- 976 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EYLÜL
EYLÜL
Eylül üzerine kaleme alınmış birçok roman, öykü, deneme ve özellikle şiir sayılamayacak kadardır. Türk edebiyatından tutun diğer tüm dünya edebiyatlarında bununla ilgili pek çok örneği de bulmak mümkündür.
Eylül, tabiatın solmaya, kurumaya yüz tuttuğu, sarardığı, aşkların buruklaştığı, çilelerin yoğunlaştığı ve sevdaların, özlemlerin kavrulduğu andır. Güz mevsimidir. Bir iç çekiştir, kıvranıştır, serzeniştir, doğrusu şüphedir… Acıların doruğunu nasıl ki dağlar, sessizliğin en derin nefesini de rüzgarlar çekiyorsa, eylül de öyle…
Ey eylül! Koca yalnızlık deryası, koca yalan pazarı! Uzay çağının bile tarifini yapamadığı bu engin his… Neden sana bu sitem, neden sana bu haykırış? On sekizlik Ayşe’de, elli altılık ücretli işçi Hayri Amca’da, yetmişlik Seyfi Dede’de, bütün bu doğallığıyla çökmüş ağır bir senfoni.
Ey acılı eylül! Sen ki ak sakallı bilgeleri, şairleri, acılı yürekleri, tarihi utanmazlığınla, tortulaşmış sırlarımı ve acılarımı, yılların gümbürtülerinin içimde bıraktığı hazin çöküntülerini, Karacadağ’ın paslı basamaklı yüreklerinde hapsolan tarihi yalnızlığımı, çaresizliğe ve acımasızlığa mahkum eden sefillik… Sen… “Eylül”…
Oysa şimdi senden çok uzağım. Bütün savaşçılarını kaybeden muharebe komutanının sahte zafer sarhoşluğunu yaşıyor gibiyim. Henüz kaybolmayan ak sakallıyı, yüzü, alnı, ağaç yıllığına dönen; her biri ihaneti, terk edilmişliği, sayısız gözyaşlarının binbir paresini andıran, aslında yıl almamış taze bedenleri; yani Leylaları muhafazaya and içmiş zafer komutanı, o inanç ve yüreklilikle aşkın Promete’si, Eros’un ordularının komutanı, Homeros’un saf ve temiz duygularıyım; yani doruklarıyım Suvar dağının.
Önümde koca bir yol, ardımda bir düzine yalnızlık… Kuzeyimde harp yorgunu insanlar- kendi zaferlerinden eminmişler gibi- savaş marşları söyleyerek bana tırmanıyorlar.
Ve sen Mezopotamya’nın toprağı, suyu, kokusu, hasreti; yani güzel Sibel’i. Savruldun koca metropollerine Anadolu’nun; güzel kokularını bırakaraktan ülkende. Hep eylül hüznünde tattın binlerce yılın “Asuri Şarabını” yok olan, dibe çöken insanını, halklarını…
Ama and olsun! Hüznün utanç verici nemine inat, bütün özlemlerimizle, güzel şarkılarımızla, Fırat ve Dicle’nin kavuşmaktan duyduğu doğal hazzın berraklığına gireceğiz bir gerdek gecesi.
En güçlü silahlarımızla, yıkacağız tabusal totemlerini ve inatla alt edeceğiz karamsar “Eylül gecelerini…”
YORUMLAR
Eylül, tabiatın solmaya, kurumaya yüz tuttuğu, sarardığı, aşkların buruklaştığı, çilelerin yoğunlaştığı ve sevdaların, özlemlerin kavrulduğu andır. Güz mevsimidir. Bir iç çekiştir, kıvranıştır, serzeniştir, doğrusu şüphedir… Acıların doruğunu nasıl ki dağlar, sessizliğin en derin nefesini de rüzgarlar çekiyorsa, eylül de öyle…
..
kutlarım.