- 776 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
dinsizin hakkından imansız gelirmiş
Kasabada herkes ona “şeytan Ahmet” derdi. Hâlâ da öyle bilinir ya… Kısa sürede akıl almaz işlerdeki şeytanlığı adını kasaba hududu dışına taşırmıştı. Şeytanlık sınır filan tanımazdı; şeytanlık bir ülkeden başka bir ülkeye pasaportsuz girebilirdi. O dışta değil, içte beyinde taşınırdı. Babası bile, onun için on yaşındayken şöyle demişti; “Bu çocuk ilerde çok hin fikirli biri olacak hanım… Bunu şuraya çizerek söylüyorum… Bir gün kocam dediydi dersin.“ Yanılmamıştı da. Zaman onu haklı çıkartmıştı, haklı çıkartmaya devam edecekti.
Şeytan Ahmet uzun boylu, kıvırcık saçlı biriydi. Kalın kemer burnu, ablak suratını süslerdi. Gök mavisi gözleri şeytanca parlardı. Gülünce ağzındaki altın kaplama dişleri parıldardı. Şeytanca gülmeyi fırsat bilip, bolca dişlerinin reklamını yapmıyor da değildi… Çünkü kasabada tek bir Diş Kliniği vardı, o da kardeşindi. Ama o dişlerini parlatmayı ve dişlerin üzerini altınla kaplatmayı bedavaya getirtmişti. Kasabada başını şeytan Ahmet’in çektiği „altın diş modası“ yüzünden Diş kliniği önünde uzun kuyruklar oluşuyordu. Ahmet bu işten oldukça memnun gözüküyor, “bir taşla iki kuş vurmak buna denir“ diyordu. Müşterilerin günden güne çoğalması hem kardeşinin, hem de kendinin yararınaydı. Dişçi kardeşi olsa da, bu onun yüzde onluk komisyon almasına engel değildi yine de. İş başka kardeşlik başka bir şeydi, ona göre. İkincisi altına olan rağbet, kuyumcuya da iyi kâr getiriyordu. Kuyumcu ile yaptığı bir anlaşma sonucu paranın bir kısmı kendi cebine giriyordu. Para için yapmayacağı şey yoktu. Kurnazdı, üstelik matematikten iyi anlardı. Mavi gözlerindeki kurnazlık pırıltısı sürekli yanıp sönüyordu. Burnu hassastı, iyi para kokusu alırdı. İşin doğrusu elini suya-sabuna değdirmeden cebini şişirmesini iyi bilirdi.
Daha on yaşlarında var yoktu, kasabanın kuytuluklarına, koruluğa dadanır olmuştu. Çünkü orada akrabalarından gizlice ‘’Flört“ eden âşıklara rastlar, onlardan para ve yiyecek ya da ufak-tefek hediyeler kazanmasını bilirdi. Hele bir vermesinler sıkıysa, hemen o saatte tüm kasabanın diline düşer ağızlarında sakız olarak çiğnenirlerdi.
Neredeyse tüm kasabadaki esnafla anlaşması vardı, onlara müşteri götürür el altından komisyonunu alırdı. Kimsenin yakındığı yoktu zaten, Alan memnun veren memnundu çünkü. Hem kime şikâyet edecekti ki kasabalı. Bir olay vuku bulsa, emniyet müdürü oracıkta bitiveriyordu hemencecik. Haklı olarak adı „yıldırım“a çıkmıştı emniyet müdürünün. Bundan da müthiş gurur duymuyor değildi hani. ’’Bu işte şeytanın parmağı vardır’’ diye düşünmüyor değildi kasabalı. İşkilleniyorlardı ama ispat edemiyorlardı bir türlü.
1990 yılı şeytan Ahmet’e yaramadı. Aynı yıl babası vefat etti. Ölüm demek, paranın elden uçması, masraf demekti. İlk önceleri istemeye istemeye Levazımcıya gitti, babası için gerekli tüm malzemeyi satın aldı. Ama ‘başkasına alıyorum’ diyerek komisyonunu almayı ihmal etmedi. Levazımcı gerçeği öğrenince, sinirinden gülmüştü yalnızca. Cuma namazında Levazımcıyla göz göze gelmemeye çalıştı, kaçtı hep ondan.
Kasaba halkı yaz gelince, kasabanın dışına taşınırdı. Üzüm, karpuz, kavun, domates, tütün toplarlardı. Şeytan Ahmet buraya da el atmış, tarla sahipleriyle önceden anlaşmış, gündelikçilerin yevmiyesinden para kazanır olmuştu. Bu işten kazanılan parayı, ‘Haksız Kazanç’ olarak görmez, “gemisini yürüten kaptandır“ derdi hep.
Bir gün bir iş dönüşü eve mutsuz bir hâlde döndü, nedeni maddi değil hissiydi. Bir köy güzeliydi onu hisli kılan, üzüntüye boğan. Köy güzeline bostanda rast gelmiş, hemen oracıkta vurulmuş, tutulmuştu ona. Yürekti bu, sevebilirdi. Araya büyükleri koydu, kızı istetti ailesinden. Verdiler kızı. Hangi köylü kızı kasabaya gelin gitmek istemezdi ki. Kız kasabaya gelin gidecek, köydeki ağır işlerden kurtulmuş olacaktı hem. Gözünde hep canlandırdığı kasaba yaşamına kavuşmuş olacaktı hem de…
Derken düğün hazırlıkları başladı. Şeytan Ahmet esnafla kıyasıya pazarlık yapıyor, ucuza kapatıyordu alacaklarını.
Rahmetli babasından kalan evi kontrole gitti bir öğlen üstü. Ev virane olmuştu, yıllardır ihmal edilmişti. Gördüğü manzara içler acısıydı. Tavanda aşağı sarkan kontrplaklar çürümüş, her yanı örümcek ağları sarmış, çır çır öten yağsız kapı menteşeleri, yer yer sıvası dökülmüş sararmış duvarlar, pis ve bakımsız bir bahçe, sulanmayan, kurumaya yüz tutan ağaçlar.
Burnunun direğini kıran pis bir koku da işin çabasıydı. Bu ürkünç görüntü, yıldıramadı onu. Hemen işe koyuldu, kolları sıvayarak. Yanına bir kaç yardımcı işçi aldı, evini kısa bir sürede adam akıllı hizaya soktu. Ağaçları aşılattı. Bahçeye yeni fidanlar ve fideler dikti. Bahçeyi çapaladı, toprağı ayrıksı otlardan temizledi. İşçilerin birlikte çalıştıkları adamın Şeytan Ahmet olduğuna bir türlü inanası gelmiyordu. Onu ilk kez böyle canla başla çalışırken görüyorlardı. Daha önce kurnazca çakan mavi gözler, şimdi yanındakilere sevgiyle, dostça bakar olmuştu. Bu hâli eski hâline benzemiyordu hiç. Yine de işçiler bir adamın kısa bir süre içinde değişeceğine inanamıyorlardı. Gerçi Şeytan Ahmet ne hırsızdı, ne de kimseyi kötü yola itmişti. O yalnızca aracıydı, komisyonculuk yapardı. Hem ne yapsaydı zavallıcık?! Ruhunda vardı bu onun, vazgeçemiyordu.
Derken dillere destan bir düğün ve muhteşem bir törenle evlendi. Karısı onu kısa bir süre içinde çözdü; nasıl bir yaradılışa sahip olduğunu gözlemledi. İç güzellikten, ruh güzelliğinden anlamadığını fark etti ama yine de vazgeçmedi ondan. O evine, karısına bakıyordu. Bir dediğini iki etmiyordu. Bu da yetiyordu kadına. Önemli olan buydu zaten.
Evliliklerinin ilk aylarında döl tuttu kadın. Karnı günden güne büyüyordu. Komşusu Cemile kadın, ’’Toprak iyi ama’ diyordu şeytanın karısı için. Toprağa dökülen tohuma ise “yaramaz’’ diyor ve sağda solda dedikodusunu yapıyordu.
Karısının gebe kalmasına seviniyordu Şeytan Ahmet. Bu gebelik açılacak yeni bir kazanç kapısı demekti. Kasaba yerinde bu kez bahisçilik hortladı. Bahis kendisinin doğacağı çocuğu üzerineydi. Doğacak bebe, kız mı yoksa oğlan mı olacaktı! Bahsin mihenk taşı buydu artık. Bahse katılanların sayısı gün be gün artıyordu. Bunda da kendi tuttuğu 100 kadar çığırtkanın etkisi fazlaydı. Çığırtkanlar, kahve kahve, dükkân dükkân, pazar pazar, ev ev dolaşıyor ve bahsin iyi bir kazanç kapısı olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Hamileliğin sekizinci ayına doğru bahisçilerin sayısı bine varmıştı neredeyse. Şeytan Ahmet hâlinden memnundu bu sayının iki bine çıkmasını arzuluyordu. Fazla adam fazladan para, gelir demekti onun için. “Kız“ olur diyenlerin sayısı 400, “Oğlan“ olur diyenlerin sayısı ise 600 kadardı.
Aklına gelen ilk planı düşünmeden uygulamaya soktu hemen. Fısıltı Gazetesi sessizce Şeytan Ahmet’in karısını şehre götürdüğünü, orada röntgene soktuğunu, çocuğun cinsiyetinin ‘Kız“ olduğu haberini yaymağa başladı. Bunda başarılı oldu da. Kasabalı için kesin bir haber iyi bir kazanç demekti! Herkes parasını bahiste ‘’Kız“ için yatırmaya başladı. Her yerde konu doğacak olan bebecikti. Kadınlar çocuklarını ayaklarında ve beşiklerinde sallarlarken, söyledikleri ninnilerin bazı yerlerinde ufak değişiklilikler bile yapmışlardı.
‘’Dandini dandini destana,
Danalar girmiş bostana
İnşallah kızı olur şeytanın eee... eeee.
Kocam tüm parasını yatırdı kızına... eeee. Eee “
Kız olacak haberini duyan kasabalıların dışında bile gelip bahis oynayanlar vardı. Şeytan Ahmet bile ortaya attığı, kendi yumurtladığı yalana inanır olmuştu. Elindeki tüm servetini “kız”a yatırdı. Bu hareketi diğer bahisçileri kamçıladı.”Erkek” olacak diyenler bile paraların büyük bir kısmını bahisten çekip “kız”a yatırdılar.
Kasaba hareketlenmişti. Ortaya bunak bir ihtiyar çıkmış,”erkek olacak” diye bağırıyordu: ”Bire on veriyorum.” Ama onu dinleyen, takan yoktu.
Beklenen gün gelip çattı, kadının doğum sancısı sıklaştı, evde doğum yaptırmak en iyisiydi. Hem hastane masrafından kurtulmak demekti. Kadın doğum sırasında dayanılmaz sancılar çekiyor, acıdan kıvranıyor, acısını bastırmak için dudaklarını ısırıyordu. Ebe bir sağa koşturuyor, bir sola... Etrafındaki kadınlara emirler yağdırıyordu. Ebe “ yavaş yavaş nefes al-ver” diyordu.”ıkın ıkıııın... Geliyor bebek ha gayret, biraz daha sık dişini.” Kadını sakinleştirmeye çalışıyordu ayrıca Ebe.
Dışarıda kapı önünde bekleşmekte olan yüzlerce meraklı insan vardı, sayı git gide artıyordu. Onlar beklemekten dokuz doğuruyorlardı âdeta.
İçerden bir bebek sesi duyuldu, ses dışarıya taştı, yerini ciyaklamalara bıraktı. Herkes taş kesti, sustu. Ortalığı derin bir sessizlik sardı.
Kapı açıldı, ebe elinde kundağa sarılı bebek ile göründü. Gözleri şeytanı arar gibiydi:“Babası koş babası… Nur topu gibi bir oğlun oldu.“ diyordu.”Müjdemi isterim!”
“Yandım anam!” diye bir ses duyuldu. Ardından bir ağaç kütüğü gibi yığıldı olduğu yere. Seytan Ahmet’ten başkası olamazdı bu. Ebe sevinçten, bayıldığını sandı onun. Ama yanılmıştı. Olayın “ince” yanını bilemezdi. Hem nereden bilecekti ki kadıncağız? Onun görevi kadın doğurtmaktı, bahisçilik değildi. Kalabalık arasında fenalaşanlar, bayılanlar oldu; “ah kalbim, bana bir şeyler oluyor!” diyenler, hatta aralarında dili tutulanlar oldu. Arı kovanını andıran bir uğultu vardı. Ebe elinde bebek, şaşkınlıktan iri iri açılmış gözlerle dışarıyı izliyordu hâlâ.”Bana yavrumu getirin, göreyim!” diye seslenmese anası, ebe oracıkta dinelecekti hâlâ...
Kadın ağlayan yavrusunu bağrına basmak isterken, bir yandan da içten içe seviniyordu. Sevinmesi yerinde bir davranıştı. Kocasının ne denli hin fikirli olduğunu biliyordu. Bir gün kocasından “anneme gidiyorum “diye izin almış, doğruca Kadın Doktoruna gitmiş, orada gizlice röntgen çektirmiş, oğlu olacağını öğrenmişti.” Dedesiyle birlikte (kasabadaki bunak ihtiyar)kocasına,”bir oyunda biz oynayalım ona. Hep o hin fikirli olacak değil ya... görsün gününü..” deyip işbirliği yapmışlar. Birlikte uygulamaya sokmuşlar planlarını. Tuttu da planları...
Bir gün sonrasıydı, doğumun. Şeytan Ahmet ortalarda yoktu, kendine gelememişti hâlâ. Bunak ihtiyar, yan odada bahiste kazandıkları para tomarlarını sayarken, oldukça keyifliydi; bir gözünü kısmış, torununun viyaklamasına aldırış etmeksizin,” Eee damat efendi;” diyordu kendi kendine. Sinsice gülerek ”Nasılmış? Ne demişler damat efendi,” dinsizin hakkından imansız gelirmiş.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.