- 977 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AĞIZ TADIYLA YALAN
AĞIZ TADIYLA YALAN
Şu Kesikbaş Ömer çok şeker adam... Insanın gözünün içine baka baka öyle güzel yalan söylüyor ki, inanmamak elde değil. Geçenlerde bize geldi. Önce karnını bir güzel doyurduk. Yemekten sonrada çay içerken ocağın içine odunu, çırpıyı koyduk. Kurumuş olduklarından onlarda çıtır çıtır yanıyordu. Bizim Kesikbaş Ömer üşümüş olacak, ocağa doğru biraz daha sokuldu.
Üşümüş herhalde dedik ya, ateşe biraz daha sokuldu. Ocağın yanında duran çubuktan bir tane aldı. Ateşi karıştırmaya başladı. Canı sıkkın gibi görünüyordu. Közleri, çubukları, kütükleri karıştırırken; neredeyse ateşi söndürecekti... Dayanamadım;
„Ülen dayıoğlu, söndüreceksin ateşi!“ dedim. Yüzüme bön bön baktı.
„Bana niye böyle bir soru sordun?“ der gibi yüzüme baktı, baktı, baktı ve;
„Niçin külleri karıştırıyorum? Bilmiyorsun tabii değil mi?“ diye sordu.
„Nereden bileceğim?“ dedim.
Savaş kazanmış mareşal gibi şöyle bir döndü. Yüzünü ciddileştirdi. Kaşlarını birbirine yaklaştırdı. Sol kaşının ucunu hafif havaya kaldırdı. Sonra da teker teker;
„Geçenlerde bizim evde ocağı böyle karıştırıyordum: Biliyorsun benim analık çok zengin bir kadındı. Mübârek her yere altın, gümüş, banknot, para saklamış. Ahıra giriyorsun; el atıyorsun kirişlerin, merteklerin, direklerin arasına; yalanım varsa ölünü göreyim; nah böyle çıkılarda paralar çıkıyor. Kendiside öldüğü için nerelere koyduğu da belli değil. Yine samandamında böyle bir çıkın para buldum. Paraları tanıyamadım. Hepsi yepyeni fakat, ömürleri bitmiş. Tedavülden çoktan kalkmış.
„Sen o evi bir güzel arasan ya! Belki altın filan bulursun!...“ diye öneride bulundum.
„Aramadım değil. Yavaş yavaş arıyorum. Birden zengin olursam; konu komşu ne der bana? Birde zenginlikten dolayı başıma bin türlü bela almayayım.“ diye bana bir de mantıklı bir cevap verdi.
„Bak ben orasını hiç düşünmemiştim. Vallahi haklısın dayıoğlu. Senin bu kadar ince düşünüp, akıllı olacağını bilmiyordum. Helal sana be!...“ diye bir nara attım.
„Yine böyle bir gündü. Hanım ekmek ediyordu. Konu komşuda yardıma gelmediği için ekmeği saçta ben pişiriyordum. Saçın altındaki külleri karıştırırken; ekmek şişi birşeye takıldı. Şöyle bir kaldırdım. Allah seni inandırsın; ekmek şişi bir çömleğin kulpuna takılmıştı. Bunda bir iş var diye düşündüm. Hanıma „Haydi çok yoruldun, sen bir tuvalete git!“ dedim. O da dünden istekliymiş. Hemen gitti. O gidince, oradaki çömleği bir bezin yardımı ile çıkardım. Orta boy bir çömlek ortaya çıktı. Fakat, elimi çömleğe vuramadım. Iyice kızmıştı. Bir testi su devirdim üstüne... Çömlek foşur foşur soğudu. Ağzını açtım: Bir de ne göreyim çil çil altınlar. Allah seni inandırsın; tam yetmiş tane beşi bir yerde. Hanım gelmeden bir keseye koydum ve dışarıya fırladım. Hanımda işini bitirmiş ağır ağır gelmekte. Beni görünce;
„Nereye gidiyorsun?“ dedi. Ben de hiç istifimi bozmadan;
„Muhtar beni çağırmış. Sen ekmeği kendin pişir! Kör Cennet’i çağır. Parasını ben sonra öderim“ dedim. Hanım arkamdan;
„Açlıktan nefesimiz kokuyor. Kör Cennet’in yevmiyesini nasıl ödeyeceğiz?“ diye bağırıyordu. Artık onu dinlemiyordum. Tabana kuvvet koşarak altıncı Kalpazan Arif’in yolunu tuttum. Masasının üstüne beşi bir yerde kesesini boca ettim. Kalpazan Arif, bu kadar çok beşi bir yerdeleri görünce açtı ağzını, neredeyse küçük dilini yutacaktı.“
Bütün bunları bir müddet önce anlatan Kesikbaş Ömer, bu gün bana gelmiş; benden pazar harçlığı istiyordu. Şaşırdım kaldım.
„Hani dayıoğlu, sen geçenlerde yetmiş tane beşi bir yerde bulmuştun ya! Ne oldu onlar?“ dedim.
Şaşırdı kaldı. Hatırlayamadı. Gözlerimin içine bakarak;
„Ne beşi bir yerdesi? Nerede bulmuşum?“ diye sordu. Şaşırma sırası artık bendeydi.
„Ne çabuk unuttun dayıoğlu. Hani ekmek ederken, ocağın içini ekmek şişi ile karıştırıp, küllerin arasında bir çömlek bulmuştun ya...“ deyince;
„Vallahi halaoğlu, sende çok safsın. Hemen her şeye inanıyorsun. Yalandı o beşi bir yerdeler. Sana ağız tadıyla bir yalan söyledim. Inandın mı yahu?
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 27.02.1997 (G.T.sa.12)
YORUMLAR
Yalanın da kuyruklusu böyle oluyormuş demek ki ağabey.
Öyle güzel bir anlatışın vardı ki az daha ben de inanmıştım bu yalanlara...
Fakat yalan güzel olmasa da hikaye çok güzeldi.
Adı üstünde "yalan" işte.
Söyleyeni maskara ettiği gibi söylenen de de maskara oluyormuş...
Selam ve saygılarımla...