- 1505 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SELVİNAZ
Köy, birkaç evden oluşuyordu sanki. Diğer mahalleden uzaktaydı burası. Mezra benzeri bir yerdi. Etrafı dağlarla çevrili bu köy kışın korunaklı olmasına rağmen yazın yaşanmaz olurdu. Köyün aşağısından geçen derenin suları kesilir, baharda yeşeren cılız otlar ve kır çiçekleri mayıs gelmeden kururdu. Ama kışın çevresindeki dağlar rüzgârı engellerdi. Rüzgâr olmasa da kar hiç eksik olmazdı. Zaten cemreler düşmeye başlayınca köyde hareket başlardı.
Bu yıl kış uzun sürmüş, yeni doğan kuzuların pek çoğu ölmüş, cemreler düşeli epey olmasına rağmen çiğdemler ve kardelenler gösterememişti kendini. Güneşi bir görseler hemen göç hazırlığına başlayacaklardı. Hayvanlarına yedirecekleri samanları neredeyse bitmek üzereydi. Köyün bütün erkekleri bir araya gelip bir çare aradılar. Konuştular, tartıştılar, tek çözüm yolu güneş kendini gösterir göstermez erkekler, hayvanları toplayıp yazı geçirecekleri yere gideceklerdi. Kadınlar ve çocuklar ise havaların ısınmasını bekleyeceklerdi. Yaşlı ve hastalarda onlarla birlikte kalacaklardı.
Mart sonu güneş kendini göstermiş, yollar açılmış, hatta dağlarda bile kar azalmaya başlamıştı. Mehmet, her zaman ki gibi öne düşmüş, diğer köylüler arkada yola koyulmuşlardı. Karabaş yine Mehmet’i yalnız bırakmamış, koyunların önünde rehberliğe başlamıştı bile. Geri de kalanlar biraz üzgün ama hayvanlarını daha fazla kaybetmeden , kurtarabilmenin güvenciyle gidenlerin ardından bakakalmışlardı.
Mehmet, köyün çıkışındaki tepeye vardığında dönüp arkasına bir kez daha baktı. Bu kez ayakları geri geri gidiyor, gitmeyi hiç istemiyordu. Çünkü eşi hamileydi, birkaç ay sonra doğum yapacakları. Eşi de gelecekti onun yanına ama yolda başına bir şeyler gelirse diye endişeleniyordu. Bir de gittikleri yer, doğum yapmak için uygun bir yer değildi. Ebe yoktu, hastaneye ulaşmak çok zordu. Yine de Allaha sığınıp yoluna devam etti.
Yola çıkalı 2 gün olmuştu. Artık konaklayacakları ovaya gelmek üzereydiler. Havalar epey düzelmiş, karlar son hızla eriyordu. Bu yüzden yolda birkaç çığ tehlikesi atlatmışlardı. Ama yine de kayıp vermemişlerdi. Hayvanlar da onlar da çok yorulmuşlardı. Uzaktan küçük dağ kulübesi görünce tüm yorgunluklarını unuttular. Çünkü kulübe demek konaklayacakları yer demekti. Oraya ulaştıklarında güneş batmak üzereydi. Hemen hayvanlarını eski ağıla sokup kapısını sıkıca kapattılar. Karabaş ve diğer iki köpek ilk nöbet için yerlerini almışlardı bile. Alışkandılar köpekler, buraya, ağıla ve bekçiliğe. Onlarda tanımışlardı her yıl gelip konakladıkları bu yeri.
Eski ağılların onarımını sabahın ilk ışıklarına bırakıp, büyük bir ateş yakıp geçtiler başına. Açtılar ama çok da yorgundular. Kimsenin ağzına lokma koyacak hali yoktu. Yine de köyden beraberlerinde getirdikleri yiyecekleri açıp karınlarını doyurdular. Herkes üzerine bir örtü çekip olduğu yerde uykuya daldı. Gece zaman zaman Karabaş havlasa da kimse yerinden kımıldamı. Çünkü Karabaş’a çok güveniyorlardı. Yabancı hiç kimse ve hayvan yaklaşamazdı obaya.
Mehmetlerin sağ salim vardıklarını, yerleşip ağılları tamir ettiklerini duyan köydekiler havalarında ısındığını görünce hazırlıklara başladılar. Her şey iyi ve hoştu ama iki sorun vardı. Birincisi okula giden iki çocuk vardı. Daha okullar kapanmamıştı. Onlar ne olacaktı? İkinci sorunda Mehmet’in eşi Emine’nin doğumu iyice yaklaşmıştı. Ya yolda doğurursa… ne olurdu halleri? Buna bir çözüm bulmak zorundaydılar. Sonunda karar verildi. Okula giden çocuklardın birinin dedesi ve ninesi onlarla birlikte kalacaktı. Okul kapanınca da obaya gidecekleri. Emine bir türlü kalmaya razı olmadı. Yolda doğursa da gidecekti. Eşinin yanında olmayı istiyordu. Hem ilk doğumuydu, Mehmet’i yanında istiyordu. İki gün sonra hazırlıklar tamamlandı. Üçüncü gün, güneşin ilk ışıklarıyla yola düştüler. Herkesin gözü Emine’nin üstündeydi. Onu, bir kağnıya bindirmişlerdi. Kağnıyı süren köylü çok dikkat ediyor, kağnıyı taşsız, tümseksiz yerlerden geçiriyordu. Bir günün sonunda ancak yolu yarılaya bildiler. Emine çok yorulmuştu. Doğuma daha vardı ama kendini bir garip hissetmeye başlamıştı. Kimseye bir şey demiyordu. Bebek için hazırladığı üç beş parça bebek giysisinin bulunduğu bohçayı sıkı sıkı tutuyordu kucağında. O geceyi bir köyün yakınlarında geçirmeye karar verdiler. Sabah olunca yola çıkmak üzereydiler ki Emine’nin sesi yankılandı karşı dağlarda. Doğum başlamıştı artık . Erken olması bir yandan yolda olmaları bir yandan herkes de bir panik vardı. Tek sevindikleri şey ise yakınlarda bir köyün olmasıydı. Hemen kağnıyı köye döndürdü arbacı. Köye vardıklarında Emine’nin dayanacak gücü kalmamıştı.
Ne zaman ebeyi buldular, ne zaman Emine’yi ebenin evine ulaştırdılar. Ne zaman doğum oldu, herkes şaşkındı. Artık sayıları bir artmıştı. İçlerinden biri atına atlayıp son hızla Mehmet’e müjde vermek yola çıktı. Geriye kalanlar Emine’yi tekrar kağnıya bindirdiler kucağına da minik kızını verdiler. Etrafındakiler kızına ne isim vereceğini soruyordu. Ama bunu hiç düşünmemişlerdi. Emine yol boyu kardelenleri, çiğdemleri, yeni açmaya başlayan papatyaları gördükçe kızı olursa bir çiçek adı koymayı düşünmüştü. Bakalım Mehmet, ne diyecekti. Ya da kızı oldu diye üzülüp kızarsa düşüncesi de zaman zaman aklına takılsa da kocasına güveniyordu. O, öyle babalardan olamazdı.
Müjdeyi alan Mehmet, yere göğe sığamadı. Hemen atına atlayıp karşılamaya gitti. Çok gitmeden karşılaşmışlardı yolda. Büyüklerin yanında çocuğunu sevmek, eşine sarılmak olmazdı ama kim dinler. Herkesin gözü önünde önce eşini sonra kızını öptü Mehmet. Gözleri ışıl ışıldı. Obaya vardıklarında en güzel çadıra yerleştirdiler, Emine’yi. Hazırlanan yatağa uzanıp kızını kucağına aldığında gözlerinden mutluluk gözyaşları akıyordu. Mehmet, kızını çok sevmişti. Pek çok babanın yaptığı gibi neden erkek değil dememişti. Başkaydı Mehmet, hem de çok başkaydı. Diğerlerine benzemeyen bir yanı vardı. Belki de ondaki bu farklılığa aşık olmuştu Emine, daha Mehmet’i ilk gördüğü an.
Siyah kıvırcık saçları şapkanın altından fışkırıyordu adeta. Köydeki düğüne gelmişti komşu köyden. Köyün bütün kızları kıvırcık saçlarına, bal rengi gözlerine, uzun boyuna, toprağı titreten yürüyüşüne vurulmuştu da o, Emine’den başkasına bakmamıştı. O da köyün en güzel kızı sayılırdı. Beline varan iki örgü halindeki sarı saçları, saçlarının sarılığına inat simsiyah bir çift göz, beyaz teni bir bakanı bir daha bakmaya zorluyordu. Hele Mehmet’le her göz göze gelişinde kızaran yanakları, onu daha da güzelleştiriyordu. Birbirlerine hemen o gün aşık oluvermişlerdi. Şanslıydılar. Aileleri de razı gösterdiler ve bir yıl içinde evlendiler. Önceleri Emine’nin annesi biraz karşı çıktı, Mehmetlerin konar göçer olmasına. Ama baktı gördü kızı çok seviyor, o da sevdi ve rıza gösterdi. İşte şimdi bu aşkın meyvesi kızı kucağındaydı. Çok mutluydu. Ne yaz kış göçmek, ne de dere tepe koyun peşinde koşmak zoruna gitmiyordu. Bunları düşünürken kızına bir isim vermedikleri aklına geldi. Seslendi eşine. Mehmet, koşarak geldi. Yatağın kenarına oturdu. Emine, kızına bir isim koymaları gerektiğini sorunca dondu kaldı Mehmet. Bunu daha önce neden hiç düşünmemişti? Geleneklerine göre büyüklere danışıldı, oturup konuşuldu. Sonra ismi Emine’nin koymasına karar verildi. Hiç beklemediği bu durum karşısında çok mutlu oldu. Hemen düşünmeye başladı. Aklına iki fikir gelince paylaştı eşiyle, kızına ya yol boyu gördüğü çiçeklerden birinin adını verecekti ya da obanın etrafındaki selvilerin adını. Sonunda karar verdi. Kızının adı Selvinaz olmalıydı ki selvi gibi uzun boylu nazlı bir kız olmalıydı. Daha şimdiden çok güzel bir kızdı Selvinaz. Minik saçları babasının saçları gibi kıvır kıvırdı. Teni annesi gibi beyazdı. Gözlerinin ne renk olduğunu anlayamadılar bir türlü. Büyüdükçe değişir dedi büyükler.
Artık bir kişi daha artmıştı sayıları. Selvinaz, uslu bir bebekti. Ama yine de ilgi istiyor, annesini yanında olsun istiyordu. Emine koyunların peşinde koşmuyordu artık. Ara sıra eşine yemek götürmek için uzaklaşıyordu obadan. O zamanlarda da kızını yanından ayırmıyordu. Eşeğin üzerine koyduğu iki sandıktan birine yemekleri, diğerine de kızını koyuyordu. Kızının üzerini bir tülbentle örtüp babasına götürüyordu. Mehmet onları görünce çok mutlu oluyordu. Yine böyle günlerin birinde Mehmet’i derin düşünceler sardı. Kendi böyle kona göçe büyümüş okuyamamıştı. Kızı okusun, şehirde gördüğü doktorlar gibi bir doktor olsun istiyordu. Bunu nasıl başaracaktı, günler geceler boyu içinden çıkamayacağı düşünceli bir zaman dilimi başlamıştı artık. Emine biliyordu eşinin düşüncelerini o da çok isterdi ama nasıl başaracaklarını bilemiyordu. Dünyası kızı olmuştu. Hayran hayran seyrettiği kelebekleri, kır çiçeklerini, dere boyunda seslerini dinlediği yaban bülbüllerinin seslerini unutmuştu. Varsa yoksa kızıydı. Mehmet’de sitem ediyordu zaman zaman, pabucunun dama atıldığını söylüyordu, gözlerinin içi gülerken.
Günler çok hızlı geçiyordu. Yaz sona ererken güz kendini hissettiriyordu. Koyunlar sütten kesilmişler, satılacak yağ ve peynir epey birikmişti. Gençler ürünleri pazara götürürken kadınla ve yaşlılar göç hazırlığına başlamışlardı bile. Emine ise kızı bırakıp hiçbir iş yapmak istemiyordu. Gittikçe güzelleşen Selvinaz, yüzünden hiç eksik olmayan gülücükleriyle herkesi .kendine bağlamıştı.
Ürünler satılmış, oba toparlanmış, göç başlamıştı. Bu kez hep birlikte yola çıktılar. Kış hazırlıklarıyla meşguldu kafalar. Mehmet ise kızını düşünüyordu. Daha çok küçüktü ama büyüyecekti şimdiden bir şeyler yapmalıydı, bir yol bulmalıydı. Mehmet’in düşünceli hali büyüklerin dikkatini çekiyordu. Bir gün yanlarına çağırıp, derdini sordular. Mehmet anlattı birer birer düşüncelerini. Yüzleri asıldı büyüklerin. Şimdiye kadar obadan kimse okumamıştı. Hele de bir kız, ilk okulu bile bitireni çok azdı. Şartları da buna elverişli değildi. Obadaki kadınların hiç biri doğru dürüst okuma yazma bilmiyordu. İlçedeki doktor ve öğretmenlerden başka okuyan kadın da görmemişlerdi. Mehmet hepsini biliyordu ama bir çaresi olmalıydı. Büyüklerine karşı çıkmadı ama boyunda eğmedi. Aklında bir şeyler vardı, mutlaka gerçekleştirmeliydi.
Köye döneli bir ay oldu. Mehmet kafasındakileri gerçekleştirmek için önce köyün öğretmeniyle görüştü. Köyde kimseye bir şey söylemedi. Öğretmenle ilçeye gittiler bir gün. Milli eğitim müdürlüğü ve Halk eğitim müdürlüğü ile görüşmeler yaptılar. Olumlu cevaplar aldı sorularına. Köye mutlu döndü. Öğretmene nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu. Bir akşam yemeğe davet etti, öğretmeni. Köyün ileri gelenlerini de davet etmişti. Epeyce kalabalıkdı ev. Geç vakte kadar konuşuldu tartışıldı. Zor da olsa öğretmen sayesinde ikna edildi, büyükler. Köyde bir okuma yazma kursu açılacak, öncelikle okuma yazma bilmeyen kadınlar, kızlar gideceklerdi bu kursa. Kadınlar biraz korkup çekinselerde sevinmişlerdi gizliden gizliye. Bazıları ne okuyacaklar neler yapacaklar dese de kurs açıldı. Okulun bir sınıfı da büyükler için hazırlandı. Önceleri üç beş kişiydi gelenler. Gün geçtikçe sayıları çoğaldı. Öğretmenin eşi de yardımcı oluyordu kursiyerlere. Köye bir iki gazete de girmeye başladı. Çocukların masal kitapları elden ele dolaşmaktan iyice yıpranmıştı ama bu bile sevindirici, umut verici bir durumdu. Bir gün ilçeden yetkililer geldi, kursu incelemek için. Utandı kadınlar yüzlerini örtmeye başladılar. Utana sıkıla öğrendiklerini gösterdiler yine de. İçlerinde en yüreklisi Emine çıktı. Çünkü eşinden en çok destek gören oydu. Diğerlerinin eşleri bu kursun gereksiz olduğuna inanıyorlardı. Emine, kitap istedi yetkililerden, çocuk bakımı, sağlık, güzel davranışlar hakkında bilgilenebilecekleri kendilerine uygun kitaplar istedi. Yetkililer çok mutlu olmuşlardı gördüklerinin karşısında. Onlara yardım için her şeyi yapacaklarına söz verdiler.
Bir hafta sonra köyün eski minübüsünden inen iki koli dikkati çekti. Koliler açılınca da içlerinden çıkan kitaplar özellikle kadınları çok mutlu etti. Çeşit çeşit, renk renk kitaplar vardı kolide. O günden sonra sırayla bütün kitaplar okunmaya başladı. Kitaplardan anlayamadıklarını da öğretmen açıklıyordu. Bu köy ve köylülerin adı her yerde duyulmaya başladı. Hatta yerel basından görevliler gelip konuştular kursiyerler ve köyün ileri gelenleriyle. İçlerinde homurdananlar olsa da büyüklerin karşısında seslerini çıkaramıyorlardı. Bu işin mimarı Mehmet’ti. Bir çığır açılmıştı obanın ve köyün tarihinde.
Kış böyle geçip gitmişti. Yeniden göç hazırlığı ve göç. Yeniden geri dönüş geçip gidiyordu yıllar. Tek değişiklik çok yaşlı ve küçüklerden başka okuma yazma bilmeyen kalmamıştı. Buldukları her şeyi okumaya, bilgilenmeye çalışıyorlardı. Bu hengamade Selvinaz da büyüyordu. Yaptıklarıyla, yarım konuşmalarıyla zeki bir bebek olduğunu gösteriyordu, şimdiden. Mehmet , düşüncelerinden kurtulamamıştı, kızını nasıl okutulacaktı?
Öğretmen ve yetkililerle konuşmaya karar verdi. Öğretmeni yanına alıp ilçenin yolunu tuttu bir gün. Yolda öğretmene anlattı durumu. Daha dört yaşındaki bir çocuk için endişelenmenin yersiz olduğunu söylese de öğretmen Mehmet’i rahatlatamadı. Milli Eğitim müdürlüğünde uzun uzun konuştular. Yetkililer hem Mehmet’i tebrik ettiler hem de daha erken olduğunu söylediler. Ama Mehmet’in ısrarına dayanamayıp seçenekler sundular. Yatılı bölge okullarından bahsettiler. Yeni yapılacak bir okulun müjdesini verdiler. Kızı okul çağına gelinceye kadar okulun bitirileceği haberine çok mutlu oldu. Bir Selvinaz değil bütün çocuklar okuyabilecekti. Mehmet ve köyün diğer gençleri oklun yapımında çalışacaklardı inşaat başladığında.
Ertesi kış köyde başka kurslarda açıldı. Mesela süt ve süt ürünleri, hazırlama, saklama kursu. Önceleri gereksiz buldular. Ama sonra doğru sandıkları yanlışları görünce sevindiler kursun açılmış olmasına. Artık daha kaliteli ürünler hazırlıyorlar ve daha çok para kazanıyorlardı. Bazı kadınlar dikiş dikmeyi de öğrenmişlerdi.
Son yıllarda bir şey olmuştu. Köy ve oba değişmişti, aydınlanmıştı her yer. Karanlık sokaklar, karanlık ufuklara gün doğmuş aydınlanmıştı. Şimdi yapacakları bir şey daha kalmıştı; köyün çevresini hayvan beslemeye elverişli hale getirebilmek…Bu kez fikir kadınlardan geldi. Artık hayvan ve çocuk büyütmekten, ev işleri yapmaktan başka işlere de yarıyorlardı. İlçe tarım müdürlüğüne gidecekler, mera ıslahı hakkında bilgilenecekler ve köyün çevresindeki meraları düzenlediklerinde göçmeyeceklerdi. Böylece çocuklarının okuması kolaylaşacaktı.
Birkaç yıl içinde bunu da başardılar. Yapılacağı söylenen okul bitmişti. Mehmet ve arkadaşları ücretsiz çalışmışlardı okulun yapımında. Eylül ayında okulun eğitime açılacaktı. Herkes çok heyecanlıydı. En heyecanlıları da Selvinaz’dı. Eline geçen kitapların resimlerine bakarak kendince okuyordu . Elinden kalem düşmüyordu. Evin duvarlarında bile yazılmadık yer kalmamıştı. Önlüğü, çantası, sarı saçlarına bağlayacağı kurdelası bile hazırdı. Babası o da bir de kırmızı ayakkabı almıştı. Böyle bir ayakkabıyı daha önce hiç görmemişti. Şimdiye kadar renkli lastik ayakkabı giyerdi köyde çocuklar. Çamurda başka ayaykkabı giymek zor oluyordu köyde, hele de kışları. Bu ayakkabı çok güzeldi, üstelik parlıyordu da.
Bütün köyün heyecanla beklediği gün gelmişti. O yıl göçmemişlerdi obaya. Artık yerleşik bir hayatları vardı. Emine sabah erkenden kalkıp kızının odasına gittiğinde gördükleri karşısında çok şaşırdı. Kızı kalkmış, giyiniyordu. Her sabah bin bir nazla kalkan Selvinaz’ın bu hali çok güldürdü ikisini de, çok da mutlu oldular. Bütün anne babalar çocuklarının ellerinden tutup okula doğru yola çıktıklarında açılışa daha saatler vardı. Dedeler ninelerde yola çıkmışlardı. Onlar ahir ömürlerinde ilk kez bir okul göreceklerdi. Okul biraz uzak olduğu için at arabaları, kağnılar ve köydeki tek traktörün vagonunda taşındı öğrenciler ve veliler. Okul balon ve bayraklarla süslenmişti. İlçeden gelecekler bekleniyordu. Öğretmenler de gelmişti çoktan. Selvinaz ve diğer çocuklar, çekingen , utangaç ama heyecanlı, sevgi dolu yaklaşmaya çalışıyordu öğretmenlere. Hepsi çok genç hepsi çok heyecanlıydı öğretmenlerin. En çok Ayşe öğretmen dikkati çekiyordu. Köylüler ilk kez kadından bir öğretmen görüyorlardı.
Yükselen toz bulutları yetkilerin geldiğini haber veriyordu. Heyecan doruktaydı. Önce bir kaynaşma oldu okulun bahçesinde. Anneler çocuklarının ellerinden tuttu. Gözler yola çevrildi, sesler kesildi. Kaymakam, Milli Eğitim müdürü, askeri birliğin komutanı, birkaç yetkili daha indi arabalardan. Alkışladı köylüler. Yetkililer birer birer ortaya gelip konuştular. Her konuşmacı köylülere ve özellikle Mehmet’e teşekkür ediyordu. Hatta kaymakam Mehmet’i yanına çağırıp kucaklamıştı. Mehmet, heyecandan ne dediklerini pek anlamasa da gurur duydu kendiyle. Emine’de, diğer köylülerde çok mutluydular. Tören sonunda çocuklar sınıflara alındı. Bazı çocuklar huysuzluk etse de Selvinaz kendi başına koştu Ayşe öğretmeninin gösterdiği sınıfa.
Ertesi gün yerel basında ve birkaç büyük gazete bir haber vardı, kimsenin pek dikkatini çekmese de öğretmen sayesinde köye ulaştı gazete. Okulun, köylülerin ve Mehmet’in fotoğrafı vardı. Haber de bir grup köylünün azminden, aydınlanma çabalarından bahsediliyordu. Ve tüm ülkede örnek alınması öneriliyordu. Bu haberin yer aldığı gazete bir yıl okuma odasının salonunda asıldı. Mehmet, bu haberi her gün yeniden okudu, yaptıklarının ne kadar önemli olduğunu zamanla daha iyi anladı. Koyun otlatmaktan daha başka işlere yarar olmak göğsünü kabarttı. Şimdi köyün hatta çevre köylerin tüm çocukları okula gidebiliyordu. Hatta hayvanları ıslah edilen meralarda otluyordu. Kar kış demeden çıkılan göç yolları çevreyi görmeye gelen misafirleri ağırlıyordu artık.
Mutluydu Mehmet, mutluydu köylüler. Çocuklar mutluydu. İleride öğretmen, doktor, hemşire, avukat, asker olacaktı her biri. Selvinaz’sa veteriner olmaya karar vermişti. Okuduğu bir hikayenin etkisinde kalarak. Koyunları kuzuları iyileştirecekti kendince, yüreğince…