10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3221
Okunma
Cehaletin hırkasını giyen karanlığın desturuna teslim olur!
Edebiyat ve sanat, hayatın kurgu ile gerçek arasındaki köprüsünü inşa eden asıl harçtır! Bu köprünün üzerindeki alfabenin sesi ise bir yazar için hikâyesinin toprağında kendi göğünü doğurmanın yazınsal tarifidir. Kaleminin yarattığı cümleler dağını okuyucunun dimağında gerçekle buluşturmak, yazarın emeğindeki o kutsi sesin cemre misali yüreğe düşmesiyle amacına ulaşır. Yere ayak basan her kelime artık yazarın okuyucusu ile arasında kurulmuş ortak dilin bereketine açılan kapıdır.
Ahmet Küçükkerniç’in Profil Yayıncılıktan çıkan “Yedi Kapı” adlı kitabı 294 sayfadan oluşuyor. “Ayrık” ve “Kan Sıcağı” adlı iki kitabı daha mevcut. Polisiye ve macera tarzı romanlar yazan yazarın bu kitabında ilk aradığım elbette macera, giz, sorgu ve finale dek heyecanı cümlelere dolayan bir anlatımdı. Ki bu beklentimin çok üstünde bir karşılama bana yazar ve kitaplarının tanıtımındaki asıl noktayı yeniden hatırlattı!
Kitabın kapak tasarımı Yunus Karaaslan imzasını taşıyor. Kapak tasarım, kitabın içindeki anlatımı açacak anahtarı taşıyorsa üzerinde, okuyucunun karşısına emeğin tali yoldan kurtulmuş izi çıkar ortaya. Ki her yazarın ortak amacıdır bu izi yarına silinmeden taşıyabilmek. Kapaktaki hâkim renkler gri ve siyah, kan kırmızının gizemine değdiriyor görselliği. Bulutların kapılar önündeki şahlanışı ıssız, sonsuz bir çölün koynuna serilmiş harman yarası gibi! Kitabın slogan cümlesi “Savaşmadan Şehit Olmadı.”’nın etkisi sanki kapıların eşiğindeki sarı toz bulutunun bağrından kitabın sayfalarına akıyor usul usul… Göğe açılan beyaz bir ışık huzmesi okuyucunun dimağında yeni sorgular doğuruyor. Sanki “Yedi Kapı” yı efsaneleştirecek gölgeler dizini, kapağın kıyılarına konuşlanmışlar; olacak cinayetleri kutsuyorlar!..
Yedi Kapı’nın önsöz ve yazar hakkındaki bilgi içeren giriş bölümü yetersizdi. Okuyucu önce gözünün önünü görmek ister. Bir okuyucunun elindeki kitapta aradığı ilk şey haritadır. Harita, derinliğine dalınacak olan sayfalardan önce alınacak oksijeni depo etme aritmetiğidir. Bu da kitabın elçiliğini yapacak olan bu bölümlerin doyurucu olmasıyla mümkündür. Kitabın açılan ilk penceresi ne kadar ayrıntılı ve aydınlatıcı olursa onu okumaya talip olanların ruhu o kadar doymaya hazırdır. Yazar hakkındaki yetersiz tanıtım ve önsözdeki kısa akış okuyucuya ilk izlenimde penceresi buğulu bir camın kaygısını taşıtmakta! Okuyucunun pencereden içeridekileri görme arzusu, pencerenin netliğine kattığı derin duruşta saklıdır.
Kitabın konusunun özgünlüğü onun sayfalarında dolaşırken ki heyecanın yol göstericisi oluyor. Tebrizli Şemseddin’in ölümünü bir kitap altında toplayan ilk eser sanırım bu çalışma. Tebrizli Şemseddin asıl adıyla Tebrizli Muhammed’in öldürülüşündeki sır perdesi, kurgu ve gerçeğin toprağına yansıtılarak finale kadar nefes aldırmadan kendini okutan bir eserin hakkını veriyor. Öyle ki hangi bölümün kurgu hangi bölümün gerçek olduğunu bir süre sonra anlayamayacak bir haleti ruhiyeye bürünüyor insan. Bu gönüllü karmaşıklığın tadı okuyucunun da katılımıyla finale kadar kesintisiz devam ediyor. Kitabın yangınla başlayan ve ölümün bile öldüremediği gizem ile biten yanı müthiş bir keyif ve heyecan yaşatıyor okuyucuya.
“İnsanlar sevgi yoksuluydu ve bu yoksulluk, dünyanın bütün altınlarına sahip olunsa bile geçmezdi. İçinde sevgi barınmayan, hoşgörü filizlenmeyen bir ruh, ancak nefsanî ideallere makûm olur ve cehennem ateşinin sonu gelmez azabıyla yüz yüze gelirdi…” syf:148 Yazar Ahmet Küçükkerniç’in kitaptaki bu söylemi, anlatımın mayasını oluşturan ve rollerin adını koyan asıl meâldi. Kitap, kin duygusunun dedikodu kılıcı ile bileylenip; masum insanların ve çevresindekilerin katlini hiç düşünmeden veren bir dönemin kanlı ırmağını akıtıyordu sayfalarının arasında! Cinayetler zincirinin bir ucu teslimiyetin manevi denizine diğer ucu da iktidar ve nefsî hesaplaşmanın paslı duvarına değiyordu. Zincirin bir ucunda Mevlana’sına ihanet etmemek için başını ortaya koyanın onurlu duruşu diğer ucunda ahlaksızlığın, kendisi olmayana göz dikmenin kanlı kulaçlarını büyüten hırsı vardı.
Mevlana’yı ve Tebrizli Şemseddin’i anlatan birçok kitap var ve her anlatım kendi tarzının kıyısında okuyucusuna ulaşıyor. Kitabı ilk aldığımda yine bu anlamda bir paylaşımın olacağı kanaati hâkimdi. Kapak tasarımındaki davet kitabın ilk sayfasından finaline dek sürecek o soluksuz yolculuğun habercisiydi aslında.
Tebrizli Şemseddin’in gövdesinden koparılan başı; aslında insanlığın Habil ve Kabil’den beri süregelen kardeşlik, dostluk ve yoldaşlığın hırsa, kine ve nefret bataklığına gömülüşünün öyküsüydü.
Tebrizli Şemseddin’in koparılan başı, dosta ihanet etmeyenin son nefesine dek Allah yolunda biriken inancını yine Allah yolunda savaşarak kucaklamasının adıydı.
“İnsanın gölgesini kaybetmesi üşümesi demektir.” syf:250 Gölgesini kaybeden insanın iliklerine dek üşüdüğü yerde yanmayı öğreteceği an’ın kesitlerine göz kırpıyordu bu cümle! Gerilimin zirve yaptığı anda cümleler okuyucunun izdiham oluşturacak sorgularına bir sis bulutu oluyor sonra yine aynı anlatımın güneşe bakan cümleleri dağıtıyordu bulutları!
“Bir ölüyü asla ölümle korkutamazsın. Ben ölmeden önce ölmüşüm…” syf:163 Şemseddin Efendi’nin Alamut fedailerine karşı kullandığı en keskin kılıçtı bu cümle! Bu cümlenin gölgesi cinayetlerinin aymaz karanlığı ile beslenenleri tek tek susturacak zırhtı. Ve yazar anlatımının kalesini bu cümlenin felsefesinde örüyordu. Tam teslimiyet, insanın karşısına çıkan olaylardaki pusulasıydı belki de …
İlk defa bir korkunun varlığında en cesur gözyaşlarımı döktüm. Gerilimin hat safhada olduğu bir an da insanın içindeki bir ırmak huzura akar mı? Akarmış… Cinayetlerin, dedikodunun, iç hesaplaşmaların ve ölümlerle anlaşma yapan inanç haramilerinin bir güneşin etrafında tek tek dökülüşünün özetinde yeni bir hissi keşfedişin başkenti oldu bu kitap.
“Yedi Kapı” 36 Bölümlük kesitlerle okuyucuya açıyor penceresini. Ve benim dikkatimi çeken bölüm geçişlerinde okuyucuya beyin fırtınası yaptıran esişler! Her bölüm bir öncekinin devamı olmalı kaidesini bozan bir yanı var. Ama bu farklılık okuyucunun zihnini daha da zinde tutmanın akılcı yolu olmuş bence. Sanki gözünüzün önünden geçen film şeridini değiştiren el, size bir fırsat sunuyor. Kitabın içine dâhil olma fırsatı! O anlatımdan kopmamak için dikkatin dorukta sunulduğu tam bir düşünsel fırtına.
Cehaletin hırkasını giyen karanlığın desturuna teslim olur! Şemseddin Efendi’nin kuyuya atılan başsız bedeni ruhunun evrene bir ışık olup büyümesini engelleyemedi. Hırslarının kurbanı olanların seferi korkunun yol ayrımında son buldu.
“Şems’in ölümü nefsin ölümüydü…”
Not: Yazı Kün Edebiyat Dergisinin 2013 Ocak/Şubat sayısında yayınlanmıştır…
Mehtap ALTAN