- 659 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 4
Naciye, erken paydos etti. Sokağı işlekti. Odasının manzarası da fena sayılmazdı. İlk anda erkeklerin gözüne çarpıyordu. Bu yüzden de her zaman işler tıkırındaydı. Gavatı ve pezevengi de görevlerini yerine getirme de kusursuzlardı. Odasının aylık kirası, arkadaşlarınınkinden yüksek olmasına rağmen kazancı fena sayılmazdı. Her gün olduğu gibi bugün de sayısız erkek üzerinden geçmesine rağmen; bu gece, farklı olsun,felekten çalacağım bir günün gecesi olsun düşüncesindeydi.
Naciye, yatağın çarşafını, yastığın kılıfını değiştiriyordu. Biraz önce Tırnak Çocuk’la birlikte banyo sefası yapmışlardı. Her çeşit boyanın harmanlanmasından üzerine sinen kokuları gidermek için Tırnak Çocuk’un saçını, başını,sırtını, omuzlarını ilifle bir güzel çitilemişti adeta. Sonra da aynı işlevin kendisine yapılmasını istemişti, Tırnak’tan. Sevişmeleri banyodan sonraya kalmıştı. Her zaman öyle yaparlardı zaten. Her iki bedenin de yabancı kokulardan arınmaları elzemdi.
Tırnak Çocuk, aynada kendisini süzdü. Göğsündeki kıllar,balta girmemiş Afrika Ormanları gibiydi. Vücut, üçgen; pazılar şişkin; dirhem yağ yok,atletik bir yapısı vardı. Diğer taraftan da bakışları Naciye’nin üzerindeydi. Kadın, koltuk altlarına, mahrem yerlerine isterik kokular fısfıslamakla meşguldü. Biraz sonra başlayacak olan arbedeye hazırlanıyordu .
- Bugün, kaç kişi geldi geçti,diye sordu Tırnak Çocuk.
- Saymadım ki, dedi Naciye. Ah şu erkekler, ne arıyorlar biz kadınlardan,anlamış değilim doğrusu…
- Ne bilem Naciye’m. Saksım o kadar çalışsa kerhaneye danışman olurdum da gelenden geçenden para aılırdım. Akıl parası!
Başını, erkeğinin göğsüne yaslarken; pamuk yatağı mübarek, mışıl mışıl uyu, diye mırıldandı. Tırnak Çocuk’un alev püsküren bedeni daha fazla bekleyemedi. Sarmaladı Naciye’yi. Şimşekler çaktı, yağmurlar sağanak yağdı, gel-gitler oldu. Nice sonra fırtınalar dindiğinde; mehtabın parıltısı, perdesiz camdan içeri girip odanın duvarlarında harelendi.
- Bu akşam, ay dede erken çıktı, dedi Naciye. Her ne kadar bu mekanda sayısız papuçlar eskitmiş olsa da duygusal yönü her zaman gizliydi.
Sen ve ben mehtapta/Sarmaş dolaş ateşli kollarda/Kendimizden geçerken vuslatta/ Umururmuzda mı bu kahpe dünya!..
Tekrar daracık yerde banyo yaptılar. Bu sefer iliflenmediler. Cenabetliklerinden arındılar.
- Bu gece felekten çalalım, keyfimize bakalım. Maltepe’de pavyonlardan birirnde kurtlarımız dökelim.
- Emrin olur.
İkisi de raconlarına uygun şık giyindiler. Tırnak Çocuk’un ceketi yine omuzlarından birirnde askılı haliyle yerini aldı. Altın kolye, göğüs kıllarından aşağıya doğru sallandı. Sağ elininin parmaklarından birirnde taşlı altın yüzük. Yumurta topuk, sivri burunlu ayakkabılar.
Naciye’nin kafasında kızıl peruk, deniz yosunu lensli gözler, Çingenevari sallanan küpeler, rimelli kirpikler,yanıp sönen kırmızı dudaklar, göğüsler dekolteli leylak rengi bluz, kalçaları sıkıştıran mini etek, fileli ten rengi çoraplar ve kırmızı sivri topuk papuçlar; tam bir afrodit.
Dışarda aç kurtlar gibi bekleyen ticari taksiye el etti, Tırnak Çocuk.
- Kızılay’ a koçum!
Şoför, çattık belaya, dedi içinden. Avrat bir içim su ya, yanındaki pezevengi olmasa… İte dalaşmaktansa çalıyı dolaşmayı yeğledi.
- Emrin olur ağbey.
Naciye, güvendiği erkeğinin yanında hep susardı.Öyle de yaptı. Dümendeki resisin işine karışmak olmazdı.
Kızılayın kaldırım taşları, derin uykularından uyandılar. Kenarlara çekilen kalabalık, şaşkınlıkla bu ikiliye kilitlenmişlerdi adeta.
Erkeğin her adım atışında salladığı kehribar tesbiğinin taneleri, mermi çekirdeği gibi insanların beyinlerine saplanıyor, yumurta topuk ayakkabılardan çıkan cazırtılar, Mozarttan ezgiler çalıyordu. Naciye’nin de serdiği ihtişam, erkekleri mest ediyordu. Velhasıl, Kızılay’ın kaldırımları, farklı gezegenlerden gelen iki uzaylıyı ağırlıyorlardı adeta.
Lüks bir lokantanın ikinci katında aparat birşeyler atıştırdılar. Sade kahve içtiler. Fincanları ters çevirip telvelerin izlerinden fallar uydurdular.
- Evlenip mutlu olacaz, en az on tane sıpamız olacak. Ve de zengin olup geçmişimizi unutacaz.
Tekrar taksiye binip pavyonların birinde soluğu aldılar. Loş ışıklar altında badigartlarla nabız yoklaması yaptılar.
Locaya geçtiler. Garsonlar, masayı donatırlarken yan gözle Tırnak Çocuk’u süzüyorlardı. Böyle bir mapus kaçkınını ilk kez görüyorlardı.
Yetmişlik aslan sütü bitmek üzereydi. Proğramın da akışı fena sayılmazdı. Şarkılar, türküler, danslar, masalarda anadan üryan oynayan dansözler.
Tırnak Çocuk ve Naciye’nin damarlarındaki kan farklı akmaya başlamıştı. Bu andan itibaren kimse durduramazdı onları. Sahneye fırladılar.
Orkestraya “Angaranın gızları, pır pır eder gazları” nı çalmasını emretti.
Oynadıkça kurtlarını döktüler. Kurtlarını döktükçe açıldılar. Naciye’nin kafasından bir bir silindi kerkanedeki erkek silütleri. Erkeğin hası şimdi karşısındaydı.
Esrik kalabalık adeta çoşmuştu. Böyle bir oynama şeklini ilk kez görüyorlardı. Herkesin dudakları uçukladı adeta.
Adisyon alınmadı, bu ikiliden. Patron, dış kapıya dek uğurladı, müşterilerini. Her zaman mekanımız sizlere açık, Şeref verdiniz bizlere, diye iltifatta bulundu. Nasıl iltifatta bulunmasındı; bir anda sahne atraksiyonu pavyonun atmosferini değiştirmişti. Badigartlar,saygıda kusur etmediler, reverans yaptılar.
Beş yıldızlı otele geldiklerinde gecenin geç saatleriydi…
DEVAM EDECEK...
YORUMLAR
Merhaba Ayhan'cığım, yazını okudukça başka dünyalara dalıyorum.Yabancı gibi fakat,yaşadığımız ortamın ta derinlerinde gizli bir yerde...San ki; Toplumun, günah ve sevap , suç ve ceza ikileminde gizemli bir dünya....
Kardeşin seni candan kutluyorum. Çok güzel gidiyorsun. Devamını bekliyorum.
Selâm ve saygılarımla.....