- 462 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sensiz, yılan duruşludur dünya! ..
’Sen de değmeden geçersen yüreğime,
vurulduğum dağlardan öfkeyle kalkar,
kınalı saçlarından bir kement yapar,
asarım kendimi yıldızsız bir gecede’..
Sana içimin ürperişleri gibi çağlayan denizlerden bir avuç şiir topladım. Sana sığınışımın alaca karanlık kuşağına belediğim korkularımda, ufkumun sabır ilmeklerini saçlarının incecik tellerine bağlayıp, dağ rüzgârlarının insanın içini titrettiği yayla yollarında hasretini soludum. Yıllara meydan okuyup, aşk’taki bütün sınırları zorlayıp seni aradım, her yaşama sarılışımda.
Sıkıcı bir konserdi yokluğun. Ne düşler görmüştüm oysa seninle, bu sevdanın sancılı kollarında hasretin kopardı gönül salıncağımı. Sen gideli, ekinler taneye oturmadı. Sen gideli kaya oyuklarına gözyaşımı saldım. Acının dalında ağustoslar yaktı ciğerimi sen gideli. Dağlarından yuvarlanmış, sökülmüş tırnaklarım binbir yerinden. Kelepçen sıkar olmuş bileklerimi. Güneş tütsülü gözlerine yüreğimi kurban etmişim sen gideli. Yanmışım, yakılmışım, yalvarıp yakarmışım sırtlan bakışlı, piç gülüşlülere. Sensiz, göğsümü yerinden, etlerimi kaslarından, gözlerimi yuvalarından sökmüşüm.
Yokluğunda, gök mavisini gizlerdi ayın ardına gizlenerek. Çekerdi yalnızlıklara geniş yorganını. Yıldızlar hiddetinden ufalanır yağardı yeryüzünün anlaşılmaz karanlıklarına. Kardelenler ağrılı, sancılı ve kan kızılı bakışlarla uzatırdı gökyüzüne başını. Kısraklar mor memelere yapışır, martılar çığlıklar içerisinde göçlere dururdu. Balıklar nehirlerin bulanığını seçer, tüm çiçekler kuşkulu bakışlarla süzerdi bu yılan duruşlu dünyayı.
Gözlerinin fışkınlarında yeşeren umudumu yanından eksik etme. Ben seni, bulutların kanadında, kurtların yelesinde, heybetle kasılan ulu çınarların gölgesinde, masmavi denizlerin derinliklerindeki gizemli incilerde ve o denizlerin dehlizlerindeki öte dünyaların koynunda taşırım. Nerede bir çift göz görsem seni sararım gönül kuşağıma. Kanayan dudaklarım, kırılan tüm kemiklerim ve saçlarımın tan ağartılarında kıvrım kıvrım hasretini duyarım. Seni anlatan tüm şiirlerimde coşkulu kahkahan duyulur arada bir, ışığın çırılçıplak yürür içerime ve göğsüm yarılır içirdiğin kızılcık şerbetiyle.
Kırılmışım sana. Alnımdan öpmelerin, kardelenlerimi ılık ılık gözlerine gömmenin sonu gelsin artık. Koyacaksan hemen koy bu sevdanın adını, ya da sür vahşi atlarını ülkemin topraklarından başka diyarlara. Yıllardır acının memesine böylesine yapışmışlığımı bitireyim artık, dindireyim senin için çektiğim şu ahiret cezalarını.
Gizli bir sevdanın sancılı nöbetlerindeyim şimdi. Gözlerime her yansımasını çağırdığımda, uçarı bir çocuk gibi oyunlara dalıyor sevdam. Sevgiler sunmak istiyorum ona, hiç üstü açılmamış, hiç yangınları tatmamış, rüyalara karışmamış ve acıları hiç, ama hiç tatmamış. Bal köpüğü gözlerinin gözesinde sular yürüyor içerime, sağanak yağmurlara tutuluyorum ağustos’un bıçkın sıcağında.
Yılanın ininden, yalanın döşünden uzağım şimdi. Çakmak çiğiti gözlerden al yalaz dağların erimiş karları akıyor içime. Kasabalara, kentlere ve karanlığın barındırdığı tüm kıraç mezralara sevda bulutumla yürüyorum. Nehirler dona duruyor aşkımı haykırdığım anlarda. Umarsızlıklarımı, nergis kokulu sevdalarımı, mahpus imgeli aşklarımı sardım çıkınına ve attım paslı, demirden zindanıma.
Bu sevdanın yüreğime sokuluşu tamamlandığında, bitecek somurtkan duruşlarım. Dalga dalga vuruşları tamamlandığında, bu yüreğin kapılarını çaldığında ve ayrılıkları lügatinden sildiğinde, gözlerinin tamtamları ormanlarımı salladığında, yel yüzümü yalar gibi, güneşe yüzümü yeniden döneceğim. Gençliğinin gözesindeki bal çiçeklerini, sevdana vurulduğum yerlere ek dilersen. İçimin yangınlarını görürsen küçüğüm, çiçekli bahçemin havuzunda salınan kuğulara bir avuç yem at. Zeytin gözlerinin masum yuvalarından içime düşen bir çigan müziği olsun istersen dinlediğim. Sen de değmeden geçersen yüreğime, vurulduğum dağlardan öfkeyle kalkar, kınalı saçlarından bir kement yapar, asarım kendimi yıldızsız bir gecede.
Selahattin Yetgin