarını ölüme terk ettiklerini veya öldürdüklerini söyleyebilirdi.
Ayetteki ifadelerden, Ataerkil Arap toplumunun, çocuklarına önem vermemesi, hele kız çocuklarını hiçe saymaları olarak algılanabilir. Aslında o günün Arap toplumu incelendiğinde, Arap kadınlarının toplumdaki egemenlikleri tartışılmazdır. Hz. Hatice babasından kalan zenginlikle önemli bir kadın tüccardır. Ebu Süyfan’ın karısı Hint, kocası ve toplum üzerinde egemendir. Sümeyye örneğindeki Müslüman kadınlar, ön plana çıkarak kendilerini göstermişlerdir. Ancak buna rağmen, Araplar erkek çocuklarını tıpkı bugünkü gibi, kız çocuklarına tercih ediliyorlardı. Çocukları erkek olanlar seviniyorlardı. Bildiğiniz gibi bugün doğu toplumlarında çocuklar sayılırken, kız çocukları sayılmıyor. Mekke’de kız çocuklarına verilen bu değerler onların diri diri gömülmeleriyle teşbih ediliyordu. Bugün kadın haklarını savunan feministlerin söylediği bir spot söz var. “kadının adı yok”. Bu tabirin bütün anlamları ataerkil toplumlarda etkin bir şekilde uygulanıyor. Kadın toplumda yok sayılarak ölüm sessizliğine kavuşturuluyordu.
Diğer taraftan Arap örfünde, Arap erkekleri kadınlarını yanlarında savaşa götürürler. Kadınlar cephenin gerisinde saf tutar. Eğlenceler düzenler. Kocaları cephede savaşırken akşamı beklerlerdi. O dönemin savaş kurallarında, gündüz savaşılır, akşam ara verilirdi. Bu kural savaşın en önemli kurallarından biriydi. Her ne kadar bazen, gece saldırmazlığı taraflarca bozulurdu. Ama genelde geceleyin savaşılmaz. Ordular geleleri dinlenirdi. Gündüz savaşan erkekler, akşam vakti kadınlarına gelerek kahramanlıklarıyla övünürlerdi. Aslında Arap toplumu dikkatle izlendiğinde, Arapların kız çocuklarını diri, diri gömmesi, zahiri manada direkt toprağa gömmekten ziyade, kızların toplumda yok sayılmasıydı. Kadının toplumdaki egemenliği silinmiş, kadın sürekli ikinci plana itilmişti. Hatta bazı tarihi bilgilerde, kocaları ölen kadınların kocalarından aileye miras kaldığını, ancak bölüştürülemeyeceği için, kocasının akrabalarının ortasına konularak, üzerine elbiselerin atıldığı, kimin elbisesi kadının sırtında kaldıysa onun olduğundan söz edilir. Kadını küçülten bu durum, ayetler tarafından kınanmış. Arapların kadına, kız çocuklarına bakışları ret edilmiştir.
Aradan yıllar geçtiği halde bu durumun değiştiği söylenemez. Müslüman ülkelerde kadınların konumuna bakıldığında, bugün putperest Araplardan daha beter bir yaklaşım görülebilir. Ülkemizde orta Anadolu, batı ile doğusu arasında kadına bakış tarzında büyük farklar vardır. Diğer Müslüman ülkelerdeki kadınlara yaklaşım biçimi ülkemizden çok farklıdır. Afganistan, Pakistan, Arap ülkeleri, ne yazık ki kadınlarına bakış tarzında ayetlerin dışına çıkmışlardır. Toplumumuzda hala erkek çocukların, kız çocuklarına göre daha özgür bırakıldığını görüyoruz. Bir çok konuda erkek çocukları rahat bırakılırken, kızlar asla rahat bırakılmazlar. Mesela, bir erkek çocuk rahatlıkla büyükleri yanında bile olsa, tanıştığı kızlardan söz edebilir. Kızlarla gezebilir, tozabilir. Hatta onlarla yasak ilişkiler kurabilir. Bütün bu konularda aileler erkek çocuklarına fazla bir şey söylemezlerken, aynı şeyleri kız çocukları yaparsa, ailenin namusu olarak değerlendirilirler. Çalışma hayatında da aynı türden sorunlar her zaman yaşanılmaktadır. Erkek çocukları doğduğunda sevinen aileler… Oğullarını “aslan oğlum, tosun oğlum” diye seven anne ve babalar. Kızlar için aynı oranda sevinmezler. Aynı oranda kız çocukları için gururlanmazlar Hayat içinde kız çocuklarının yeri neresidir sorgusunda, hiçbir zaman Allah’ın tayin ettiği yerdedir diyemeyiz. Allah kitabında genelde “ey müminler, ey Müslümanlar” diye hitap ederken kadın erkek hepsi içindedir. Çok özel konularda “Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar” veya “mümin erkekler, mümin kadınlar” diye ayetlerde hitaplar vardır. Bu tür hitapların içeriğine baktığımızda, kadınlara, erkeklere özel hükümlerin geldiğini görürüz. Ne yazık ki günümüzde bile, dinin hamileri, sahipleri olarak erkekler kendilerini görürler. Kendilerine göre “İslam’da kadın”ları yazar. Onları biçimlendirirler. Ama nedense hiç “İslam’da erkek” nasıl olmalıdır gibi bir araştırmaya girmezler. Sanki doğuşlarından İslam adına konuşmak, yazmak, toplumu biçimlendirmek haklarına sahiptirler. Toplumsal yapılaşmada, kültürün oluşmasında, hayata bakış tarzında kadın yeryüzünden silinir. Evde hizmetçiliğe terfi ettirilir. Bütün bu yok saymaların akabinde, “cennet ayaklarının altına serilir” Bu yönde gelen hadisin doğruluğu noktasında şüphelerim var. Veya hadis doğru, bizim algılarımız yanlış. Ne yazık ki, günümüzde olan, toplumda yok sayılan, evlerine hapsedilen kadınların ayakları altına cenneti serilerek teselli verildikleridir. Tabi onların ayakları altına cenneti serenlerde yine erkeklerdir.
Tarihi bilgilerdeki Arapların kız çocuklarını öldürmeleri esas alınırsa, toplumda Arap kadınının olmaması gerekirdi. Zira anlatılanlar çok abartılıydı. Araplar kız çocukları olduğunda, öfkelerinden kararıyorlar. Bebekleri kaptıkları gibi uzaklara gidiyorlar. Uzak yerlerde mezar kazıp bebeklerini canlı olarak gömüyorlardı. Hatta bu yönde bir çok acıklı hikâyeler anlatılıyordu. Gerçekten olanlar böylemiydi. Gerçekten Arap erkekleri, kız çocukları olduğunda, öfkelerinden kararıp, bebeği kaptığı gibi canlı canlı gömmeye mi gidiyorlardı? Kız çocukları olduğunda onların yüzlerinin öfkelerinden karardığından söz ediliyordu. Ama tüm Arap toplumunda bunlar kaç kişiydi? Böyle bir işi ancak korkanların, vicdanlı olanların yapmadığı, yapmayanların da toplumda kınandığından söz ediliyordu. Bütün bu bilgileri tersyüz edecek tarihi bilgiler de var. Her Arap birden fazla kadınla evliydi. Arapların anneleri, kız kardeşleri vardı. Bizzat peygamberimizin, halaları, teyzeleri vardı.
İnsan aklının bir köşesi soruyor. Kızlarını öldüren Araplar bu kadınları nereden buluyorlardı?
Gücüne, zenginliğine göre, sınırsız kadın alan Araplar kadınları nereden buluyorlardı?
Araplar, kadınları İran’dan mı alıyorlardı?
Araplar, kadınları Romalılardan mı alıyorlardı?
Araplar, kadınları Habeşistan’dan mı alıyorlardı?
Araplar, kadınları Mısır’dan mı alıyorlardı?
Araplar, kadınları Yemen’den mi alıyorlardı?
Arapların dışındaki toplumlar, Arapların doğan kız çocuklarını öldürdüklerini bilselerdi, kızlarını verirler miydi? Çünkü Araplara kızlarını verirlerse, kızlarından kız torunu olursa, damatları torunlarını diri diri toprağa gömerek öldürecekti. Böyle bir bilgiye sahip olan toplumlar kızlarını Araplara gelin olarak verirler miydi?
Sorgusuz sualsiz, akıl etmeden kabul edilen bir tarihi bilginin aslında bütün gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Elbette hiçbir toplum torunları kız olduğunda babaları tarafından öldürülecek bir topluma kızlarını gelin olarak vermezdi. Her toplum Araplar kadar acımasız olmazdı. O günün, Mısır’ı, Roma’sı, İran’ı, Habeşistan’ı, Yemen’i torunlarını öldürecek damatlara kızlarını vermezdi.
Kaldı ki, Arap kadınlarının soyluluğundan, şerefinden, asaletinden söz eden tarihi bilgilerle, Arapların kız çocuğu olduğunda hakaret olarak algılayıp toprağa diri diri gömdüğünden söz eden bilgiler birbirine tersti. Bir tarafta, Arap erkeklerinin kadınlarına yaranmak için yapmadığı şaklabanlıklardan söz edilirken, diğer taraftan Arapların kız çocuklarını öldürmesinden söz etmek çelişkiden başka bir şey değildi. Tarihten gelen birçok haberin, hadisin, Allah’ın çocuklarınızı öldürmeyin ayetini kızlara yönlendirmek için toplumların uydurduğu düşünülebilir. Çünkü; Arap erkekleri birden yirmiye kadar kadın alırken, her şeyden önce doğal doğumdaki kız erkek çocuk doğumlarının oranında, bir erkeğe yirmiye kadar kadın düşmezdi. Biri çıkıp, “Araplar dışarıdan aldıkları köle kadınları da kendilerine karı yapıyorlardı” diye iddiada bulunabilir. Ancak, Araplar hiçbir cinsel ilişki kurdukları cariyelerini karıları olarak kabul etmiyorlardı. Onların karım dedikleri, soylu, asil Arap kadınlarıydı. Veya her toplumda olduğu gibi, başka ülkelerden getirdikleri özgür (hür) kadınlardı. Cariyelerin, yani köle kadınların, sahipleri tarafından evlenildiğinde statülerinin değişmesi, ancak İslam’ın Medine bölümünde gelen ayetlerle olmaya başladı. Mekke’de cariyelerle ilgili, hele cariyelerle evlenilmeyle ilgili hükümlerden söz etmek zordu.
Doğrusu dikkatli bir tarih, hadis incelemesiyle görülecektir ki, öncelikle ayetler “Arapların evlatlarını öldürmesinden” söz ediyor. Ama, meal veya tefsir yazanlar evlat ifadesini, yanlış, çelişkili tarihi bilgilerden giderek, hemen parantez içinde kız çocuğu olarak yönlendiriyorlar. Böyle bir yönlendirme olmasaydı, ayet çocuklarını öldürmekten söz edince, Müslümanlar bunun üzerinde durup, çocukların nasıl öldürüldüğünü düşünüp gerçeği bulabilirlerdi. Ayetlerin, “kız çocukları yönlendirilmesiyle okunması”, ayetin anlamı üzerinde düşünülmesini engelliyordu. Çünkü ayetin anlamı üzerinde düşünmesi gereken insan, kız çocuğu ibaresiyle, hah işte bunu Araplar geçmişte yapıyorlardı, ayet bundan söz ediyor deyip işi bitiriyordu. Hâlbuki evlatlarını öldürme fiili, hemen her toplumda gerçekleştiriliyor. Bugün bile ailelerin çoğu evlatlarının hayatlarını mahvederek onları ölüme terk ediyorlar. Tabi burada ölüm mecazi bir anlam taşıyor.
Çocuklar çocukluğunu, delikanlılar delikanlılığını yaşamıyorlarsa, yaşıyor sayılırlar mı? İşte bugünkü çocuklarımızın durumu gözlerimizin önünde duruyor. Babalar, analar çocukları için hayal kuruyorlar. Kendi hayalleri için çocuklarını, okullarda, dershanelerde yarıştırıyorlar. Ana, baba, işe gitse bile yirmi dört saatlik günün çoğunda keyfine göre hareket ederken, çocuklarına ayıracak vakitleri olmuyor. Çocuklar erken saatlerde kalkarak, okula veya dershaneye gidiyorlar. Okullarda verilen ev ödevlerini yaparlarken, dershane öğretmenlerinin verdiği testleri çözüyorlar. İyi bir üniversite kazanma endeksine göre ayarlanmış, ilköğretim sekiz yıl, lise dört yıl, toplam on iki yıl boyunca çocukların, çocukluklarını, delikanlılıklarını yaşadığından söz edebilir miyiz? Onların hayat içinde yarış atı gibi koşturulmaları, diri diri yaşama gömülmeleri değildir midir? Hiçbir anne, baba çocukları kadar çalışmıyordur. Hemen her anne babanın ortak bahanesi, savunması, “biz okuyamadık onlar okusun”dur. Hayatlarına bir sıfır mağlup başlayan anneler, babalar, çocuklarının maçı kazanmasını istiyorlar. Bunun için çocuklarını, gençliklerini, delikanlılıklarını yok sayıyorlar. Onları gelecekleri adına öldürüyorlar.
Biz okuyamadık onlar okusun diye çocuklarına başlatılan hayatta, çocukların çocukluk, gençlik dönemleri çalınıyor. Anneler, babalar çocuklarının ilköğretimden sonra kazandıkları önemli liselerle tatmin oluyor. Lisede yarış iyice hızlanıyor. Anneler babalar çocukları lisedeyken iyice strese giriyor. Çocuk ilk yılda üniversiteye girerse ne ala, giremediğinde anne babalarının hışmına uğrarken, ikinci yıla daha baskıcı, katı kurallarla hazırlanıyor. Bu şartlardaki hayatı süren çocukların yaşadıklarından söz edilebilir mi?
Toplumun diğer kesimi var. Çocuklarını okula göndermeyenler. Küçük yaşta esnaflara verip çalıştıranlar. Pislik içindeki çöplerden atık toplattırıp sattıranlar. Pazarlarda, inşaatlarda çocuklarının omuzlarına ağır yükler yükleyenler. Böyle yapan anneler, babalar, çocuklarına yaşatıyor sayılılar mı?
Anaya babaya düşen görev, çocuklarına iyi bir hayat hazırlamaktır. Bebekliğini, çocukluğunu, gençliğini, delikanlılığını yaşayan çocuk yaşıyor sayılabilir. Çocukların bebekliği, gençliği, delikanlılığı elinden alınırsa onların yaşadığından söz etmek zordur. Onlar yaşam içinde ölüler gibidir. Onları yaşam içinde ölüme terk edenler anneler, babalardır. Okullardan, dershanelerden, ödevlerden, test çözümlerinden başını kaldıramayan çocukların, “biz çocukken”, “biz gençken”, “biz delikanlıyken” diye başlayarak anlatacakları hayat yoksa, onlar çocukluğunda, gençliğinde, delikanlılığında ölülerdir. Annelerin, babaların, yıllarca yaşadıkları ezikliğin acısını çıkartırcasına, kendi hayalleri için çocuklarının hayatını mahvetmesi “çocuklarınızı öldürmeyin” ayetiyle değerlendirilebilir.
Genç kızların, evli kadınların evlilik dışı ilişkilerinden elde ettikleri çocuklarını ölüme göndermeleri işin başka yanıdır. Çocuk aldırma veya doğumdan sonra çocuklarını ölüme terk etme olayları da “çocuklarınızı öldürmeyin” ayetiyle değerlendirilebilir. Bireyci, bencil, çıkarcı insanların, anlık arzularıyla, hevesleriyle yaşadıkları hayatın sonucu ortaya çıkan bu olaylar, şüphesiz insanlığın büyük dramıdır.
Nahl suresinin 58 ayetindeki “Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir” ifadesinin bugün birçok erkeğin anlayışı olduğunu biliyoruz. Genelde “Ah bir oğlum olsa” hülyalarıyla hayatını kuran babalar, hiçbir yoruma ihtiyaç kalmadan ayetle direkt muhataptırlar. Hele annelerde buna katılmışlarsa, Allah’ın yarattığı insanlar arasında taraf olmak, insan eşitliğini bozmak, Allah’ın yaratışına aykırı davranış olarak değerlendirilebilir.
Allah’ın bize verdiği nimetlerin içinde belki de en güzeli evlatlardır. Elbette Allah’ın bütün nimetleri güzeldir, değerlidir. Ancak evlatların yeryüzüne gelişinde bizim aracı olmamız, onların yaşamına birebir katkılarımız, bize farklı duygular kazandırır. O nedenle, bizden, bizim soyumuzdan olup, Allah’ın bizi şereflendirdiği evlatlarımıza sahip çıkmamız, onları ayırmamız gerekiyor. Onları, mecazi (sembolik) veya gerçek ölüme göndermemiz atalığımıza yakışmaz. Zira biz evlatlarımızın atasıyız. Onlar Allah’ın bize emanet ettiği nimetlerdir. Onları yetiştirmek. Allah’a ibadet eden kul olmasını sağlamak… Kız erkek ayırmadan iyi bir mümin olması için çalışmak. Hayatımızın gayesi olmalıdır. İnşallah bu konuda Allah’ı dinler, emirlerini hayatımızda uygulayarak görevlerimizi yerine getirir. İmtihanda başarılı oluruz inşallah.
devam edecek..........
YORUMLAR
Cocuklarımızı Allah ın bize bir emaneti olarak görmek ve ona en güzel kul nasıl olacağını düşünmeliyiz sadece onları iyi bir iş veya eş bulmak değil imanlı bir genç olmaları içinde neler yapabiliriz düşünmeliyiz. üç günlük dünyalarını tesis etmek için her şeyimizi ortaya koyan bizler ebedi hayatlarını kurtarmaları için ne kadar çalışıyoruz?