- 1006 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TOHTUR BEY
Havalar birden bire ısınmıştı. Uzun zamandır tek damla yağmur düşmemiş , toprak şerha şerha yarılmış ve otlar çoktan sararmış, ağaçların dalları buruşmaya başlamıştı. Buğdaylar bu yıl da iyi olmamıştı. Ekinlerin biçilme zamanı gelmiş de geçiyordu bile. Bir sabah çocuklarının ağlamasıyla uyandılar. Odasına gittiklerinde çocuk karın ağrısından şikâyet ediyordu. Kadın panikledi ve efendi çocuğumuz haste hemen tohtura götürek. Adam : “Hanım şu ekinleri de biçek öyle götürek. Zaten bu sene buğdaylar olmadı, onu da biçmeden gidersek biz gelinceye kadar buğdayımız zayi olur. Biliyorsun köyümüz şehre oldukça uzak gittiğimiz gün geri dönemeyiz. Şu işleri biraz toparlayıp öyle gidek hem baharsın oğlumuz iyileşir. Nane gaynat, garın ağrısına eyi gelir. Bu tavsiye çocukluğundan edindiği bir tecrübeydi. Biz güççükken garnımız ağrıdı mı anam nane gaynatırdı heçbir şeyimiz kalmazdı. Bir yerimiz ganadığında ganayan yere bez yahar onun külünü basardık. Kadın, bu duyduklarını pek beğenmemişti bu zaman o zaman değil zaman çok değişti şimdi her şeyin ilacı var diyecekti; ama kocasına da üsteleyemedi. Evde çalışan tek kişiydi yedi kişilik aile onun bileğine bakıyordu. Bütün geçim kaynakları evlerinin arkasında babadan kalma bir kıraç tarlaydı. Bu tarlaya her yıl buğday ekerler samanıyla da hayvanlarının karnını doyururlardı. Evlerinin önünden geçen dere suyunun üzerine yaptıkları toprak havuzda biriken suyla suladıkları küçük bir bahçeleri daha vardı ki orda da sebze yetiştirirlerdi. Ertesi sabah erkenden tarlanın yolunu tutmalıydı. Buğdayın acilen biçilmesi gerekiyordu. Sabah hava serinken başlarsa üç dört günde bitirirdi. Ertesi sabah namazı kıldıktan sonra hava ağarmadan çıktı evden besmele çekerek başladı. Besmelesiz hiçbir işine başlamazdı. Rahmetli anacığı öyle öğretmişti. Besmelesiz başlanan işe şeytan karışırdı ve bereket olmazdı öyle işte. Akşama kadar karınca titizliğiyle çalışmıştı. Eve geldiğinde çocuğun karnının hala ağrıyıp ağrımadığını sordu. Birazcık eyileşir gibi oldu dedi karısı. Adam tecrübelerinin doğru çıkmasına mı yoksa “ babam” dediği oğlunun iyileşmesine mi sevindi bilinmez. Güneş yanığı alnı bu sefer gülümsemeden dolayı kırışmıştı. Akşam yemeğini yedikten sonra iyice ağırlaşmıştı. Yatsı namazını kılsa hemen uyuyacaktı. Namaza camiye gitmeyi düşündü; ama oldukça yorgun olduğu kanaatine varıp bu fikrini beğenmedi. Ertesi sabah namaza yine çocuğun ağlamasıyla uyandılar. Çocuğun hala iyileşmemiş olmasından mıdır yoksa dün tarlada çok yorulmasından mıdır gece hemen bitmiş gibi gözlerini yumup tekrar açmış gibi kısa geldi. Bugün günlerden cuma dedi. Bugün ve yarın da biçersem ekini bitiririm. Pazar günü de köye minibüs olmaz. Pazartesi günü götürek oğlanı tohtura. Getmeliyim!”dedi. Gitmeliydi. Bir kış yiyecekleri ekmeğin ununun ve bulgurun tarladan kaldırılması lazımdı. O günde akşam olmuştu. Bir günlük işimiz galdı hanım dedi. Bir günlük işimiz galdı. Akşam yemeğinin ardından yatsı namazını kıldıktan sonra bir an önce ertesi sabah olsun der gibi hemen uyudu. Cumartesi sabahına da çocuğun ağlamasıyla uyandılar. Çocuk çok halsiz görünüyordu ve yatağına kusmuştu.”Dayan baba!” dedi az galdı. Seni pazartesi günü tohtura götüreceğim. Bu en küçük oğluydu ve rahmetli babasının adını koymuşlardı. O yüzden “baba!” diye severdi onu. Zaten onlarda bir gelenekti bu. Babasının adı da dedesinin adıymış öyle anlatmıştı babası. Hemen tarlanın yolunu tuttu. Giderken kafasında hanımının homurdanması yankılanıyordu. Efendi! Çocuğun sağlığı her şeyden daha möhüm sonra çocuğa bir şey olur şunu bir götürek.”diyordu karısı her sabah çıkarken.Besmeleyle başlamıştı işine.Artık başını kaldırıp nekadar kaldığına bakabiliyordu .İş gözünü korkutmuyor, tarla biçtikçe çoğalmıyordu. Nihayet güneş dağların arkasına saklanmaya başlamıştı ki azıcık bir ekin kalmıştı biçilecek. Bitirmişti tarlayı. O akşam eve ülkeler fethetmiş bir kahraman edasıyla döndü. Nihayet pazartesi günü gelmişti. Sabah kahvaltı yaparken bir yandan da köyün karşısındaki dağlardan aşıp gelen yola düşmüştü gözleri. Köyün yaşlı minibüsü bu dağ yolundan çıkar gelirdi her sabah homurdana homurdana. Hanım çocuğu hazırla minibüs neredeyse gelir. Şafak sayar gibi saydı dakikaları ve sonunda “hah” dedi. Geliyor işte, geliyor. Hemen yola çıkalım. İlçe köye minibüsle yaklaşık iki saatlik uzaklıktaydı. Yollar bozuktu ve minibüs de oldukça yorgundu. İlçeye girdiklerinde şoföre, “ Ali bizi hastanenin oraya götür. Çocuk haste olmuş onu tohtura götüreceğiz.” dedi. Ali, “tamam” anlamında başını salladıktan sonra geçmiş olsun dileklerinde bulundu. Beş dakika sonra hastanenin kapısından girdiler.Evraklarını karşısına çıkan ilk beyaz önlüklüye vererek çocuğunu muayene ettirmek istediğini belirtti.Biraz beklemesini söyledi ve giriş işlemini yaptıktan sonra köyden geldiği her halinden belli orta yaşın üzerindeki yaşlı görünümlü Anadolu köylüsüne beklemesş gereken yeri gösterdi.
"-Şu kapının önünde bekleyin.Birazdan isminiz okunacak."
Az sonra sıra gelmişti kendilerine.Başındaki şapkasını koltuğunun altına sıkıştırarak kapıyı yavaşça tıklatıp ürkek adımlarla içeri girdi.Doktor bir hastaya bir de ailesine baktı.Muayene bittikten sonra bazı tahliller istedi. Öğleden sonra tahlil sonuçlarını alıp getirin ona göre ilaçlarını yazayım dedi. Öğleden sonra tahlil sonuçlarını alıp doktorun odasına girdiler. Kapıdan girerken: Hanım iyi ki şu yeşil kartımız var. Hökümetten Allah razı olsun. Bir kuruş paramız çıkmadı dedi. Doktor tahlil sonuçlarına baktı ve isabetli teşhis koymanın verdiği bir rahatlıkla: Bu çocuk ne zamandan beri hasta ?”dedi. Kadın yaklaşık beş altı gündür böyle tohtur bey.”dedi. Kardeşim bu çocuğu şimdiye kadar niçin getirmediniz? Hastalık iyice ilerlemiş. Kadının yüzünü bir ümitsizlik bürümüştü doktor reçeteyi yazarken başını sağa sola sallayınca. Tohtur bey aha bu herife: Tohtur gıçımızın ağzında çocuğu götürelim dedim, ama beni dinlemiyor ki. Doktor imalı imalı öksürdü; fakat kadın bu öksürmenin nedenini anlamadı. Kocası “Biraz daha oturaklı gonuş gız.”Tohtur beye ayıp oluyor dese de kadın kocasını duyacak durumda değildi. İçini boşaltmak istercesine aklına ne geldiyse söyledi. Doktor reçeteden başını kaldırmadan çayından bir yudum daha aldı ve bir şey hatırlayanlara mahsus bir ses tonuyla “çocuğun ishali var mı? dedi. Kadın hemen atıldı var tohtur bey var olmaz mı? Ne renk diye sordu doktor.”Aha şu içtiğin çayın rengi gibi tohtur bey.”dedi. Reçeteyi kadına uzattı. Kadın kapıdan çıkarken bir kadına bir de elinde tuttuğu ve son kez yudumlamaya çalıştığı çayına baktı. Kadının saflığına uzun uzun güldü.