sadece bir yaban arısı
Başını kaldırıp kaynayan güneşe baktı. Gözleri acıdan kısılıncaya kadar gökyüzüne yapışmış o sarı yumurtadan ayırmadı gözlerini. Işığın kararında olması gerekiyordu. Ne çok sönük ne de çok parlak. Her şeyin azı gibi fazlası can yakıyordu. Ciğerlerine temiz havayı çekti. Ellialtı yaşındaydı ve son on yılını tekerlekli sandalyede geçirmişti. Bir an bir kaza… O gün yola çıkmasaydı, yada sollamasaydı önündeki aracı şimdi başka bir yerde olabilirdi.
Sonra öfkeli bir ses duydu. Başını ses yönüne çevirince kocaman bir yaban arısının mavi havuz kenarından havalanıp hareketsiz çıplak ayakları üzerine konuşunu izledi. Yaban arısı sokmuş muydu? Bunu asla bilemiycekti. Bir arının kendini sokup sokmadığını başkasından mı öğrenmeliydi?
“Düştüğün duruma bak Sadık!” dedi içinden.
Sonra uzanıp gazeteyle nazik şekilde kovaladı yaban arısını. “Hadi, git bakalım kızgın arı.”
Yaban arısı öfkeli fızıltıyla ayaklarından havalandı, kulağının yanından geçti ve başının etrafında birkez dönerek göğe yükseldi. Sadık, kucağındaki küçük çanı salladı ve telaşlı çınlama sesi sonunda evin kapısında bir kadın belirdi.
“Yine ne var?”
“Şirketten aradılar mı?”
“Bilmiyorum, şimdi de sekreterin mi oldum?”
“Songül, başlama yine. Yardımcı kız nerde?”
“Kovdun ya!”
Biraz düşününce hatırladı.
“Bahçıvan nerde?”
“Bilmiyorum.”
“Bu sabah gelmedi mi?”
“Of! Bilmiyorum!”
“İyi çocuk, bahçe işlerine yatkın.” Dedi Sadık, “Hey, Susadım.”
Başını çevirince karısının gitmiş olduğunu gördü. Karın bile seni sevmiyor artık. Her şeyi olan bir adam, şirketlerinde binlerce insan çalışıyor, kapıda görür görmez ceket önünü ilikleyen yüzlerce çalışan… Şimdiyse suya muhtaç yaşlı bir adam…
Vızıltıyla yanından geçti yaban arısı ve havuzun kanarına kondu. Gülümsedi arıya Sadık, “Sıcağa siz de dayanamıyorsunuz…”
Biraz yaklaştı arıya. Yıkanıyor musun? Yoksa klorlu suyu mu içiyorsun? Biraz daha eğildi sandalyesinden. Tam olarak göremiyordu. İşte tam o anda siyah topuklu ayakkabı girdi araya, ve arı kayboldu ayakkabının altında. Başını kaldırdığında Songül gülümsüyordu. Yaptığı işten memnun ayağını kaldırdığında arıdan geriye yeşil ve kahverengi bir şeyin izi vardı yerde.
“Bunu neden yaptın? Sadece bir yaban arısıydı!” diye bağırdı Sadık.
“Yaban arıları zararlıdır.” Dedi Songül.
“Benden daha zararlı olamaz. Beni de öldürücek misin?”
“Sana o arı yuvasını kaldır dedim.”
“Hayır, yaban arıları kendi istediklerinde gelir ve giderler.”
“Havuza giremiyorum!”
“Girme. Denize gir!”
“Of… Ben alışverişe gidiyorum, işte suyun.” Dedi Songül, ve bardağı Sadık’a uzattı. Sadık, içi buz küpleriyle doldurulmuş bardağı aldı. Bardaktaki soğuk suyu hızla kadının yüzüne attı.
“İşte arının intikamı!”
“Hayvansın sen! Geber!” dedi Songül, hızla evin içinde gözden kayboldu. Sadık, gülümsedi ve küçük kolu ileri itince çalışma odasına doğru hareket etti sandalyesi.
Songül, mavi arabasıyla çiftlik evinden yeni çıkmıştı. Çam ağaçları arasındaki noktada ani bir frenle durdu. Başını çevirip ağaçların arasına baktı. Rüzgarın hafif dansıyla sallanan sık dallara odaklandı. İşte o sıra arabanın kapısı açıldı ve içeri bir adam girip yanına oturdu. Songül, irkildi birden. Sonra öfkeyle baktı adama.
Adam, elini kadının beyaz bacaklarına uzattı, beyaz eteğin içinde yukarıya doğru gezindi ve kadını öpmek için eğildiğinde Songül, itti adamı.
“Bugün bu iş bitecek.” Dedi.
Adam, elini kadının bacaklarından çekti. Üzerinde yırtık yeşil tişörtü ve dizleri aşınmış kot pantolonuyla oturan Salih’den başkası değildi. Başını öne düşürdü Salih. Songül, adamın ter kokusunu alıyordu. “Duydun mu beni?”
“Duydum.” Dedi Salih.
“Seni sordu. Sabah neden gelmedin?” Ses yoktu. “Bunu yapmamız şartı mı?” dedi fısıldayarak.
“Evet, başka türlü birlikte olamayız. İntihar gibi görülmeli. Benim başka yerde olduğum kanıtlanmalı. Bugün alışveriş merkezinde olucam. Sen de bugün bu işi bitireceksin. Sonra zengin olucaksın.”
“Ben seni istiyorum.” Dedi Salih, başını kaldırıp Songül’e baktı. Songül, elini adamın yanağına koydu, gülümsedi ve “Önce ondan kurtulmalıyız.” Sonra uzanıp öptü adamı. Mavi araba tozlu yolda gözden kaybolduğunda Salih, evin yolunu tutmuştu.
Odadan içeri girdiğinde Sadık, defterine notlar yazıyordu. Salih, bir süre sessizce durdu adamın arkasında. Sadık, yazmaya ara verdi, “Geldin mi Salih?” dedi.
“Evet.”
Sadık, yazmaya devam etti. Salih, ellerinin uyuştuğunu hissediyordu. Bunu yapabilir miydi? Öldürebilir miydi adamı? Sonra Songül’ü düşündü. O güzel vücudu, ona sahip olmayı, ve bir daha hayat boyu çalışmasına gerek olmadan dünyayı gezebilirdi.
“Yeni tohumlar getirtiyorum.” Dediğinde, yazmaya aralıksız devam ediyordu Sadık. Dolma kalemin kağıttan çıkardığı ses kulak tırmalıyordu. Sadık, masada duran viski kadehini eline aldı. Yudumlayacağı sırada sandalyesi birden hareket etmeye başladı. Kadehi hala elindeydi.
“Ne yapıyorsun Salih?” dedi Sadık. Ses yoktu. Odadan çıktılar. Uzun koridoru hızla geçtiler. “Salih, dur diyorum sana! Nereye götürüyorsun beni?”
Salih, ağzını açmıyordu. Bütün kasları donmuştu. Aklında tek şey vardı. Sadece yapması gereken şeyi düşünüyordu. Ne bir ses duyuyor, nede başka bir şey görüyordu.
Tekerlekli sandalye yüzme havuzunun yanında durunca, Sadık olacakları anladı. Başını çevirdi ve gözlerinde nankörlük karşısında gösterilebilecek en korkunç bakışlarla baktı Salih’e.
“Bunu yapmak zorunda değilsin.” Dedi Sadık. Ses yoktu. Tekerlekli sandalye havuza doğru yavaşça hareket etti. “Salih, geç değil. Çok para veririm sana! Bunu yapmanı isteyenden daha çok.” Havuza yaklaşmaya devam ediyordu. Son birkaç metreydi. Sadık, ölüme birkaç metre yakın olmasına rağmen sakindi.
“Songül mü?” Onun için mi yapıyorsun?”
Tekerlekli sandalye birden durdu.
“Seni vazgeçirmenin bir yolu var mı?”
Ses yok. “O zaman bana bir dakika ver.”
Salih, ilk defa konuştu. “Sadece bir dakika…” dedi.
Sadık, elindeki viski kadehini dikti. Sakalları arasından birkaç damla çenesini hızla geçti ve çenesinden aktı. Mavi ufka baktı Sadık. Yaz gününü saran temiz havayla ciğerlerini doldurdu.
“Tamam, hazırım.” Dedi.
Tekerlekli sandalye hareketlendi ve havuza doğru hızlandı. Kısa bir düşüş oldu. Çok kısa süre suyun üstünde kaldı ve kurşun gibi ağır bir şekilde dibe çekildi.
Salih, havuz kenarına yürüdü. Sadık, hala sandalyedeydi. Sandalyesi yan yatmıştı. Sadece elleri hareket ediyordu. Ağzından çıkan hava kabarcıkları azalırken, elleriyle Salih’e uzanmak ister gibiydi. Sonra hareketler yavaşladı. Vücüdunu terk eden son hayat belirtisi ağzından bir hava kabarcığına dönüşüp suyun yüzeyine çıktı ve dağıldı… Bunlar yaşanırken bir yaban arısı havuz üzerinde dolaşıyordu.
Songül, ifadesini vermişti. Yapması gereken tek şey Sadık’a yakışır bir cenaze töreniydi. Bu işlerle uğraşan şirketler vardı. Mavi spor arabasına bindi. Aynadan makyajını kontrol etti. Sahte gözyaşları makyajını bozmuştu. Sonra gülümsedi aynaya ve gazı kökledi.
Eve dönüş yolunda yaktı sigarasını. Camı açtığı an içeri yıldırım gibi bir şey girdi. Çıldırmış bir şey. Kendini aracın camlarına vurup parçalamak isteyen bir şey. Öfkeli sesi vızıldıyordu. Songül, yaban arısının öfkesinden kaçmaya çalışıyordu. Çığlık atarak ellerini havaya kaldırmış sallıyordu. Mavi spor araba bir sağa bir sola savrulmaya başladı. Ağzındaki sigara arabanın içine düşmüştü. Ve yaban arısı girdiği camdan çıktı. “Yüreğim ağzıma geldi.” Dedi içinden. Sonra yanık kokusu aldı. Sigara ayakları ucunda döşemeyi yakıyordu. Hızla eğildi ve sigarayı aldı. Biri sürekli korna basıyordu. “Gerizekalı! Patlama!” dedi.
Başını kaldırdığında tam karşısında bir kamyon vardı. Kamyon sanki hareket etmiyor aynı mesafede duruyorlardı.
“Tanrım!” Dedi Songül, bunlar hayatının son sözleri oldu. Hava birden karardı. Hiç ışık yoktu. Sadece derin, sessiz ve soğuk bir gece…
Hastane morgunda kocasının yanına yatırıldı. Ve dolap gürültüyle ölü beden üzerine kapandı.