- 854 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞIKLIK GELENEĞİ VE GELECEĞİ (Zülfü yare dokunmak)
Türkçe konuşan bütün topluluklarda olduğu gibi, bizde de aşıklık kültürü ve geleneği yüz yıllardır devam etmektedir. Mahiyetleri farklı olsa da, bir takım özellikler bütün topluluklarda aynıdır. Halkın bizzat içinden gelmek gibi, kentten çok taşraya ait olmak gibi, Herhangi bir musiki aleti eşliğinde, mutlaka yüksek sesle söylemek gibi, maharetlerini icra ederken özel kıyafetler giymek gibi ortak özellikleri sayabiliriz...
Ülkemize gelindiğinde de, bu genel özellikler, yakın zamana kadar çok değişmemiştir, kıravatlı aşıkları görmeye alışsak da. Anadolu’da aşıklık damarı iki ana koldan süre gelmektedir. Birincisi, ilahi yazıp, söylemekle edebiyatımızda kendisine yer bulan tasavvuf şiri ve şairliği. İkincisi ise, badeli ve badesiz olarak kendilerini tanıtmayı uygun bulan, içinde tasavvuftan nüveler taşısa da, daha çok halkın; zamana uygun düşen sıkıntılarını, günlük yaşamda ki geleneğe ters düşen çelişkileri, devlet ve halk arasında daha çok adalet konusunda kendisini açığa vuran, uyuşmazlıkları konu alan temsilcisi olan aşıklar yoluyla, sazlar ve sözlerle maksat ve meramını anlatan gelenektir.
Benim bu yazımda üzerinde daha çok duracağım; birinciler değil, daha çok ikinci guruba dahil olan halk aşıkları olacaktır. Kısaca bazı çevrelerin ozan, bazı çevrelerin doğrudan aşık olarak tanımladığı ve adlandırdığı gelenek sahipleridir.
Konuya genel yargılardan daha çok, kendi tecrübem, gördüklerim, yaşadıklarım ışığında bakmak istiyorum. Geçmişte, hatta yakın geçmişe kadar çok ciddi, halkın zihin dünyasına mıh gibi yer eden temsilciler yetiştiren bu geleneğin, giderek zayıfladığını yazık ki, ben uzun zaman içinde bizzat gördüm ve yaşadım. Neredeyse, Anadolu’nun bir bölüm ve bölgesine sıkışmış, kendisini gerçek anlamda, televizyon ve radyoların verdiği desteğe rağmen ki, tanıtım için çok önemlidir; bu gelenek kendisini gerçekleştirme adına yenileyememiş, pasif bir konumda kalmış ve kalmaya devam etmektedir. Konya Aşıklar Bayramı gibi özel günler ayrılsa ve kutlamalar, yarışmalar yapılsa da, eski ağırlık ve konumunu koruduğunu kimse iddia edemez. Değerli aşıklarımıza sorsak; belki kendilerince bir yığın haklı, haksız gerekçeler ve nedenler sunabilirler, ancak görünen yüzüyle, konusuna tam hakim, deruni, kültürlü, okuyan-araştıran, kendini geliştirmeyi bir borç bilen ciddi temsilciler kalmamıştır. Değerli aşıklarımız bunu genel anlamda kullandığımı takdir ederler.
Bu gün kimse, bir Şenlik, bir Sümmani, bir Celali, bir Veysel, hatta bir Mahsuni, Reyhani, hatta Çobanoğlu olduğunu söyleyemez. Peki, halkın dertleri mi bitmiştir ? Günlük yaşam aşıkları yaralayan anlamda tahrip etmeden mi değişip, gelişmektedir ? Devletimiz dünden daha mı çok adildir ? Halkı soyup soğana çevirenlerin kökümü kesilmiştir ? Hayır ! Hiç biri bitmemiştir, ama, aşıklık geleneği bitmek üzeredir. Bazı aşıkların dünyasına dair konular, mahiyet değiştirse de, artarak devam etmektedir oysa...
Yeniden dirilir, halkın ve toplumun dünyasında gerçekten yer alırlar mı ? Yine büyük temsilciler çıkarırlar mı? Bundan ben şahsen çok emin değilim. Çünkü bu potansiyeli ortaya koyacak ceht ve çabayı, gerçek anlamda görmüyorum. Mevcutların çoğu, eskiyi zayıfça taklit eden konumdadırlar. Hepsi, ancak usta malı şiirler söyleyip çalmaktadırlar...Dahası, düzgün bağlama çalan bir aşık görmedim bu güne kadar. Nedense aşıklarımız bu zahmete girmemektedirler...Çok güçlü ve kalıcı şiirler yazanlar da yok denecek kadar azdır. Benim gördüğüm en büyük eksiklik; kültürel bir çabayı göze almamaları...Hiç birinin yeterince okuyup araştırmadığını, eskilerin üzerine bir şey koyma çabasına girmediğini yazık ki, üzülerek görüyoruz...
Elbette hiçbir şey olmuyor, olmadı demiyorum. Ama birileri bu kabuğu mutlaka kırmalı ve aşıklık geleneği herkesin ve kesimin nezdinde eski şaşaalı günlerine mahiyet değiştirse de kavuşmalı, kavuşturulmalı... Bu değerli kültür geleneğinin tüm olumsuzluklara rağmen ihtiyaç olmaktan çıktığını düşünmüyorum...
Hayrettin YAZICI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.