- 1386 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Piyanist
Tavana bakışın kendi yüksekliği vardır: uzun zaman önce öğrenmişti bunu. Kimin söylediğini anımsamıyordu. Aynı bulunduğu yere ne zaman getirildiği gibi… Daha da önemlisi neden bu hücrede bulunduğunu bulamıyordu. Belki bir sabah uyandığında gözlerini burada açmıştı. Veya doğduğundan beri burada yaşıyordu. Doğru düzgün bir şey hatırlamasının başka da bir nedeni olamazdı!
Uzandığı yerden kalkıp etrafına bakındı: hiçbir şey değişmemiş diye geçirdi içinden. Yeniden uzandı. Tavana bakmaya başladı. Boşluklardan damlayan su taneciklerini izlemeye koyuldu. Düşen her damlayı zemine kadar izliyordu. Düşüp de yerde parçalanınca başka bir damlayı aramaya koyuluyordu. Yeni damlanın öncekinden farksız bir şey yapmasını umuyordu. Boşlukta asılı kalabilirdi mesela… Veya zemine çarpınca zıplayıp yeniden tavana ulaşabilirdi. Oysa her defasında aynı şey oluyordu. Her ayrı damla aynı eylemi gerçekleştiriyordu. Ne anlamı kalıyordu ki damla olmanın?
Sıkılıp ayağa kalktı. Akşamın olmasını bekliyordu. Yerden bir hayli yüksek olsa da pencereden ışığın devinimlerini görebiliyordu. Sabahın ilk anlarında cılız bir aydınlıkta buluyordu kendini. Penceren süzülen toz zerrelerinin marifetiydi onun için sabah. O ışık farklı bir güne uyandığını hissettiriyordu ona. Gerçi gördükleri aksini iddia etse de o bir farklılık olduğunu hissedebiliyordu. En azından daha yorgun olduğunu hissediyordu.
İşte böyle bir günde piyano çalmaya karar verdi. Bulunduğu hapishanede ondan başka kimse olmadığından nasıl talep edeceğini bilmiyordu. O yüzden yatağın kenarına astığı anahtarla hücresinin anahtarını açıp bomboş hapishanenin içinde bir süre dolandı. Hapishane müdürünün odasına girmenin yasak olduğunu bildiğinden oranın yakınlarına bile yanaşmadı. Bir piyanoyu bulabileceği tek yer atölyeydi. Kendisi de zamanında o atölyede çalışmıştı. En azından öyle anımsıyordu. Hatırladığına göre bir hayli kalabalıktı o zamanlar hapishane. Kendisi de mutluydu o durumdan. Kimseyle konuşmasa bile istediği zaman konuşabileceği birileri vardı etrafında. Sonuçta kalabalığın kendi mesafesi vardı.
Atölyeye girdiğinde piyano olarak sökülmüş eski püskü ir şey buldu. Telleri, pedalları yoktu. Tuşlarıysa son derece sağlamdı. Söktüğü tuşları yanına alıp hücresindeki yatağının altına özenle yerleştirdi. Bir süre ne yapacağını bilmez halde hücrenin içinde gezindi. Bir gün duvara çentik atarken kazara parmağını kesti. Hızla kendini revire sevk etti. Bildiği kadarıyla kendine ilk müdahaleyi yaptıktan sonra uzman görüşü için beklemeye koyuldu. Kimse gelmeyince önemli bir şeyi olmadığını düşünüp yeniden hücresine kilitledi kendini. Bu olayın ona imlediği önemli bir şey olmuştu: piyanoyu nasıl yapacağını anlamıştı. Netice itibariyle her acının kendine has bir anısı vardı.
Yapacağı şeyi bir kaza sonucu keşfetmesi onun açısından çok önemliydi. Bu vesileyle Tanrı’nın hâlâ ondan umudu olduğunu anlamıştı. Artık duvarlara çentik atmakla uğraşmayacaktı. Kollarında açacağı yarıklara tuşları yerleştirecekti. Böylece piyanoyu istediği zaman çalabilecekti.
Piyanoyu yapım süresi bir hayli uzun süreceğinden bu esnada nota da öğrenebilirdi pekâlâ. Toplam seksen sekiz tuş vardı. Her gün bir tuş ilave edeceğinden –neredeyse- üç ay sürecekti piyanonun yapımı. Hapishanenin küçük kütüphanesinden alacağı nota eğitim kitabıyla da boşta kalan zamanını değerlendirebilecekti.
Koluna attığı ilk çentikte bir hayli zorlanmıştı. Bunda amatörlüğünün de payı vardı tabii… Vurduğu neşterle kolundan bir et parçası almıştı ama açtığı bu boşluk tuşun sığabileceği bir alan değildi. O yüzden yarığı genişletmesi icap ediyordu. Birkaç küçük yanılgının ardından tuşu koluna yerleştirebilmişti. Diğer tuşları takarken daha kolay yapar olmuştu. Günler geçtikçe de piyano yapımında tam bir uzman olmuştu.
Sabahın ilk ışığıyla koluna attığı çentiğin ardından kitabını alıp nota öğrenmeye başlamıştı. Sanıldığından daha karmaşıktı. Notaların bile anahtarları vardı. Kim bilir onları kimler hapsetmişti bu seslere. Yani her sesin kendine ait bir sesi vardı.
Nota eğitimini tamamladıktan sonra kaldığı hücrenin duvarlarına eşit aralıklara sahip beş çizgi çizip kendince bir nota kâğıdı oluşturdu. Her duvar artık sevdiği melodilerle dolu olacaktı. Küçük çekiciyle duvara kazıdığı bu melodilerin çokluk sahi Beethoven oluyordu. Beethoven’da anlam veremediği bir gizem vardı.
O akşamki heyecanının nedeniyse sabah kalktığında son tuşu yerleştirecek olmasıydı. Hücresi her haliyle hazırdı. Tek ihtiyacı olan bir sabahtı artık. Sabah olunca da son tuşu yerine koyabilecekti.
Her iki kolu da tuşlarla dolmuştu. Güneş batıp da yatağına uzandığında gözlerini piyanosundan ayıramıyordu. Bu kimsenin sahip olamayacağı türden bir piyanoydu. O zamana kadar nasıl olur da kimsenin hayal edemediğine aklı ermiyordu.
Gece olup da uyuduğunda kendini bir piyanonun başında bulmuştu. Kocaman bir salondaydı. Tüm koltuklar insanlarla doluydu. Sahneye çıktığında herkes onu alkışlamaya başlamıştı. Bu sahnede duygulanmıştı. Ağlamamak için kendini zor tutmuştu hatta. Sandalyesini dikkatle ayarlayıp gömleğinin kollarını dikkatle sıyırıp derin bir nefes alıp çalmaya başlamıştı. Kimden çaldığını hatırlamıyordu. Gerçi bunun bir rüya olup olmadığını da anımsamıyordu. Sonuçta her rüyanın kendi belleği vardı.
Sağ elinin parmaklarını sol koluna, sol elinin parmaklarını da sağ koluna yerleştirerek çalıyordu. İzleyenlerse hayranlıkla onu izliyordu. Parçasını bitirip de ayağa kalktığında salon alkıştan yıkılacak hale gelmişti. Bu sefer kendini tutamayıp ağlamaya başlamıştı. Hatta seyircilerden birkaçı da bu sahneye dayanamayıp ağlamıştı.
Yatağından kalktığında güneşin cılız ışıklarını camda görüp hızla ayağa kalktı. Artık piyanosunun son tuşunu yerleştirebilirdi. Yatağın altından son tuşu ve neşteri aldı. Tuşu yatağın üzerine yerleştirip neşterle kolundan bir parça eti aldı. Bu kesik tam da tuşun sığabileceği kadardı. Acıyla dişlerini sıkıp derin birkaç soluk aldıktan sonra tuşu dikkatle yerleştirdi. Biraz bastırıp bir müddet bekledi. Acısı heyecanı kadar yakın değildi o anda ona.
Yavaşça yerinden kalkıp hemen karşısındaki duvara baktı. Parmaklarını tuşlara yerleştirdi. Çalmak için hazırdı o an. Tam parmakları tuşlara değecekti ki bir anda anımsadı neden hapiste olduğunu. Durup duvarlara ve piyanosuna baktı. Gülümseyerek çalmaya başladı. Sonuçta her hatırlama yeni bir unutmaydı…
YORUMLAR
yara terbiyecisi
glenay
Bir adım atmaya ürküyoruz belki,
valla dışardakiler pekte güvenilir değiller..