- 1770 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ali Yavuz: Sevdasi Devrimci Yol
Veli Eskili: Sevdası Devrimci Yol
Hepimizin diline takılı olan, tekerleme gibi dönüp duran, döndükçe heyecanlandıran, döndükçe coşturan, fırtınalar kopartan, öfkemizi, isyanımızı çoğaltan, insani sevgi veren, devrime koşturan, sosyalizme inancımızı güçlendiren ve bizi insancıllaştıran bir şiiri var Can Yücel`in; ne diyor bu şiirinde, anımsadın mı? Hiç anımsamaz olur musun!
Elbette Türkiye’de en uzun koşuysa devrim
O onun en güzel yüz metresini koştu
İlk o fırladı lüverden en sekmez mermisiylen
En hızlısıydı hepimizin
İlk o göğüsledi ipi
Aşk olsun sana çocuk aşk olsun
Acıyorsam sana anam avradım olsun!
Can Yücel bu şiiri sadece Denizler için yazmadı besbelliki, senin için de yazdı her ne kadar seni yakından tanımasa da. Ben bu şiiri her okuduğumda seni buluyor, seni görüyorum.
Hızlıydın, en hızlımızdın. Yürürken bile yolda fark atardın bize. Sana yetişmek için adımlarımızı açardık, koşar adım yürürdük. Konuşurken de öyleydin. Duraksamadan, ıh mıh demeden, lirik bir şiir gibi konuşurdun. Konuşmandaki heyecan bizede geçer deli seyhan ırmağı gibi coştururdun. Seninle konuşan hemen ajite olur Faşizme karşı neşter gibi keskinlesir; ve hiç sönmeyecek olan volkanımızı patlatırdın.
Seni tanıdığım yıllarda tanışmıştım Yaşar Kemal`in İnce Memet romanındaki İnce Memet kahramanıyla. Çok uzun boylu değildin ama ince ve uzundun, zaten İnce Memet`te çok uzun değildi, ince uzundu; ama biz uzun boylu olarak düşlerimizde canlandırırdık. Sen Çukurovanın yetmişli yıllarının İnce Memediydin. Yağız bir delikanlıydın, kıvırcık saçlarınla ne çok sevimli gelirdin bizlere. Diz altına kadar uzanan, kış günleri hiç üzerinden çıkmayan siyah keçeli bir palton vardı, sanada ne güzel yakışırdı, serce gibi ince ve narin bedenini nede heybetli gösterirdi. Konyalıymışsın, çok sonradan öğrendik Konya`lı olduğunu, amma lakin Adanalı gibiydin, bizden biriydin. Ne biz seni garipsedik, öteledik, nede sen bizleri garipsedin, öteledin.
Seni bir kitap okurken hiç görmedim her nedense, taki cezaevinde buluşuncaya kadar. Hanği vakitler kitap okur beyin açlığını giderirdin. Galiba sen de hiç sevmedin bizler gibi kitap okumayı, kitap kurdu olmayı. Eylem adamıydın, kavga adamıydın, hareket nerdeyse sen oradaydın. Anladım ki sen hayatı kavgada, bilgiyi kavgada öğrenen, kavgada bilgeleşenlerdendin.
Seni ne zaman tanıdığımı sormayacağım kendime, sanada sormayacağım. Tarihini ve gününü anımsamıyorum, seninde anımsayacağını sanmıyorum. Yetmiş yedi yıllarında tanıdım seni Atatürk parkının içindeki Halkevinde. Kavga adamısın derken boşuna demedim. Atatürk Parkının yanındaki İktisadi İlimler Akademisindeki faşist işgalin kırılmasında büyük ve yabana atılmayacak emeklerin oldu. Ben henüz 17 sinde bir gençtim o vakitler. Komutan edasına bürünüp bizim kavgalarımızı yukarıdan izlemedin, kavgada hep bizimle birlikte oldun. Faşistlerle kavganı gördükçe sana olan güvenimiz, sana olan sevgimiz çoğaldıkça çoğaldı. Liderliğin en güzel örneğini veriyordun, işte lider böyle olur dedirtiyordun bizlere. Ve ilk kez sen de gördüm nazilerle özdeşleştirdiğim Valter marka tabancayı. Ziyapaşa mahallesinde oturan Mühendislik Yüksek okulunda okuyan, 23 Mart 1978 yılında faşistlerce pusu kurularak öldürülecek olan Aliosman Beydili, Güven Bilgili`nin evindeydik. Akşmadı. Soğuk ve ayazlı bir gündü. Elektirik sobasıyla oda ısıtılıyordu. Aliosman başalan ince belli bardaklarımıza sıcak demli çaylarımızı doldururken neşeli sohbet yapıyorduk, daha doğrusu seni dinliyorduk Ali Yavuz. Güzel bir sohbetten sonra görmüştüm belindeki Valteri, daha açıkcası göstermiştin. Ozamanda bana itici ve sevimsiz gelmisti. Yine dayanılmaz bir merakla bakmak için istemiş, incelemiştim. Ama senin belinede, benim elimede yakıştıramamıştın. Gariptir ama valter tabancasını nazilerler özdeşleştirmişimdir hep. Gecenin ilerleyen saatlerinde birlikte çıkmıştık evden. Ana caddeye kadar birlikte yürüdükten sonra yollarımız ayrılmıştı. Sen geceyi geçireceğin eve, biz kendi evimize gitmiştik.
Duvar yazlamalarına ve afişlemeye çıktığımızda bizi yalnız komazdın hiç; ya duvara yazı yazan ya afiş asan yada tabancanla güvenliğimizi alan olurdun. Varlığın bize güven verir, benim çocuksu korkularımı giderirdin. Halkevinin üst odalarında, Sümer mahallesindeki ortak evimizde bize Halk Savaşını, Silahlı Probağandayı, Öncü Savaşını, Gerilla Savaşını anlatırken Vietnam`dan, Küba`dan, Çin`den, Kore`den örnekler verir, bu ülkelerin gerilalarından biriymişsin gibi anlatır, antırken coşar, coştukçada anlatırdın. Seni dinlerken bizlerde seninle komutanlığında savaşan birer gerilla olur, yankelerin karargahını basar, yumruklu yıldızlı bayrağı alana diker, gururla dalgalanmasını izlerdik.
Yakalandığın günü hiç unutamam Ali Yavuz, hem nasıl unuturum söyler misin? Aptallığıma kızdığım günlerden biridir o gün. Bizi çağırmıştın Saydam caddesindeki Karazincir Pasajındaki kitapçı dükkanına. Yetmiş sekiz Şubatının ilk günüydü. Ne için çağırmıştın, ne söyleyecektin bize, ne isteyecektin bizden? Bunu hiç öğrenemedik. Sabah uyandıktan, Çirkinin kahvesinde simitli kahvaltı yaptıktan sonra Cemalpaşa dolmuşlarından birine binip Küçük saatte inmiştik. Dolmuşa verecek fazla paramız olmadığından Karazincir Pasajına kadar yürüyerek gitmiştik. Pasajın iki girişi vardı. Biz Bitpazarına giden yola bakan kapıdan girdik. Buluşacağımız kitapçı dükkanı pasajın altındaydı, bu kitapçı dükkanını da çalıştıran İbrahim Yücel arkadaşımızdı. Bizim yanımızda da bir silah vardı, dokuz milimetrelik Lamaydı ve benim belimdeydi. Merdivenlerden ağır ağır indik. Sabahın sakinliği vardı pasajda. Olağan üstü hiç bir hareketlilik yoktu. Merdivenlerden indikten sonra kitapçı dükkanına doğru ilerledik. Dünkanın önü boydan camdı, içerisi net görünüyordu. Kapıya doğru yönümüzü dönünce içerideki kalabalığı gördük. Herkesin eli havadaydı, gözüme çarpan bir kaç polis başınızda duruyordu. Yakalandığınızı görünce hemen dönüp pasajdan çıkmıştık. Telaş içinde çıkmamın bir nedenide benimdeki silahla birlikte yakalanmamaktı. Pasajin etrafında dolaştık. Bizim gibi bilmeden gelenleri uyaracak, içeriye girince yakalanmalarını eğelleyecektik. Çok arkadaşımızın içeri girmesini, yakalanmasını enğelledik, bunlardan biride Necdet Erdoğan Bozkurt`un eşi olan Ayşegül`dü. Yarım saat geçmedi polis minübüsü geldi. Sizleri sırayla eli kelepçeli olarak çıkararak minübüse koydular. İlk gözüme çarpanlardan biride sen oldun Ali Yavuz, sonra Haldun Çelik, Erkan Kaylı, Mahmut Hızlı, Hasan Tepebaşı...
Polis minübüsünün içinde emniyete götürülürken yetim bırakılan çocuklar gibi ardınızdan baktık. Siz götürüldükten sonra öğrendik ki biz aşağıda sizi elleri havada gördüğümüz sırada başınızda üç polis varmış. Bu polisleri etkisiz hale getirip sizi kurtarma şansımız çokmuş, bu şansı kullanamamışız; ne acı, ne affedilmez; işte yoldaşım kendime kızdığım noktada burası.
Emniyette sorguda kaldınız günlerce. Sorguda kaldığın sürece tek koruduğun yer başındı. Başına gelebilecek her hangi bir darbe hayatını kesinlikle sonlayabilirdi. Kafa tasında üç santimlik boşluk vardı. Bir talihsizlik sonucu oluşan bir boşluktu bu. Antalya`daydın. Çorum`da aranmaya başlayınca bu kente geçmiştin. Silahları seven biriydin. Bu merakın bir kazaya yolaçtı. Sayısız operasyonlar geçirdin, günler süren tedavi gördün, oluşan kısmi felçliğide devrimci azminle yenip mücadele içinde yeniden yer almaya başladın. İstanbul`da, Çorum`da aranıyordun. Ali Yavuz adındaki sahte kimliğinle girdiğin cezaevinden, sahte kimliğinle çıktın.
Sonra sizlerle cezaevinde iki ay sonra buluştum. Otuz Mart`a iki gün kala yapılan genel bir aramada silah yakalatarak yanınıza geldim, yirmi birgün yanınızda kaldım arka sol koğuşta. Bu yanınıza ilk gelişim olmadı tabii ki, sonraki günlerde de iki kez daha geldim; ikicisinde elli birgün, üçüncüsünde altı ay kaldım.
Uzun süre birin bölümünde dördüncü koğuşta birlikte kaldık seninle; İsmail Şahin ve Mustafa Özenç`te aynı koğuştaydı. O sıralarda kalabalıktı koğuşumuz. İki kişilik ranzalarda üç kişi yatıyordu, yerlerde doluydu. Elli iki kişilik koğuşta en sayımız seksen kişi oluyordu.
Cezaevi yönetiminin denetiminin kırılmaya başladığı dönemdi yetmiş dokuzun son ayları. Seksan Mart`ının ilk Cumartesinde yapılan görüş gününde faşistlerin saldırması sonucunda çıkan, Maraş katliamından dolayı yargılanan iki faşistin öldürülmesiyle sonuçlanan çatışma sonrasında cezaevinde denetim hızla devrimcilerin eline geçmeye başladı, koridorlarda arkadaşlarımız nöbet tutuyor, izin verilmeyenlere kapıları açmıyorlardı gardiyanlar.
Seksen Mart`ın da tahliye oldum ve bir daha yolumuz keşişmedi seninle. Seksen yılı aynı zamanda firarlar yılıydı da. Sadece bizden değil Faşistlerden de çok firar eden olmuştu. Sen de firar edenlerden biri oldun Ali Yavuz.
Vakit gelmişti. Dışarıdan da isteniyordun. İçeriden çok dışarısı sana ihtiyaç duymaya başlamıştı. Soner İlhan bir an önce kaçmanı istiyordu. Bunun üzerine firarını gerçekleştirmek için arka sol koğuşa geçtin. Cumartesi günü kapılar açıldı, görüşmeye gelen görüşçülerin arasına girerek birlikte askerlerin arasından geçerek cezaevinden çıktın. Artık özgürdün, esaret bitmişti. Yeni çalışma alanın Malatya`ydı.
Sonraki aylarda hayalin gerçekleştirecek dağlara çıkacaktın yoldaşlarınla birlikte. Ülkenin bakir dağlarında dolaşırken, devrim için eylem planları yaparken kendini bir kartal gibi özgür hissedecektin.
Aylar sonra geldi Adana cezaevine ölüm haberin. Kavgada senide yitirmiştik, yitirdiklerimize senide katmış, bir yanımız daha boş kalmıştı.
Ölümü yakıştıramadığım kişilerden biri oldun hep, ve hiç bir zamanda yakıştıramayacağım ölümü sana, yanında koşar adımlarla yürüyor olacağım her daim, bunu iyi belle!
Duyduk ki yine bir eylem hazırlığı içindeymişsiniz Malatya`da. Devrimci Yol merkez komitesine yönelik operasyonların yönünü dağıtmak, etkisini azaltmak istemişsiniz. Malatyanın işkencehanesi olarak kullanılan Çarmuzlu karakoluna baskın yapmaya karar vermişsiniz. Planını en ince ayrıntısına kadar da çıkarmışsınız. Hata yapmak ve kayıp vermek istemiyordunuz besbelliki. Son kontrolleri yapmak istemişsin. Karakolun etrafında dolaşıp bölgeyi gözden geçirmek için sokağa çıkmışsın bir başına. Üzerinde kadife pantolon, yine siyah keçe palto, içinde balıkçı yaka kazak, ayağında da sarı Mekap varmış. Karakolun yanına yaklaşınca aramaya takılmışsın. Gelip geçenlerin üstü aranıyor, kimliklerine bakılıyormuş. Geri geri gitmek isterken farkedilmişsin. „Dur“ diye bağırmış eli tomsonlu bir polis. Tüm polislerin yönü sana çevrilmiş o an. Kaçamamışsın. Saklanacak bir yerde, atlanacak duvarda yokmuş. Yakalanmak, teslim olmak istememişsin haliyle. Belinde taşıdığın tabancanı çekip ateş etmek istemişsin. Bu kez sana ihanet eden tabancan olmuştu. Patlamamış, ateş almamış tabancan. Şaşkınlaşmışsın, utanmışsın, gerillalığına yakıştıramamışsın…Seni tabancalı gören polisler dokunmuşlar ellerindeki tomsonlarının tetiğine. Bedenine aldığın sayısını tutamadığın kurşunlarla yere yıkılmışsın Nazım Hikmet`tin ebedi uykusunda gögeliğinde yatmak istediği çıknar gibi.
Seksen Bir On dokuz Ocağında da yine kimliğin meçhuldü.
Can Yücel`in Denizlere dediğini şimdi ben sana diyorum:
„Aşk olsun sana Ali Yavuz aşk olsun!“
Muhittin Coban
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.