- 449 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 7
Ne mantık olarak, ne deney olarak kabul edilmemiş ileri sürüşleri kabul eden inalcılıkla, din ya da yetkelerce ileri sürülen fikirleri kanıt aramaksızın; kabul etmek olan inakçılık; tabiî ki bir şeyi tabu kılışın yansılı doğal sonucu olacaktı. Bu bağlamda Avrupadaki Aristo inalcılığı ve Aristo inakçılığında bir şeyi Aristo söylemişse doğrudura varan bir, Avrupa tutumu idi. Yok bir şeyi Aristo söylememişse, o şey yanlıştır, anlayışı batıya egemen olacaktı. Avrupa’da genelin egemen olan kıyas ve mantığı bu idi.
Bu hal, Rönesans tan sonra doğu toplumlarına geçecekti. İnsanoğlunun dinsel inanmalarına tepkileri nedeniyle de tasavvuf doğmuştu. Tasavvufi inanç ve inançsızlıklarla her iki zıt görüşler, kimi tasavvufi görüşlerde çatıştıştırılacaktı. Kiminde de uzlaştırılacaktı. Kiminde de, inanma inanamama gibi iki ayrı yolda yürünerek geliştirilecekti.
Aklın doğuda kovulması ile tekrar iman gücü baş kaldırıp, bunları bir inalcılık ve inakçılığın özeğine oturtup, tarikat yapılaşmaları ve zıtlaşmalarıyla bir çıkmaza girecekti. Zaman zaman ışık parlamaları olsa da, yol çıkmaz yoldu. Akıl ve bilimdışı idi. Akılsızlığı mantıksızlığı, bir kez iman yapmışlardı. Yol dönülmezdi...”İnandığım için düşünüyorum” denecekti. Yani inandığı gibi düşünmek zorunda idi insan. Aykırısı günahtı.
İslami tasavvuf düşüncesi doğuda, üç ana yoldan gelişip serpilecekti. Bu insanın kendisi ile olan savaşının verdiği mutluluktu. Yıl M.S. 800’lü yıllardı.
Birinci yol Kuran’ın açık prensiplerini önceleyen ve ele alan disiplinlerdi. Bu açık anlamları uygulayan inanır, hem erdemini, hem mutluluğunu, hem imanını gerçekleyecekti. Bu yola, Sünni yolu denecekti. Zahiriliğin (açıklığın) dinsel bilgisiydi (güya ilmiydi). Deney gözlem tartışma içinde olmayışlarla inanılan şey, bilim olamazdı. Ancak, bunların da kendine özgü metodolojileri ve akıl yürütmeleri vardı.
Ancak bu akıl yürütmelerle kimi kez sisteme nefes aldırmalar, biraz olası olabiliyordu. Böylece akıl yürütmenin sistem gerilimini indergeyen subaplar gibi olması; yüzyıllar süresince durumu kurtarır olacaktı. Bu yol kelam yoluydu. Kelamsa (fıkıh) şimdilerde, tümden insanın usundan kovulmuştu.
Birinci yol kelam ve akılcılıksa, ikinci yolda yürüyen bir mümin Kuran’ın hazır yorumlanmış olan anlamlarıyla yetinmeliydi. Kuranın yorumlanmayan gerçek anlamını, Allah bilirdi. Böylelikle kişiler, erdemlerini ve mutluluklarını bunlarla yetindirip, yorumlanmış olan ayetlerin anlatımı ile sağlamak zorundaydılar.
Bu kapı yorum kapısı yolu idi. Yani değişen gelişen insanoğlunun mantığı, inanmaların yetersizliğine karşı, aklını işletişi idi bu. Biz anlayamıyorduk ama derin bilgisi olanlar anlayıp anlatıyorlardı! Ruhban yoktu, ama olsun. Bunca cehalet varken biri bize yorumlamalı, biz de peşinde gitmeli idik. Bu yol da dinsel ilimin, batini oluşla (içsel, gizli) bilgisi diye bilinecekti.
Üçüncü yol da, her iki yolun üstünde bir yoldu. Ne Kuran’ın sözcük anlamlarını kurcalayacaktılar; ne de kuranın yorumlanmış anlamlara kulak asacaktılar. Bu yolla Tanrı düşüncesine sırf kendilerni katıp, Tanrı’ya karışarak, erdemlerini hale yola koyup, mutluluklarını sağlayacaktılar. Bu da arınmış bir Tanrı düşüncesi olan melamilikti. Melamiler, kendilerini aşağılayanların, aşağılamasına aldırış etmezlerdi.
Bu yollardan birincisi, Arpçı düşünme biçimi olarak bilinir. İkinci yol İran’ı, yani İran’ın kendi Mazdeki ve mani kültür sentezinin zenginliği oluşla islamın içinde legalize şekilde filizlenen sürüp gitmesiydi.
Üçüncü yol Türk yoludur. Bu üç yolla bu anlayışlar, yalın kalmayacak, daima birbirine karışıp, çatışıp aşılıp gelişecektir. Artık arı dinden, bir avuç insan kalacaktı. Bunlar sembolik inanmaların çevresinde, örülen müthiş akıl işletmelerinin verimliliği idi.
Her baba yiğit, bu akıl işletmenin harcı olamayacak; bir mürşidine ram olacaktı. Süreç bu idi. Pranga, süreci kendi kuşatmasının altında ezilecekti. Teklik çoklaşacak ve kaoslaşacaktı. Çünkü doğal akış ve doğal dinamik bu idi. Baskılanan hiçbir şey, belli süreler sonundan itibaren buna aykırı olamazdı.
Sonuçta bu üç temel yapılanma altındaki yüzlerce tarikatlardan kimisi, Tanrıdan yola çıkarak Tanrısızlığa varırken, kimi tasavvufi görüş te Tanrı’sızlıktan yola çıkıp, Tanrı düşüncesine varıyordu.
Karmatilik, Şeyh Bedrettin Tarikatı, Babakilik, Bektaşilik, Hurfilik gibi batini disiplinli yapılanmalar, özel mülkiyete Marx’tan çok önce karşı idiler. Fakat çağ ve toplumsal üretim, toplumsal paylaşım, üretim gücü ve üretim teknolojisi seviyesi böyle bir özel mülkiyeti kaldıracak ve karşılayacak seviyede değildir. Sloganları “Her şeye malik ola, bir şeye malik olmaya” söylemiydi. Tarikat merkezi tekkeler bu sloganı, din bilir mürşitlerinin ve inanırlarının inanç DNA’sına, Atomik dizilimle özleştirmişlerdir.
Bir türden olmayacak bu kabil gelişmeler, Yunan’ın düşüncesinden de, nemalanarak serpilecekti. Örneğin, İslamdaki sayı mistikliği olan hurfiliğin temeli Yunan Pitogras (Pythagoras) sayı mistizmine dayandığı gibi, tasavvufun söylemi olan; “Hiçbir şey yoktan var olmaz, her şey tenakuzun varlığı ile gelişir” şeklindeki düşünceleri de Yunanlı Parmenides’le ve Herakleitos’la birleşir.
Melamilik Yunan Kinizm düşüncesinin adeta ikiz bir seyridir. Kinizmle insanlar her şeyden sıyrılır. Köpek aşağılanması gibi oluşla köpeksi yaşama bürünülüşle, mutluluklarını sağlayan bir öğretidir.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.