- 400 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öğreti
Öğreti
Bir öğretiye adeta saplanmış olanlar, o öğretinin haricinde başka gerçeklerin de olduğunu nasıl fark edecek?
Tüm öğretilerde açıklara uygun tatmin edici gerekçeler üretilir. Kusursuz öğreti olmadığı gibi başka öğretilerin de uygun tarafları vardır. Her öğretide zaman içersinde yenilikler öğreti amacına zarar vermeyecek şekilde uygun bir yere konur. Bu çaba araştırmaya da sevk eder ama öğreticiler yenilikleri kendi öğretilerine uygun hale getirmek istedikleri için bazı gerçekleri görmezden gelirler veya üzerini “Kutsal” kabullerle örtmek isterler.
Olması gerekeni olanla karıştırmamak gerek. Bir idealler var bir de açığa çıkan gerçekler var. Duygusal söylemler idealleri dillendirir. Gerçekler ise çıplaktır, sırıtır. Küpte ne varsa dışa sızan da o dur. Genelde öğretinin sempatizanları, uygulamadaki yanlışları öğretiye değil de uygulayıcıya atarak öğretiyi güya kurtarır!
“Herkes iyi olsa Dünya güzel olurdu!” Bazıları da daha ileri gider “Herkes bizim öğretide olsa Dünya güllük, gülistanlık olurdu!” Her sistem zaten kendi içinde açıklarını bir şekilde kapatır ve her sistem tam uygulandığında düzen sağlanır. Bu aldatıcılık göz ardı edilir. Maksat zorla ya da hile aldatma ile düzen sağlamak olsa bu doğru olurdu. Oysa insan özündeki esmayı yansıtacak bu şekilde tekamül edecek, gelişecek. Sınırsız esmayı yansıtmak sınırlı öğretilerle olur mu? Elbet olmaz, olmamış da. Bu nedenle Yunus Mevlana, Muhyiddin İbn-i Arabi sınırları aşmış.
Günümüzde insanlar ırksal, dinsel, ideolojik ve popüler öğretilerin peşinde savruluyor! Kendi öz potansiyelini çıkaramadığı gibi bağlandığı öğretiye ezbere destek veriyor! Oysa tüm öğretiler insan için, insanı geliştirmek için. İnsanlar amaç araç ikileminde bocalıyor. Amaç öğreti mi, yoksa insan mı? Öğreti mi insana feda edilir, insan mı öğretiye feda edilir? Bu soruları bireyin kendisine sorması ve nerede durduğunun farkında olması önemli. Öğretileri ezbere savunmak karşılığında maddi manevi bir menfaat elde etmek aldatıcı da olsa mümkün. İşte bu karşılık için birey kendi öz benliğini öğreti için feda ediyor. Elde ettiği maddi manevi karşılığın feda ettiği benliğine değmediğini anladığında (belki bu boyutta belki ahirde) Cehennemi bir hali yaşıyor! Bu hali bu boyutta fark edenlerin pişmanlığı da tövbe olarak, bedel olarak görülebilir. Zararın neresinden dönülse kardır.
Bizzat birey kendi algısını oluşturmadığı sürece öğretilere hizmet eden bir konumda kalır. Elbet bunu övenler de olacaktır; “Biz onların ancak ayağının tozu olabiliriz!” diyenler, gerçekten “Hadi ol, zamanı geldi” dendiğinde olacaklar mı? İşte literatürdeki “Lanetleşme” budur. Verilen sözler ve ön kabullerin yapılmadığı zaman veya yapılsa da bir faydasının olmadığının anlaşıldığı zaman ve mekan boyutunda bir lanetleşme söz konusu!
Son tahlilde; birey olmadan toplum olmaz. Birey, kendi öz bilinci ve algısını oluşturmadan da topluma faydalı olmaz! Ezber öğretilerin gönüllü savunuculuğuyla da terakki, gelişim sınırlı olur!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.