ismini öksüz koydum
Yavru bir kedinin ağlar gibi miyavlamasıyla gözlerimi açtım.
Bir süre dışarıdan gelen bu sesi dinledim.
Ses daha çaresiz olarak çıkmaya başlamıştı, dayanamadım ve nisan ayının kızıla çalan seher vakti, her tarafını dikenlerle dolu salaş bahçeme çıktım.
Mahmur gözlerim, beynimin komutlarına tam anlamıyla yanıt vermiyordu.
Uykulu uykulu sesin geldiği tarafa doğru yürüdüm.
Yarı yıkılmış, bahçe duvarının hemen dibindeki sarmaşık gülün altında, ayakta zor duran sarı renkli, kaplan gibi çizgileri olan yavru bir kedi gördüm.
Ayak seslerimi duymuş olmalıydıki titrek adımlarla bana doğru yürümeye çalıştı.
Her adımında sanki yıkılacak gibiydi, bende ona doğru istemeyerek, adımlarımı attım.
Bacaklarıma sürtünmeye başladı, fırtınaya tutulmuş yelkenli gemi gibi güvenli bir liman bulmanın umuduyla, yalvaran bir sesle gözlerini gözlerime dikti.
Ne yalan şöyleyim, kedilerden hoşlanmazdım, o bacağıma süründükçe, bütün vücudum tarif edemiyeceğim, bir şekilde ürpermeye başlamıştı..
O yalvarır gibi miyavlayarak, bana bakıyor, bende ne yapacağımı şaşırmış,bir vaziyette ona bakıyordum.
Bu arada bacağıma daha kuvvetlice sürtünmeye başladı.
Üşüdüğü titremesinden belliydi, galiba karnı da açtı.
Etrafıma bakınmaya başladım, bu yavrunun annesini arıyordum.
Görünürde bu öksüze sahip çıkacak, başka bir kedi yoktu.
Hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladım.
O da arkamdan, dengesini zor bulan adımlarla, sığınacağı limana doğru ilerlemenin telaşına düşmüştü.
Kapıyı açarak içeri girdim, kapının önüne zar zor ulaşmış ve daha yüksek sesle imdat miyavlamalarını, bana duyurma teleşına düşmüştü.
Elimde süt dolu bir tasla dışarıya çıkarak, tası önüne koydum.
Önce sütü koklamaya ve sonra da o kırmızı küçük dili hızlı,hızlı çalışmaya başladı.
Bir süre sonra, bana minnettar bir bakış fırlatarak yine bacağıma sürtündü ve kaldığı yerden sütü içmeye devam etti.
Titremesi henüz geçmemişti, tekrar eve girdim.
Miyavlamaları ile beni adeta yanına çağırıyordu!
Elbise dolabımın hızlıca kapağını açarak, giymediğim bir şeyler aramaya başladım
ve sonunda aradığımı bulmuştum.
Elimde eski bir kazağım ile kapıdan çıktım ve kapıyı dikkatlice örttüm, çünkü evin içine girerse,ben kendi evime gireceğimi tahmin etmiyordum.
Üzerine yavaşca eğildim, hayatımda ilk defa bir kediye bu kadar yaklaşıyordum.
Ona dokunmadan,tedirgin hareketlerle bu yavruyu nihayet kazağın içine sokmayı başardım.
Çakmak, çakmak yanan gözlerine mutluluğun ışığı düşmüştü ve miyavlamaların yerini keyifli bir mırıltı almıştı.
Kendi kendime söylendim.
Aldın mı başına belayı, sen kim kedi kim?
Yıllardır kedilere karşı fobisi (Ailurofobi ) olan ben, şimdi,bu yavru kediyle istemeden, olsa da korkumu yenme pravoları yapıyordum.
Belki de yufka yüreğim, bana yapmam gerekeni emretmişti.
Bu yavruya isim koymam gerektiğini düşündüm.
Aklıma gelen birkaç kedi ismini söyledim ama ona yakışmamıştı.
Birden! Ağzımdan Öksüz çıkıverdi.
Evet, evet! bu isim ona çok uygundu.
Güzel bir isim bulma mutluluğu içinde, keyifle Öksüze baktım.
Mırıltıları artmıştı ve üşümesi geçmiş, keyfi yerindeydi.
Hiç aklıma gelmezdi bir kediye isim babalığı yapacağım
Ortada bir sorun vardı, daha doğrusu bende vardı.
Ben kedilere dokunamazdım, öksüzü içimden okşamak geliyordu ama elim ona yaklaşınca ateşte yanmış gibi hızlıca geri çekiyordum.
Üst üste birkaç denemem başarısız olmuştu.
Bu sefer gözlerimi kapatarak,kararlı bir hareketle Öksüz’e elimi uzattım.
Elim yumuşak bir şeye değer, değmez, bütün vücudum kasıldı ve mideme resmen kramplar girdi.
Gerilmiş kaslarıma ve midemin göstermiş olduğu reflekse karşı koymak için, organlarımla savaş halindeydim ve bu savaştan sonunda ben galip çıktım.
Rüyamda görsem inanmazdım ama gözler yalan söylemezdi.
İşte! Ellerimin arasında bir kedi vardı.
Evet! Yılların korkusunu, Öksüz o sevimli haliyle bana unutturmuştu.
Cengiz Damar