- 360 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benin Dünyayı Yaşantılımı
Her hayat dünyayı kendi yaşantı düzleminde algılar ve yaşantılaşır. Yaşantılıma, çevrenizi akıl ve düşünce ederek; anlayarak, yorumlayarak, değişip dönüştürerek, yeniden üreterk kendisini de olaya katabilen süreçlenmelerdir. İnsan da dünyayı ve evreni kendi en temel yaşantı düzleminde bakarak yaşantılaştırmıştır.
En temel düzlem bir hücrenin hayatsal olaylarıyla çevrede var oluş düzeni olan enerji girdisi ve atık çıktısı yaptığı düzey içi halin çok hücreli yapı ile haz ve elemi duygu düzeniyle seçme ayıklama yapan yansımasıdır.
Başlangıç hayatının önünde, bu başlanıştı hayat düzleminde; hayatın (benin) dünyayı bilmesi ve yaşantılaştırması için hayatın tüm yaşantılımı; enerji ithali, atık ihracı ve birleşen yapı düzenli haz elem duygusu olan bu ben düzleminden başka, yaşamın dünyayı yorumlayacak hiç bir gerekçesi yoktur.
Bu seyrediş dünyayı yaşantılımlı kılmanın asıl ve temeli olan bir metottur. Dünyayı yaşantılıma eden yapının temelinde bu düzlem vardır.
Bu nedenle, dünyayı yaşantılıma düzleminiz de; kendi egonuzun dışarıya yönelen eğilimleridirler. Kendi egonuz, en az dış dünya olaylarını çevreden kendi içine doğru yalıtmıştır. Bu yalıtım içinde dışta girdiler sağlayan hücre; hücreler birleşmesi içinde giderek karmaşıklaşan ilişki ve bağıntılarıyla dışa yönelme ve içte dinginleşme sürecidirler.
Dıştan olan girdiler kaostuk girdilerdir. Egonuz bununla uğraşmak, bunu bilmek, bunu çözümleyerek düzenli enerji haline getirir. Çözümlenen bir girdi, dış dünyanın da o girdi olan parçasının çözümlenen kısmıyla bilinip tanıması olmaktadır.
Hücre çözümlemesiyle, bilinen, tanınır olan girdi; dışta sağlanır olan bağıntılarına doğru bilmeye de bir merakı eğilim olmaktadır. İşte biz evreni bu meraktı, eğilim içinde bene göre yansıttık. Söz gelimi bir geyik bu ben içindi. Yani bizim içindi. Bene göre çevrenin yaşantılımı geyiğin bu ben içinci oluşuna göre, tekil algılarla yansıdı ve yansıtıldı. Oysa evrenin yansıma ve akışında bene hitap eden yönünden çok çok fazla bir gidişi vardı.
Bene hitap etmeyen hiç bir şey; benin yaşantılıma, alanına giremezdi. Böyle olunca da evreni kendi yaşantılım düzeyinizin dışında oluşla hiç bir zaman, bilemez olacaktınız. Kendinizin benci yaşantı düzeyinizden hareketle eğer olasıysa bir dünya ve bir evren fikri edinecektiniz.
Hani çok güzel bir söz vardır. Tilkinin 40 tane (hile-bilgi) yolu vardır. Kırkı da tavuk üzerine denir. Görülmekte ki kendimizden havale ile tilkinin dünyayı yaşantılaştırmasını çok güzel anlatmışızdır. Bu bizim dünyayı kendi bencilliğimize göre yaşantılaştırır olmamıza dek anlatmanın, en güzel yoludur.
Tekil insan algı ve yaşanılmaları bu nedenle hem çok doğrudur. Hem de hayat ve evren bizden ibaret olmamakla, dünyayı kendi benci açımızdan bakışla yaşantılınması çok yanlıştı. Ama siz madem dünyadaydınız, siz de dünyayı algılamaya, yansıtıp yaşantılaşmaya, bir yerden başlayacaktınız. Bu da kendiniz ve kendi bencilliğinizdi.
Sizi yanıltan kendi bencilliğiniz tüm de, sanı kanı gibi yaşantılaşmanın içinde kalmadı. Bencil düzlemli savlarla önce koloniyel birlikler, grup davranışları, sürü davranışları ve giderek sosyal yapı davranışları ve insanla da; toplum davranışlarına değin gelindi.
İşte şimdiki halde evreni tanıyan güç artık, sosyo toplumsa güçtü. Yani sosyo toplumsa bencillikti. Bu öyle bir güçtü ki akıl sır ermez denli bir fışkırmaydı. Artık evren, ben düzlemi üzerinde imleniyorsa da toplumsal güçle yansıtılıyordu. Bu yaşantılaştırma tipi temel düzlemli bencil ben içinde yoktu. Nasıl olsundu ki?
Artık değil dünyamız, evren dahi yaşantılaştırmamız altına girmişti. Hem dünyanın bene dek girdisi olan kaynaklarının tükenir olacağı kaygısıyla, evreni tanıyordu. Hem de her biri başka başka girişme ve bağıntı düzey ve düzleminin zorunlu bağıntısı olurla evreni yaşantılaşıyordu.
İnsan, ben düzleminden bakışla evrene doğru bir koridor açılmıştı. Ben bu koridordan evrene ve dünyaya bakıyordu. Bu benci koridorla evreni tanıyan insan, artık evrenden de kendisine bakmayı öğrenmişti. Bu insan bambaşka bir insandı. Açıkçası Yeni insandı. Yeni insan sırf kendisinden evrene doğru bakan değildi. Evrenden de kendisine doğru bakan insandı. Ya da yeni insan, kendisinden evrene bakmanın yanına, evrenden kendisine bakmayı bile şiar edinmişti.
Çok insan kendisinden evrene bakmanın düzey ve düzlemi içinde kalışla, her şeyi kendisi için sanıp, kendisini biricik görürken; yeni insan kendisinin biricik olmadığını görüyordu. Yeni insan hayat deyince sadece kendi formunu anlamıyordu. Yeni insan kendi hayat formunun gelip geçici olduğunu biliyordu.
Kendisini biricik gören insan benin eğilim gücü, Tanrı’nın her şeyi kendisi için yarattığını görüşle Yüce Tanrı’yı hizmetine amadeymiş gibi kılmakta olduğunu; bilmez bile. Ona göre eşeği, insanın binmesi için Tanrı yaratmıştı. Haşa Tanrı’nın da hiç işi gücü yokmuş gibi, insanın binmesi için eşeği yaratıyor olmasıyla; insan ben içinciliği içinde, yine güzide insan, susuz kalmasın diye de Tanrı, gökten suyu indiriyordu!
Bu düşünme çevrenin el verdiği oranda, kendi benliğinin hayatta kalması için doğru ve temel bir düşünce iken; aynı açıdan bakış; evrenden dünyaya bakarken evreni tanımanın tasarım yapmanın evrene katılıcı olmanın vs.nin asla bir yansıması değildi.
Ben gücü ile bakılan dünya inancı, bu söylemle ancak nimet ve şükür düzeyi kadar olurdu. İnsanın bulup bunamaması gerekişle, nimetlerin efendisine boyun eğmeliydi. Fazla sorgulayıp nimetlerin efendisinin işine karışılmamalıydı. Çünkü sorgulayan düşünce eylemlerine, sorgu yapılan sistem; henüz cevap veremezdi. Böyle söylemek elzemdi. Tabii ki bu düzlemin nicel birikimleri günümüze yakın zamanlarda daha bir hızlı aşılır olacaktı.
Yine ben düzlemli söylenişiyle insanın dünya yaşantılaşması, karnı doyan benin, hazcı duygusu kadar bir nimeti, yansıtılma olurdu ancak. Gerçi kendisi de bir aslan, bir ayı vs. yaşamların nimeti olmuyor değildi hani! Ama bu durum insanın onlar kadar güçlü olmadığı içindi herhalde. Öyle düşünüyordu!
Oysa toplum gücü ben yaşantılaşmasından hareketle evrene gidip, evrenden de yaşamın kendisine bakabilmiştir. Bir toplumumuz ve toplumsal gücümüz olmasaydı; eş deyişle, toplumsal bilinç ve toplumsal öznemiz olmasaydı; evrenden bakışla, dünyayı yaşantılaşamazdık.
Evrenden dünyaya bakmasaydınız benin saygı duyduğu şeylerin dışında bambaşka konulara da saygı duyamazdınız. Yüce Tanrı’nın gücünü bir başka açıdan yansıtamazdınız. İnsan; bir hücrenin en az dış dünyayı kendi içinde yansıtma ilkesi ile dünyayı doğru dürüst yaşantılaşamaz oluşunun kusurunu (ki kusursa eğer), sosyo toplumsa gücüyle aşmıştı.
Yeni insan koyuna ve elmaya, kendisine nimet oluşun yaşantılıma duygusuyla saygı duymuyordu. Aslında bunlar nimet bile değillerdi. Sistem başlangıç koşullarına saygı duymayı öğrenmişti. Bütünden parçaya doğru inişle, parçanın benci dünyasını yansıtabiliyordu.
Yeni insan, evrenden kendisine doğru bakışı yansıtılması, sadece o parçada yansıyanla bir dünya olmadığını da çok iyi biliyordu. Yüce Tanrı’ya medyunu şükranı, bambaşka yolardandı. Ben düzeyinde oluşla korkan titreyen insan, yeni insan düzlemi içinde; minnetle ve olgunlukla evrene katılıyordu.
Ben düzleminin, dünyayı yaşantılaşması; karnı doyan benin, nimet şükürcülüğünün o yaşantılıma yakınlaşması ile başlayıp; aç kalan, güvende olmayan benin kaygılı yaşantılımdan kaçınıcı duygunun seçiciliği kadar olurdu ancak. Ben düzeyinin bilmesi, haz ve elem duygulu durum düzeyini aşamamıştı. Beyni olan çoğu insan dahi çok kez ve hayatının büyük bölümünde bu duygulara teslim oluyordu.
Haz ve elem (kaygı) durumlarının tetiklemesiyle dünyayı yaşantılım kılan benci insanlık, artık; sosyo toplumuyla, sosyo toplumsa insanlık gücüyle; aklı ve deneysel metotlarıyla, dünyayı yaşantılaşıyordu
24.01.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.