Sen Bilmezsin
Sen bilmezsin; bizim umutlarımız vardır. Boyları uzun, gölgeleri dünyalar kadardır.
Sen bilmezsin; bizim atlarımız yorulmaz. Kulağına fısıldadığın yere varana kadar durmaz. Hafifçe tırısı, en saf sayılan atların dörtnalasından heybetlidir; bir bacağı başkasının atı kadar kuvvetlidir. Kolay mı sanırsın Ötüken’den Tuna’ya yol almayı? Atlarımız, sizin hayâlleriniz kadardır.
Yine bilmezsin sen; bizim her yerde adamımız vardır. Aklına bile gelmez, en ummadığın, kendine en yakın sandığın adam, bizdendir meselâ. Nâmımız sizin oralara çoktan gelmiştir.
Bizim evimiz at sırtıdır. Acelemiz vardır; daha yapılacak onca iş, gidilecek onca yer, açılacak, şenlendirilecek onca yurt…
Dikkatini çekmiştir elbet. Bizim gittiğimiz yer “şenlenir.” Aldığımızı kat kat vermeyi düstur edinmişizdir, hep bu minval üzere yürürüz. İnsanların gönlünü hoş, karnını tok tutmayı görev sayarız. Bizim işimiz insanladır, fakat sanma ki sadece insanladır. En kurak topraktan ağaçlar fışkırmazsa işimizi becerememişizdir. Dalına konacak gül bulamayan bülbülün derdi bizim derdimizdir. Çöllerde Mecnun Leylâsız kalmışsa bize züldür. Allah zeval vermesin, ebed müddet devletimiz içinde Tanrı’nın hükmünden gayrı hüküm yürütmemeye and içmişizdir.
Bizim ebed müddet devletimiz vardır. Ne zamandan beri var olduğunu bilmeyiz. Ancak biliriz ki, mahşer gününe kadar var olacaktır. Düzenimiz zulmetmek üzere kurulu değildir, en büyük zevkimiz insanı memnun etmektir. Öldürmeyi sevmeyiz, biliriz ki önce insan yaşayacak, devlet öylece yaşayacaktır.
Bir gün dedelerimiz atlanıp silahlanıp çıkmışlar memleketlerinden. Sanma sefillikten, sanma tahribkâr bir hevesle. Önce merak etmişler başka yerleri, memleketleri. Ne var ne yok; görmeye gitmişler. Gitmişler ya, hayret etmişler. Ne kağanları kağana benziyor sizinkilerin, ne milleti millet! Kağan millete, millet kağana dert. Oysa bizde öyle değilmiş, büyükler anlatırlar. Hattâ geçtim büyükleri, eski adamlar bengü taşlara kazımışlar da âleme ibret olsun diye, ebedî olmuşlar. Yola çıkanlar dertlenip sizinkilerin hâllerine, gerisingeri dönmüşler ocaklarına, yurtlarına. Düşünmüşler, “Bu iş böyle olmaz.” demişler. Tanrı’nın vazife verişinin gururuna dalıp kendileri huzura erdikten sonra, başka ülkelere gitmedikleri için sizinkilerin o kötü, acınacak hâle düştüğüne karar vermişler. Atlayıp atlarına, memleketi terk etmişler.
Sen bilmezsin gerçi; kolumuz uzundur bizim, ufkumuz geniştir. Atına binen Türk, dünyayı senin gördüğünden, sizinkilerin gördüklerinden farklı görür, siz bilmezsiniz. Bizim için vatan, henüz gidilmemiş yerdir, o yerlere de elbet bir gün gidilecektir. Bunun için bizim nâmımız sizin oralara çoktan gelmiştir. Ses versek sesimize, bir yandan Tuna, diğer yandan Vey seslenir. Yürüyünce ardımıza Tanrı Dağlarını, önümüze Balkanları alırız. Senin ötesini göremediğin gök, biz yürümeye başladık mı ancak göğsümüzdür bizim, toprakları halı diye yerlere sermişizdir. Başımız göğü aşmış, Tanrı katına ermiştir. Vazifemiz dünyayı Tanrı’nın gönlünce düzenlemektir, gidilmeyen yerlere de elbet bir gün gidilecektir.
Aklın almaz, “Neden bu Türkler, gittikleri yerlerdeki adamlara kötü davranmaz, aldığını aldığı yerde bırakır, tutup kolundan götürmez, neden kötülük etmez?” dersin. Alışmamışsın çünkü, ömrünce görmemişsin bunu. Senin adalet diye taptığın putu, biz mundar sayıp elimizin tersiyle itivermişizdir. Yıktığımızın yerine yenisini, daha iyisini yapmak âdetimiz olduğu için de, size çok şey vermişizdir. Devletleşmeyi bile bizden öğrenmiştir sizinkiler, övünmek gibi olmasın. Sizin şaştığınız, lütuf sandığınız şey, bizim adaletimizdir.
Bizim her yerde adamımız vardır, henüz gitmediğimiz yerlerde sesimiz gibidirler, nâmımızı bizden önce, uzak diyârlara götürürler.
Bizim yorulmayan atlarımız vardır, sırtlarında devlet taşırlar. Tarihimiz, iftihardır.
Bizim, dünyalardan büyük umutlarımız vardır. Gidilmeyen yerlere de elbet bir gün gidilecektir.
Sen bilmezsin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.