- 725 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Zorba
’Sen yapamazsın’ dediği için durdu, düşünmeye zaman vermesinin haklı bir eylem olabileceğini hatırladı. Haksız da sayılmazdı. Kerim Sırma ile beraber dışarı çıktığı için, rahatça Kerim’e sövebilirdi.
’Senin gelmişini geçmişini... Soysuz! Sana ne lan benden ha, sana ne göt! Ne zaman arka çıktın bana? İşine geldi mi haklı oluyorum, işine gelmedi mi hep sen haklısın. Ulan mübarek Çarşamba günü ağzımı bozuyordun. Pezevenk... Kızıda kandırıyorsun. Zavallı hâlâ inanıyor senin adamın biri olduğunda. İbnesin oğlum sen! Naylon delikanlı, parana sıçayım senin.’
Bağıra çağıra küfür ederken, çevresindekiler umurunda dahi değildi. Sabah Merkez’e gelmeden önce, bilet alırken de kötü birkaç dakika geçirmişti. Aslında ilk dakikalar kötü değildi. Meksikan takılan saçları rüzgarla dağılırken Kuzey’e doğru, burnunun altında kızarmış derisini kaşıyıp duruyordu. Önündeki kadınla ilgilinmeye başlamıştı. Rüzgar bir yana, kadının saçlarının arasından gelen koku burnunu daha fazla huylandırmıştı. Kadınla aralarında birkaç santimetre varken, birden kadının arkasına döneceğini fark etti. Ama geriye doğru çekilmemişti. Bilet kuyruğunda arkasında başka bir kadının olduğunu, ayakkabısıyla kadının ayakkabısına yanlışlıkla dokunduğu an anlamıştı. İnce bir ses ’sorun değil’ diyordu.
Kadınla göz göze geldiği an, kendisine ait olan şaşkınlığı neden içten bir şekilde yaşamayadığını merak etmeye başlamıştı. Kadın mermer gibi bacaklarını ağır ağır öne kaydırırken, aynı şekilde rüzgarın acizliğyle sürükleniyordu bilet kuyruğunda. Kadın bileti aldıktan sonra sıra kendisine gelmişti, ama biletçinin yüz hattından dolayı midesine kramplar girmeye başlamıştı. ’Sabahın daha kaçıydı ki bu bilet kesen adam bu kadar yorgun ve bitkin olabiliyordu?’ diye düşünürken, gitarın telini kopartacak kırgınlık da bir dikkatsizlikle, avucundaki parayı resmen biletçiye doğru fırlatmıştı. Her şey kötü ilerliyordu. Bu sabahın böyle olmaması gerekiyordu aslında, biraz üzüm suyu ve portakal dilimiyle her şey aslında güzel başlamıştı. Her şey...
’Bey efendi, paranız yere düştü’ diye bağıran arkadaki kadının yüzünü hiç bilmeyecekti. Arkasında sırada bekleyen yirmiye yakın kişiden gelen homurdanmalar sayesinde, uykusu iyice açılmıştı. Tedavülden kalkmış para gibiydi. Beklemesi gerekiyordu yaşamak için. Biraz daha, biraz sürelik!
Kerim’in sağ koluyla Sırma’nın belinden sarılmıştı. Kantin’de oturuyorlardı. İki genç öğretmen dershanede taze aşklarının tadını çıkatırken, Müslüm çay ocağında sabahtan kalma çayları döküp, yenisini demlemekle uğraşıyordu. Kerim gibi biriyle uğraşmasının bile manası yoktu. O bu dershanede sekiz senedir hademeydi, ancak Kerim’in ikincisi senesi yeni dolacaktı. Dershane müdürüde Müslüm’ü çok seviyordu. Kerim’i şikayet etse, onun müdür tarafından azar işitmesini sağlayabilirdi, ama büyük demliğin içindeki çayı çöpe dökmeden, süzerken suyunu ’ben bu kadar cibiliyetsiz miyim’ diyordu.
Ceza Hukuku dersine giren Elife öğretmenin kantine doğru geldiğini görünce heyecanlanmaya başlamıştı. Elife öğretmen henüz yirmi altında yaşında olmasına rağmen, kendini yetiştirmiş, iyi bir avukat, iyi bir öğretmen ve iyi bir kadındı. İyilikleri çoktu ama en çok da dul olması, Müslüm’ün hoşuna gidiyordu. Altı aylık bir evlilik sürecinden sonra boşanan Elife için, son birkaç ayı da iyi geçirdiği söylenemezdi. Boşanma sürecinde ağırlaşan hastalığının ağrılarından bu aralar kurtulmuş olsa da, yine de yüzünden nasıl olduğu anlaşılabiliyordu. Müslüm onu görünce, az kalsın küp şekerleri koyduğu geniş leğeni yere döküyordu ki, son anda leğenin ucundan tutmuştu.
Elife öğretmenin elindeki poşet dikkatini çekmişti. Her hareketini takip ediyordu. Uzun saçlarını arkaya doğru alması, gözlerinin altını kaşıması, parmaklarını çatırdatması; her şey onun ilgi alanındaydı. Elfe öğretmenin giydiği siyah pantolonun üzerindeki, parlak mavi renkteki gömlek Müslüm’ü çocukluk anılarına götürmüştü birden. Mahalle arasına gelen seyyar atlıkarıncanın demirlerinin rengide, böyle parlak maviydi. Seyyar atlıkarıncacı Niyazi amcanın vernik attığı demirlere bağlanan zincirlerde kalmıştı hayalleri. Elife öğretmeni o kadar çok beğeniyor ve seviyordu ki, ona karşı bu sevgisinde saygısızlık etmek istemiyordu. Bu yüzden kaçamak bakışlarına bir zaman sonra son veriyordu. Ancak dudaklarında bakışları mıhlanmış gibiydi.
Poşetin içerisinde ambalaj içerisinde hediyesini açmakla meşgul Elife öğretmenin, Müslüm’ün bakışlarının kendisinde olduğunu fark edecek kadar ilgisi yoktu dış alemine. Hediyesi iki kitaptı.
Müslüm Elife öğretmenin dudaklarını okumaya başlamıştı. ’Zorba... Nikos Kazanca...a a, Kazankakis.. Hımmm... Nazım...İki kitap... Salak aşık seni...’
Müslüm tedgirn olmaya başlamıştı. ’Yoksa bu bizim Servet değil mi?’ Onunda dersine giriyor Elife. Elife’ye m aşık oldu da, hediye verdi ona?’ diye düşünürken, Elife öğretmen kitabı poşetinden çıkartırken, herhangi bir sayfasından birini açıp, okumaya başlamıştı. Müslüm’ün gözleri Elife’nin dudaklarındaydı:
’İnanacak mısın, bilmem patron. Kadın korkunç bir sırdır, hiçbir zaman da kapanmayan bir yarası vardır. Sen kulak asma, bütün yaralar kapanır ama, o yara kapanmaz. Kadının seksen yaşında olması nere yarar yani? Yara her zaman açıktır. İşter her cımartesi akşamı bizim ihtiyar, minderini pencerenin önüne çeker, gizlice aynayı alır ve başında ne kadar saç kalmışsa, onları ha babam tarar dururdu. Kendisini görüp görmediğimizi öğrenmek için çevresinikaçamak bakışlarla gözetler, birimiz yaklaştı mı, Frenk Meryemi gibi usulca toparlanır, uyur gibi yapardı. Ama uyku nerede patron? Seranadı beklenirdi. Seksen yaşında... Kadının ne esrarengiz şey olduğunu anlıyor musun patron? Şimdi benim ağlayasım geliyor. Ama o vakit sersem olduğum için anlamaz, gülerdim. Bir gün ona kızdım, çünkü kızların peşinden gidiyorum diye beni azarlıyordu; ben de onu şu sözlerler bir güzel kalayladım: ’Neden her cumartesi günü dudaklarına ceviz kabuğu sürüp saçını tarıyorsun? Ne sanıyorsun yani? Serenadı senin için mi yapıyoruz? Biz Krustalo’yu istiyoruz. Sense günlük kokuyorsun.’ İnanır mısın patron? Kadının ne olduğunu, ilk kez o zaman anladım işte. Ninemin gözlerinden, ateş gibi iki damla yaş aktı. Dişi işitsin diye peşinden giderek bağırdım: Krusalo’yu, Krustalo’yu!’ Gençlik vahşidir, anlam dışıdır hem; anlamaz çünkü. Ninem kupkuru ellerini gökyüzüne kaldırdı. ’’Ta yüreğimden sana lanet ediyorum!’ diye bağırdı. O günden sonra da, zavallı ninem hayır etmedi. Hatalandı, iki aya kalmadan ölüm döşeğine düştü. Can çekiştiği sırada gözü bana takılınca kaplumbağa gibi tıslıyor, beni yakalamak için elini uzatıyordu. Islık çalar gibi, ’Beni sen yedin,’ dedi, ’yedin, kahrolası Aleksi! Lanet olsun sana, benim çektiğim çekesin!’
Müslüm, Harun Bey’in ’hani kahveler gelecekti on dakikaya Müslüm’ sözüyle irkilmişti. O an gözleri, garip garip kendisine bakan Harun Bey’e yönelmişti. ’İyi misin Müslüm sen?’ diye soran Harun Bey’e karşı, ’hemen kahveniz hazır efendim’ cevabı durumunu daha çok garip bir hale getirmişti.
Elife öğretmen dershane müdürünün ’merhaba Elif hanım’ sözüyle kitap okumasına son verince, birkaç dakikalık tılsım da böylece sonlanıvermişti. Elife öğretmene hediye edilen kitabın adını defalarca içinden tekrar eden Müslüm, imkan bulabildği an dershanenin yanındaki kitapevine bu kitabı sormak ve almak için can atmaya başlamıştı.
Kerim ve Sırma’yı unutmuş gibiydi, anca aşağalanmak duygusu karşısında hıncını yitirmemişti. Kahveyi yapıp, Harun Bey’e götürdükten sonra, kitapevine doğru koşarken, kitabın adını ve yazarını tekrar ediyordu içinden: ’Niko..Niko...Nikos Kazanca..Kazanka...ah neyse Zorba işte!’
YORUMLAR
HakkınSesi
Sadri Alışık nasıl rahatça oynuyorsa, gözlerimin arasında süzülen kelimelerde Zorba'yı öyle gösteriyor bana.
Kitabı okuyup; 'Ya çok abartmaya gerek yok, bu kitap normali bir kitap' da denebilir, ancak bu gerçek değil.
Şöyle bir şey var. Ege'yi, İzmir'İ seven biri olarak, Girit'de o kadar yakın geliyor ki insana, her şey tanıdık... Rüzgarı, ortamın havası...
Kısacası çok canlı bir kitap ve anlatıcının Aleksi üzerindeki yorumları da doğal...
HakkınSesi
renbo
Kazancakis,iyi ki de bir oyla alamamis o nobeli.yoksa camus gibi Bokunu çıkarirdik.
HakkınSesi
Selametle..
renbo
Selamla