- 1694 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (11)
..... devam ediyor
MEKKE’DE GELEN HÜKÜMLER (2)
Mekke döneminde akrabalık bağları koparılmamıştır. Müslüman olan kadınlar kocalarını bırakmamış. Müslüman olan erkekler kadınlarını bırakmamış. Müslüman olan evlatlar annelerini babalarını terk etmemiş. Ana ve babalar Müslüman olmuşsa, Müslüman olmayan çocuklarına atalık yapmaktan vazgeçmemişlerdir.
Allah Enam suresinin 151 ayetinde, “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin” denilerek, ana babaya iyilik etmemek, Allah’a ortak koşma eylemiyle birlikte vurgulanmıştır. Bu vurgulama çok önemlidir. Anaya babaya iyilik etmenin önemi, Allah’a şirk koşmakla birlikte anılması, aile, akraba kavramının öneminin Allah katındaki değerini de ortaya koyuyordu. Yine; Nahl suresinin 90. ayetinde “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” İsra suresinin 26. ayetinde “Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.” Rum suresinin 38. ayetinde “O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Şura suresinin 23. ayetinde “İşte Allah’ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” Denilerek, akrabalık bağlarının önemini değişik açılardan vurgulamaktadır.
Sosyolojinin toplum ilişkilerde, ailenin, akrabaların önemli olduğunu biliyoruz. Toplumların temeli çekirdek aile, aileye bağlı genişleyen akrabalar. Aşiretler, kabileler, toplumsal oluşumlarda önemlidir. Aidiyet veya ünsiyet olarak ifade edilen aile bağları, genişleyen yapısıyla akrabalık bağları, sadece dinin tebliği sırasında değil, her konuda önemli değere sahiptir. Yakından başlayan, uzaklığı bile olsa devam eden bu ilişkiler, insana farkına varmadığı bir güç vermektedir. Dünya tarihinde büyük imparatorlukların önce akrabaların kenetlenmesiyle oluştuğu hepimizin malumudur. Nitekim Mekke’de Müslümanlara karşı yapılan boykotta, Hz. Peygamber aleyhisselama akrabalarının sahip çıktığından söz etmiştik. Onlar hayatları pahasına da olsa, peygamberin dinine inanmasalar bile sahip çıkmışlardır. Tarihi bilgiler 2.akabe biatında Resulün başına bir şey gelir endişesiyle, amcası Hz. Abbas’ın peygamberimizin yanında hazır bulunduğunu biliyoruz. Hz. Abbas’ın 2. Akabe biatı görüşmelerine gelirken henüz Müslüman olmadığından söz edilir.
Bütün bunların nedeni, Müslümanların Allah’ın emriyle akrabalık bağlarını kesmemeleriydi. Müslümanlar Allah’tan aldıkları emirle akrabalık bağlarını kesmemesi iki noktadan etkili olmuştur.
Birincisi; Müslümanlar olanlar, Müslüman olmayan, anasını, babasını, kardeşlerini, çocuklarını, eşini bırakmamaları nedeniyle, her evde tebliğ sürmüştür. Müslüman olanların evlerde bulunmaları, sürekli putperestlere İslam’ı hatırlatmış. Bu nedenle de İslam evlerde konuşulur olmuştur. Hâlbuki akrabalık bağı kesilmiş olsaydı, bu günkü gibi, evlerde İslam konuşulmayacaktı. Ne yazık ki bugün Müslümanlar akrabalık bağlarını keserek, terk ettikleri akrabaların evlerinde İslam’ın konuşulmasını engellemişlerdir. Resul ve arkadaşları, akrabaları terk etmeyerek, İslam’ın aydınlığını evlerine taşıdılar. Evlerde ayetlerin müzakeresini sağladılar.
İkincisi; Müslümanların örnekliği her evde gösterilmiştir. Çünkü İslam, Müslüman olanlara, putperest insan kimliğinden farklı bir kimlik kazandırmıştır. Müslümanlar toplumun bütün iyi kurallarına sahip çıkarken, aynı zamanda Allah’ın gönderdiği hükümlere uyarak, doğruluğun, adaletin simgesi haline gelmişlerdir. Müslümanlar hiçbir kötülük sergilemezlerken, Arap aileler biliyorlardı ki, Putperestler arasında kötülük işlenip duruyordu. Putperest evlerde, iki farklı insan kimliğinin sergilenmiş olmasının yankıları büyüktü. Yankılar, akıllara, muhakemelere, yanlış inançlara, bilgilere, kalplere çarpıyordu. Bu durum putperest önderlerini çileden çıkarıyor. Söz geçirebileceklerine baskı yaparak, ailelerinden Müslüman olanların evlatlıktan, kocalıktan, kadınlıktan atılmasını istiyorlardı. Din düşmanlığını ayyuka çıkarmayan, aklıselim putperestler “niye atalım, bize bir kötülükleri yok” diyor, liderlerine karşı çıkıyorlardı.
Müslüman bencil düşüncelerden, davranışlardan uzak olandır. Duygularını kontrol altına alan, adaletten şaşmayandır. Allah’ın emirlerine göre hareket ederek, Allah’ın yapma dediğini yapmayandır. Allah akrabalarınla ilişkiyi kesme diyor. Bunun elbette bir nedeni vardır. İnsanları yaratan, onlara doğru yolu gösteren Allah, elbette akrabalık bağlarını kesme derken, belki de o gün için Müslümanların tam kavrayamadığı önemli bir konuyu hayatlarına sokuyordu. Allah’ın emrini yerine getiren Müslümanlar, bu hükmün hikmetini anlamasalar bile, hüküm sonuçlarını göstererek Müslümanlara hikmetini gösteriyordu. Bugünse Müslümanlar en ufak görüş ayrılığında akrabalarıyla bağları kesiyorlar. Niçin? Acaba bu niçin sorusunun cevabını Müslümanlar düşünüyorlar mı? İşte Müslümanların içinde bulunduğu durum… Önce birbirlerine düşmüşler. Müslüman olmayanlar tarafından horlanıyorlar. Müslümanların bugün akrabalık bağlarını kesmelerinin altında iki neden yatıyor.
Birincisi bencillik. Bencillik, Müslüman’ın kimliğinde kontrol altında tutulması gereken, iradi hâkimiyetle sıfırlanması istenen bir duygudur. Kibir kaynaklıdır. Çıkarcıdır. Kendini üstün görerek, “ben doğruyum, ben yanılmam” duygularıyla hareket eder. Kendini dinlemeyenleri dışlar. Zira kendini üstün görür. Doğrulara inanıyorum, kabulü ile azar. Doğrulara inanmak, bencil olan insanda, üstünlüğün dayanağı, kaynağı gibidir. Bir de bilgisinde, aklında, inancında yanlış değerlendirdiği, anladığı, Allah’ın “inananlar daima inanmayanlardan” üstündür sözü varsa, bencil insan bu söze dayanarak iyice kibirlenir. İnananların inanmayanlardan üstünlüğüne, inancını delil göstererek bencilleşen insan, gerçekten, bu ayetin anlamını anlamış mıdır? Hâlbuki İslam’a, İslam’ın doğrularına inanmak, alçak gönüllü olmak… Allah’ın yarattıklarına sevgiyle, saygıyla, paylaşım değerleriyle yaklaşmaktır. Bencil insan böyle yapmaz. Doğrulara inanıyor ya, karşısındakiler yanlıştır. Yanlışlarından dolayı onlara sert davranır, kızar, azarlar. Beni dinlemiyorlar, bu adamlar, kâfir, sapık, müşrik diye, aralarından ayrılır. Zira onların arasında bulunmak ona yakışmaz. Çünkü o doğrulara sahip çıkan olarak, yanlışları yaşayanların arasında bulunarak kendini kirletemez. Bencil insan inancını, ayetleri böyle yorumlar. Bütün Müslümanlar bilir ki, Müslüman’a bencillik yakışmaz. Bencillik Allah’ın sevmediği, kınadığı bir tavırdır.
İkincisi adaletten sapar… İnsanların adaletten sapışının nedeni duygularını işe karıştırmasıdır. Toplumda haklı, önemli bir söz vardır. “Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına batır”. Adaletten sapanlar, çuvaldızı da, iğneyi de başkaların batırırlar. Kendilerine hiçbir şeyi batırmazlar. Kendilerine hiçbir şeyi yakıştırmazlar. Mesela birisi, yanlışlarda gezdi tozdu. Bir gün aklı başına geldi. İslam’a döndü. Kendisinin yalanda, yanlışlarda gezdiğini tozduğunu unutur. Etrafına İslam’ı anlatmaya başladığı an, hemen onların inanmasını, doğru yola gelmesini ister. Hiç düşünmez, kendisine de birileri geçmişte doğruları anlatmış, ama o dinlememiş, yıllarca yanlışlarda gezmişti. İslam’ı yaşamaya başladığı andan itibaren, İslam’a inanmayanlara karşı nefret duymaya başlar. Bunu tarih bilinciyle artırır. Güncel konularda bilinçlendirir. Sonra bütün kiniyle, intikamıyla insanların üzerine yürür. Kin, İntikam duygularıyla aceleci kararlar vererek adaletten sapar. Müslümanlar açısından günümüzdeki görüntüler ne yazık ki hiç iç açıcı değildir.
İşin garibi, bencilliğini, adaletten sapışını haklı görür. Bu yönde kendini haklı kılacak düşünceler oluşturur. Allah’ı, Allah’ın ayetlerini arkasına alır, akrabalarına, dostlarına, komşularına saldırır. Günümüzde sadece akrabalara, dostlara, komşulara saldırmakla yetinilmez. Günümüzde saldırıya Müslümanlardan farklı düşünenlere sahip olanlar da nasibini alırlar. Etrafına din adına saldıranlar, resulü ve arkadaşlarına bir baksalar, onların hiç kendileri gibi davranmadıklarını görecekler. Mekke döneminde Resul ve arkadaşlarında asla bencillik, adaletten sapma yok. Her Müslüman inanmayanlara Allah’ın Tarık suresinin 17. Ayetindeki “Onun için Kâfirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak” emri doğrultusunda hareket eder. Bu mühlet “ölüm anına kadar” olabilir. İnsanlara hidayetin ne zaman geleceğini, ne resul, ne de Müslümanlar bilmiyordu. Allah dilediğine, dilediği zaman hidayet edebilirdi. Onun için Resul ve arkadaşları, dini tebliğ ediyorlar. İnanmayanlara karşı bencilliklerini, adaletsizliklerini öne çıkararak suçlama yapmıyorlar. Onlarla akrabalık bağlarını kesmiyorlardı.
Elbette Müslüman olanlara, akrabaları, dostları, arkadaşları, inançlarına zarar verecek tekliflerle, dayatmalarla gelirlerse kabul etmeyeceklerdi. Bu konu tamamen farklıydı. Allah’ın gönderdiği ayetlerde, insanların insani haklarıyla, dini kısım ayrılmıştır. Müslümanlar insanların insani haklarına sonuna kadar riayet edecekler. Ancak dini konulara gelince, asla, akraba, dost, arkadaşta olsa, onlara dikkat etmeyeceklerdi. Bu özü ne yazık ki günümüz Müslümanları her zaman karıştırmaktadırlar. İnsanların insani haklarını ayıramamaktadırlar. Hâlbuki Allah Mekke ve Medine dönemlerinde gönderdiği ayetlerde, kişisel haklarla, dini sorumlulukları belirleyen konuları ayrıntısıyla belirlemiştir. Buna rağmen, “ama onlar şirk koşuyorlar. Onlar bize sapık, kâfir, mezhepsiz diyorlar” diyerek, başladıkları savunmalarıyla, günümüzün Müslümanları, ayetlere aykırı tavırlarını normal göstermeye çalışıyorlar. Hâlbuki Allah defalarca akrabalık bağlarını kesmemeyi, toplumla insani diyalogları kesmemeyi, toplumun her kesimini kucaklamayı, özellikle anaya, babaya hizmeti, sevgiyi, saygıyı eksiltmemeyi emrediyor. Babaysak, anaysak çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeyi.. Müslüman olmanın temel kuralları olarak bildiriyor. Onlar ister inansın, ister inanmasınlar, Allah onların insani haklarının Müslümanlar tarafından verilmesini şart koşuyor. Bu şartı kimi zaman inançla birlikte değerlendiriyordu. Yani Müslümanların, insanların kişisel haklarını korumaları inançlarıyla özdeşleştiriliyordu. Allah’ın mühlet verdiği insanlara, kulların mühlet vermemesini… Allah’ın tövbe kapısını açtığı insanlara, kulların kapılara kapatmasını… Allah’ın en güzel üslupla uyardığı insanlara kulların, sert, kaba, kötü davranmasını… Allah hiçbir zaman kabul etmiyor. Bu yönde gönderdiği ayetlere aykırı davranmayı, imanın henüz kalbe yerleşmemesi olarak niteliyordu. İman kalbe yerleşmiş olsaydı, asla Allah’ın emirlerine aykırı davranılamazdı.
Aile, akrabalık bağlarının korunması yolunda en önemli konulardan birisi zina olayıdır. Eğer sağlam bir toplum düşünüyorsak, toplumdan zina olayını kaldırmak gerekir. Yani toplumda zina olayının olmamasını sağlamak gerekir. Çünkü zina, hakkı olmayanların, başka ailelerin gizli sırlarına, mahremlerine girmesidir. Hemen hiç kimse, gizli sırlarına, mahremlerine girilmesini istemez. Ailelerin mahremleri en kötü şekilde zina olayıyla çiğnenir. Aileye dışarıdan gelen zina saldırısı, aile reisi olan erkeklerin başka ailelere zina için gitmesi, her halükarda her iki aileyi etkileyen durum olarak karşımıza çıkar. Mesela, bir babanın “kimse benim karıma, kızına karşı zina gerçekleştiremez. Bunu asla kabul etmem” dediğini çok duyarız. Ancak böyle diyen babalardan bazıları, ne yazık ki başka kadınlarla zina ederler. Veya en masum saydıkları genel evlerine giderler. Yaptıklarını da normal olarak değerlendirirler. Ne yazık ki, ataerkil toplumlarda bu tür yaklaşım, anlayış, uygulama yoğunluktadır. Toplumlar güçlü ailelerden oluşur. Güçlü aileler, gizliliklerini, mahremlerini koruyan gözeten ailelerdir. Günümüzdeki gibi, kimin eli kimin cebinde olmayan… Babaların dışarıda ne yaptığı belli olmayan… Genç delikanlıları, yaptıkları zinalarla övünen… Kadınları, kızları zina olayına karıştığı zaman, namusu sayıp hayatlarına kıyan… Toplumların sağlam olduğundan söz etmek zordur.
Allah dinini, yalandan, riyadan uzak, gerçekler üzerine insanlar yaşasın diye göndermiştir. Din ile gönderilen kurallar, insanların temel haklarının korumasıyla… Ailelerin güçlü kuvvetli kılınmasıyla… Aile bireylerinin, birbirlerine saygılı, sevgili, paylaşımcı olmasıyla ilgilidir. Onun için Mekke dönemindeki önemli yasaklardan birisi zinadır. Allah İsra suresinin 32. Ayetinde “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur” Bazen Allah zina yapmayın hükmünü Furkan suresinin 68. Ayetinde olduğu gibi, “Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur;” diyerek, cana kıymayı, zinayla birlikte değerlendiriyor. Zina yapmayı cana kıymakla birlikte değerlendirirken, aynı zamanda Allah’a ortak koşmakla birlikte değerlendiriyor. Cana kıymak, insan yaşamını bitirmek, zina ise bir ailenin yaşamını bitirmektir. Her iki eylem, insan yaşamının temelini oluşturuyor. Yine her iki eylem ortaya çıktığında, insanların, ailelerin yaşamları son buluyor. Aileler dağılıyor. Çocuklar rüzgâr önündeki yaprak gibi savruluyorlar. Allah, ortak koşmayı, cana kıymayı, zina yapmayı aynı ayette birleştirirken, ortak noktalarındaki ana özelliğe vurgu yapıyor. Bir zina deyip geçmeyin, o bir insan öldürmek gibidir. Bir zina deyip geçmeyin, o Allah ortak koşmaktır. Çünkü zina yapan Allah’ı tanımamış. Nitekim Allah casiye suresinin 23. Ayetinde “Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” diyerek, zina edenin, cana kıyanın, heva (arzu) ve heveslerini tanrılaştırmaktan söz eder. Zina ve cana kıyma olaylarında, anlık bir zevk, anlık bir öfke, aileyi oluşturan bütün değerlerin altüst olmasına neden oluyor. Eşler, çocuklar, babalar arasında güven duyguları bitiyor. Güven duvarları yıkılınca, kurulan birliktelikler dağılıp gidiyor.
Allah Müslümanlara, Mekke ortamında, insan, aile hayatını ilgilendiren güven duvarlarını sağlam tutmayı emrederek, topluma güvenilir, insan, aile, toplum nasıl oluru örneklettiriyor. İnsanlar duygularına kapılıyor. Bir anlık öfkeyle insan hayatına son veriyor. Bir anlık zevkine uyarak aile hayatlarını bitiyor. Kendini inancının, aklının egemenliğine değil, arzu ve heveslerinin, öfkesinin egemenliğine bırakıyor. Bedenini duygular yönetiyor. Sonucunda her şey altüst oluyor. İşte bütün gerçekleri Allah çarpıcı bir şekilde hükümleriyle ortaya koyuyor. Mekke’de Müslümanlara Allah’ın emrine uyarak, olumsuzluklardan ötede, güçlü, insan, aile, toplum oluşturuyor. Böylece Mekke’de örneklen insan, aile, toplum kimliği, putperestlerin gözleri önüne seriliyor. Her iki inancın, kültürün, yaşamın kıyaslanması sağlanıyor. Bütün bu değerleri kavramak, sosyoloji kuralları çerçevesinde insan, aile bileşiminin toplumdaki değerlerini kavramaktır. Sağlıklı, güçlü toplum oluşturmayı temel ilke sayan Allah’ı ayetleri, bu yönde en temel kuralları hükmederek, insanı temelden eğitiyor.
Allah’ın kuralları böyleyken, içinde yaşadığımız toplum, Müslümanların durumu içler acısı. Toplumumuzda evlenecek erkek çocuklarının tecrübe kazanması adına genelevlerine bizzat babaları tarafından götürüldüğünü... Veya babalarının tanıdığı bazı kişilere “yahu benim oğlan evlenecek, gerdek gecesi mahcup olmasın, bizi de mahcup etmesin, önüne düşün, elinden tutun, ona ne yapması gerektiğini öğretin. Genelevine götürün, tecrübe kazansın” deyip parasını verdiğini biliyorum. Hiç unutamıyorum. Bir gün Müslüman biriyle konuşuyorken, genelevlerinin topluma verdiği zararlardan söz ettim. Bana “yanlış düşünüyorsun” dedi. Niye diye sorduğumda, öyle bir cevap verdi ki şaştım kaldım. Hala hatırladığımda şaşırıyorum. Diyordu ki, “toplumda bir sürü azgın insan var. Onlar genelevlerine giderek tatmin oluyorlar. Eğer genelevleri olmasaydı, onlar, kadınlarımıza, kızlarımıza saldırırlardı. Eğer kadınlarımızı kızlarımızı düşünüyorsak, onların güvenliği için genelevlerinin varlığına dua etmemiz gerekir” Şaştım, şaşırdım. Ne söyleyebilirdim ki?
Çocukken mahallemizdeki kadınların konuşmalarına şahit olurduk. Zira bizim memlekette evlerde halı dokunurdu. Halı dokuyan kadınlar kendi aralarında konuşurlardı. O dönemler ortaokula gidiyordum. Öğleyin eve geldiğinde bizim evde halı dokuyan bir kadın anlatıyordu. Kulak misafiri oldum. “………‘nın kocası başka bir kadınla yaşamaya başlamış. Kadın durumu hissetmiş. Kocasını sorgulamaya başlamış. Adam bana yetmiyorsun ne yapayım demiş. Yahu kadının yetmiyorsa niye başka kadın buluyorsun? İhtiyaç duyduğunda gidersin genelevine, ihtiyacını görürsün. Genelevi kadını aile hayıtını bozmaz ki… Bulduğun kadın iki gün sonra karını boşa beni al der. Hem daha masraflıdır” diye anlatıyordu. Tabi o zamanlar çocuktum. Ancak büyüdükçe anlatılan olayların nasıl gittikçe yaygınlaştığını… Toplumda zinanın geneleviyle helal kılındığını gördüm. Hele bugün güya Müslümanların partisi olan AKP ile, zina suç olmaktan çıkarılarak, isteyen isteği gibi, 18 yaşını geçip reşit olduktan sonra, zina yapabilir imkanı verilmiştir. Bugün zina yapanlar yakalansa hiçbir suçlamayla karşı karşıya kalmazlar. Kaldı ki, genelevlerine gitmek zaten bir ahlaksızlık olarak kabul edilmemekte… “Vergisi verilen kazan kutsaldır” deyimiyle, vergisi verildikten sonra her türlü kazanç kutsal sayılmaktadır. Ki, geçmişte İstanbul’da bir ermeni genelevi bayan patronu, Türkiye vergi rekortmeni olmuştur. Vergi rekortmeni olarak elde etti bütün kazançlarını kutsallaştırmıştır. Devletten beraatını almıştır. Basın göklere çıkarmıştır. Kimse ona, genelevlerinizde çalışan kadınları, kızları, hangi şartlarda oralarda çalışma zorladınız dememiştir. Ama herkes bilmektedir ki, ülkemizde hiçbir kadın, kız, kendi istek ve arzusuyla genelevinde çalışmak için müracaat etmez. Oralarda çalışanlar, kandırılmış, düşürülmüş, aileleri tarafından sahip çıkılmamış. Çetelerin, mafyaların eline düşmüş kadınlar, kızlardır. Zorla çalıştırıldıklarını herkes bilir. Böyleyken hiç kimse, ne kanunlar, ne polisler, ne savcılar, ne hâkimler, ne de devlet yetkilileri, “yahu gidin araştırın bakalım, bu kadınları, kızları buralarda çalışmaya iten şartlar nedir. Eğer zorlanmışlarsa, kandırılmışlarsa, onları zorlayanlar, kandıranlar cezalandırılsın” dememişlerdir. Sanki toplumun böyle bir ihtiyacı var… Bunlar rıza yoluyla olmaz. Öyleyse rızasız da kadınlar, kızlar buralarda çalıştırılıyorsa ses çıkarmamak lazımdır. Değilse, buralarda çalışacak kadın kız bulunmaz der gibidirler.
19 yaşında iken Ankara’da bir yayınevinde çalışıyorum. Isparta’da iken tanıştığım Denizlili bir imam vardı. Isparta’nın kenar mahallelerindeki caminin birine imam olarak atanmış. Caminin yanında hocaya ayrılan ev var. Orada kalıyordu. Henüz evli değil bekârdı… Ankara’ya gitmeden önce birkaç kez evinde sohbetlere katılmıştım. İslam enstitüsünden yeni mezun olmuş, askerliğini bekliyordu. Ben Ankara’da çalışırken, anası babası hacca uçakla gitmiş, dönüşlerinde karşılamak için yanıma geldi. Beraber havaalanına gitmiştik. Aradan dört beş ay geçmişti ki, bir gün çalıştığım yere geldi. Bende çalıştığım yerde kalıyordum. Yani, aynı çalışıyor, yanı yeri ev kullanıyordum. Deposunun bir köşesine yatak açmıştık. Özellikle kış günleri Ankara’nın soğuğunda, kaloriferli bir yer benim için iyiydi. Akşam yemeğini yedik. Çay demledim içiyorduk. Bana dönerek, “Mehmet sana bir şey soracağım” dedi. Sor dedim… “Yanlış anlama ama” dedi. Ona sen sor da nasıl anlayacağıma ben karar vereyim dedim. “Biliyorsun ben nişanlıydım. Gelecek ay düğünüm var. Bugüne kadar hiçbir kadınla beraber olmadım. Düğünde gerdeğe acemi girmek istemiyorum. Sen Ankara’daki genelevinin yerini biliyor musun?” dedi. Ona ne yapacaksın genelevinde dedim. “Bir kadınla nasıl beraber olunur öğreneceğim. Gerdek gecesi tecrübesiz olmayacağım” dedi. Şaşırmıştım. Ona böyle şey olur mu? Dedim. “Niye olmasın” diye cevap verdi. Başımdan aşağı kaynar sular boşalmış gibiydi. Biz Isparta’da yanına İslam’i konularda bir şeyler öğrenmek için gidiyorduk. Ben daha liseden yeni mezun olmuş 18 yaşında bir çocuktum. O ise, İslam enstitüsünü bitirmiş. Askerliğini yedek subay olarak yapmış. Yaşı otuza yaklaşmış biriydi. Hani biz böyle şeylere tevessül etsek, o bizi engellemesi gerekiyordu. Ona sertçe, ben bilmiyorum dedim. Benim kızdığımı anladı. Bir şey demedi. Ama çayı içtikten sonra, bir yere uğramam gerekiyor diyerek gitti. Belki de herhangi birine genelevini sorup gidecekti. Ondan sonra onunla hiçbir ilişki kurmadım. O günden beri hala, o anı aklımdan çıkmaz. Cahil toplumun yaptıkları bir yana, Müslüman’ım diyen, güya din eğitimi alanların durumu da iç açıcı değildi.
Bu veya buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Bugün, toplumsal bozulmayı sağlayan ana unsura baktığımızda, ailelerin yapısı öne çıkar. Ailelerinde mutlu olmayan… Akrabalık bağları kesik olan… Böylece birbirine sahip çıkmayan insanlar, ortaya suçlular, mağdurlar üretir. Allah zina yasağını getirerek, aile birliğini, beraberliğini, sevgisini, saygısını, gücünü ortaya çıkarmakta… Akrabalık bağlarının koparılmamasını sağlamakla, toplumsal gücün çekirdeğini sağlamlaştırmaktadır.
Düşünebiliyor musunuz? Bir aileden, suçlu çıkıyor. Veya bir kız çocuğu mağdur edilerek kötü yola düşürülüyor. Aileler, akrabalar çocukların arkasında olsa, bağlar kesilmese, suç yolundaki çocuklar kurtarılabilir. Kötü yola düşürülen çocuklara sahip olunur. Asla çocukları kimse kötü yola düşüremez. Karşısında ailelerini, akrabalarını bulur. Ama yapılan nedir? Bir aileden suçlu, kötü yola düşmüş çocuklar varsa, önce aileler ret edip akrabalık bağlarını keserler. Sonra bütün akrabalar arkasından lanet okurlar. Böylece toplumda suçlu sayısı artar. Kötü yola düşmüşler artar. Birileri de bunların sırtından çıkar sağlar.
Allah zinayı cana kıymakla beraber tutuyor. Her ikisini Allah’a ortak koşmakla beraber tutuyor. Dikkatle bakıldığında, zina, cana kıymak, akrabalık bağlarını kesmek aynı noktaya geliyor. Zina, zina yapanların, ailelerinin hayatını bitiriyor. Cana kıymak insan hayatını bitiriyor. Akrabalık bağlarını koparmak, toplumun hayatını bitiriyor. Allah ayetlerinde müminlerin oluşturduğu sağlam bir toplum oluşturmanın kurallarını gönderiyor. İnşallah Allah’ın bu yöndeki kurallarının anlamını öğrenir ona göre yaşarız. İnşallah, Allah’ın dinin tebliğ metodunu anlar. Allah’ın tövbeleri kabul eden sıfatını kavrar. Allah’ın emrine uyarak, ailelerimize, toplumumuza sahip çıkanlardan oluruz.
devam edecek.......
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.