gölge adamın ölümü
Günün tüm hüznünü yüklenerek, kaç gece yalnızlığı saydı bir başına. Yıpranmış bedenine benzettiği soğuk duvarlarla aralarında sessizliğin muhabbeti vardı. Konuşsa anlayacaktı onu duvarlar, buna ne şüphe ama…susuyordu. Anlasa ne çıkardı hem, söylediğini aynıyla tekrardan başka yaptığı ne vardı duvarların. Ağzından çıkan kelimelerin paslı aynasıydı sanki duvarlar. Ruhunun resmini, gölge halinde çiziyordu bakışlarıyla karşısındaki yarı lekeli solgun beyaza. Ya da yaşantısıydı, duvardan gözbebeklerine yerleşen. Tüm ihtişamıyla maddeyi yaşarken, manada hakikatsiz bir gölge olarak kalmıştı.
Baktı konuşmasa delirecek yaklaştı duvara, büyüdü gölgesi, ürktü bu yalancı büyüklükten geri çekildi. Muhatabını küçük istiyordu karşısında. Çekildikçe gölge de çekildi. Yine duvar kaldı karşısında lekeli yarı çıplak. Kısık gözleri anlamsız anlamsız baktı odaklandığı noktaya. Sanki duvarı delecek ya da üç boyutlu bir anlam çıkaracak içinden.
- Neden? Bu kadar yalnız kaldım, dedi.
Bozmadı istifini muhatabı. Soruyu tekrarladı sadece adamın yüzüne aynı sesle aynı ses tonuyla.
- Neden? Bu kadar yalnız kaldım.
Muhabbet başladığı gibi bitti. Hep aynı muhabbet, gölge muhabbeti.
Adam yürümekle yürümemek arasında bir tereddütle doğruldu pencereye. Bir ibretlik yüz aradı, aralamaktan korktuğu perdesinden. Gece sanki en koyu karanlığını yaşıyordu.
Köpek sesleri karanlıkta neden bu kadar ürkütücü olur? Omuz silkti, ürkmeye bile mecali kalmamıştı belli ki.
Menfaat karşısında kuyruğunu kısıp oturan, sokak köpekleriyle aynı ruh haletine bürünmüş çok kişi tanımıştı. Pencereden köpek sesleri, köpek seslerinden unutmak istediği hatıralar duyuluyordu yorgun beyninde. Anlaşılan değil ibretlik yüz, bir yüz bile göremeyecekti. Pencereden uzaklaştı. Her zaman ki tanıdık yüze bakmaya karar verdi. Hayatındaki en ibretlik yüze. Allah’ın cemalinin en güzel aynasıydı bir zamanlar bu yüz. Lakin şeytan en büyük tuzağını gölge adamın yüzünde kurmuştu. Ne geldiyse başına kendi yüzünden gelmişti.
Uzandı aynaya, yüzüne dokunmak istiyordu. Camın buz gibi soğukluğunu hissedince ürperdi. İçini saran sıkıntıyla karşısına geçtiği aynadan, yılların vermiş olduğu yorgunluğu okuyordu.
Kaç çizgi vardı maziden kendisini hüzne çeken yüzünde. Hatıraları sanki bakışlarında donmuş sonra kalem olmuş, alnından çene altına kadar satır satır dökülmüştü. Vefa bilmez dostluklardan geriye bir boşluk kalmıştı içinde ve buram buram yalnızlık kokuyordu. Kendine bakmaya korkması bundandı belki de. Yüzü, istemediği ne varsa hatırlatıyordu ona. Aynalara düşman olmak bir insanlık suçuydu ya da tüm insanlığın suçuydu.
Neyse artık suçlamayacaktı kimseyi. Yutkundu, başını eğip göğsüne doğru gayri ihtiyari süzülen gözyaşlarını ellerinin tersiyle sildi. Şimdi neden ağlıyorsun deseydi birileri -o kadar yalnızdı ki bunu soran olmayacaktı- verecek cevabı yoktu. Ne zaman kendini görse aynada, ağlardı. Elinde kalan tek varlığı, zaman zaman ağlayarak baktığı aynalardı artık. Yığın yığın hatıraları vardı, hepside ışıltılı ama hatırlandıkça bağrına ok gibi saplanan, bir türlü yutkunamadığı.
Şatafatlı hayatların vazgeçilmez sanatçısı, yüzüne bir dönem servetlerin ödendiği adam, şimdi yapayalnızdı ve yüzüne bakan yoktu. Öyle ya kendi bile bakmak istemediği yüzüne birileri neden baksındı. Ömür sermayesini tüketmişti şöhret yolunda. Zehirli bir baldı şöhret ve gölge adam zehrin tesiriyle kıvranıyordu. Lezzeti gitmiş elemi kalmış, tadı gitmiş ızdırabı ruhuna yerleşmiş.
Yıllar evvel, bu yüzü herkes tanıyacak çok güzel bakmaya kıyılamaz, şöhret edecek bu güzellik seni, kadınlar şehvetini akıtacak bu yüze, seni görmek için yarışacaklar, alemde seni tanımayan kalmayacak demişti birileri. Henüz on dokuzundaydı, ilk adımını attığında sinema sahnelerine.
Annesinin:
- Yusuf yüzlü kuzum bu sana göre değil yapma…değişine aldırmadan, terk etmişti kendini insan yapan değerleri.
Saçlarını okşayıp onu hayran hayran izleyen annesini terk ettiği gün de aynı gündü. Sonra yüzlerce kadın bakmıştı ona ama hiç birinin gözlerinde annesinin bakışlarını görememişti. Yusuf yüzlü, bir kuyuya atılmıştı. Şeytanın tahtının serildiği şöhretin kuyusuna ve maalesef ki yıllar sonra kuyudan melik olarak değil, köle olarak çıkmıştı.
Annesinin yıllar evvel bir başına öldüğü bu evde, şimdi o yalnız ölümü bekliyordu.
Bir zamanların aranan adamı, şimdi gölge adam olmuştu. Varlığıyla yokluğu arasındaki tek fark duvarlara yansıyan gölgesiydi. Hakikat karşısında kör, dilsiz, sağır yaşamıştı. Aslında hep gölgeydi sadece farkında değildi.
….
Gün ışığı kendisine direnen perdenin aralığından usul usul içeri sızıyordu. Aydınlattığı her yere hayat ışıltısı sunan güzelim güneş, nedense tüm sıcaklığını cansız bir bedene odaklamıştı. Tüm ısrarına rağmen, sırt üstü uyumuş kirli bir yüzün ancak yarısını aydınlatabiliyordu.
Odanın karanlık kalan kısmında kırık bir kanepe vardı. Üstünde kaç günaha şahit olmuş kimbilir çiçek desenli bir battaniye. O kadar yıpranmştı ki çok dikkat etmeyince belli olmuyordu desenler. Kanepenin ayak ucundaki terlikler bir birinden ayrık duruyordu. Üstelik aynı yöne de bakmıyorlardı. Anlaşılan terliğin sahibi doğru düzgün bir yürüyüş belirleyememişti geride bıraktığı hayatında.
Yerde her halinden çok ezik olduğu belli olan, ve ancak odanın yarısını kaplayan, kırmızıdan sarıya geçmeye niyetlenmiş yarı yamalı, solgun bir kilim vardı. Solgunluğu belli olan kısım, odanın aydınlık tarafını örtüyordu. Cansız adamın baş ucunda nefretle baktığı aynanın kırıkları vardı. Yerin çıplak kalan kısmında duvardan dökülen kireçler adamın sol bileğinden akan kanla karışmıştı.
….
- Allah belanı vermesin adamın evine giripte ne yapacaz.
- Ay aman anne..seni yemeye geldik diyeceğiz, tövbe tövbe.. ne yapacazı var mı? Günlerdir ses seda yok hem alt katta kokudan oturamaz olduk.
- Kız sus şimdi adam duyacak.
- Belki de ölmüştür ha!
- Hıı! Allah gecinden versin, şom ağızlı kız…yavaş çık kızım basamakları ne meraklısın adamı görmeye.
..
- Dur dur ben çalayım kapıyı.
- Aman çal çal bir de bana meraklı diyor.
- Kız sus…
Tak..tak…tak…
- Ay hiç ses yok
- Öyle bir çaldın ki adamın açası varsa açmaz, polis gibi…
- Burnumun direği kırıldı pis kokudan ne yapayım.
- Anne ben korktum ölülerde böyle pis kokarmış.
- Sanki hayatın ölü koklamakla geçti, ya sabır…
Tak..tak…tak…
- Kapıyı kırsak mı?
- Bir o eksikti Allahın belası, zaten ne yapacağımızı bilmeden geldik kapısına.
- Dur bir bakim belki kapı açıktır…
- Kız dur!
- Ay kapı açıkmış..ne yapacaz içeri girsek mi?
- Felaket kokuyor bir bakalım odaya
…
- Aman Allahım!
Anneee…adam…adam…ölmüş…gerçekten ölmüş..ay ben demiştim, ay fena oluyorum…
…
Sevgili seyirciler şimdi elimize ulaşan bir son dakika haberini veriyoruz..
Sonuncusu dün düzenlenen, Hayal dergisinin erkek güzellik yarışmasında, bir zamanlar birinci olan sinema sahnelerinin aranan yüzü Mesut Seçkin’i kaybettik..Yapılan ilk açıklamalara göre intihar ettiği söyleniyor…Tüm ulusumuzun başı sağolsun, onu hep o güzel yüzüyle hatırlayacağız…