köy
“Hala böyle konuksever insanlar olduğunu bilmek güzel.” Dedi Aslı.
Yatakta uyuyan karısına baktı Cenk, gülümsedi. “Burası Anadolu, çok normal. Hala sapağı nasıl kaçırdığımı bilmiyorum. Yüz kez geçtim o yoldan.”
“Olsun, en azından geceyi geçirecek bir yer bulduk. Bu köy olmasa, böyle sisli bir gecede nereye gidecektik? Arabada yatmak zorunda kalırdık.”
Ne iyi kadındı karısı. Hiçbir durumdan şikayet etmezdi. Onu tatil diye kendi
memleketine sürüklemesine ses çıkarmamıştı. Herkes gibi deniz kenarında bir tatil istemez miydi? Ne şanslı adamsın dedi içinden.
“İyi geceler.” Diyerek öptü karısını.
Gece, sis içinde bekleyen yirmi haneli köyü avucuna aldığında ay siyah bulutların arkasında kalmıştı. Köydeki tüm saatler 03.30’da teklediğinde Aslı gözlerini açtı.
Evinde, yatağında değildi. Bir köyün misafir evinde olduğunu hatırladı. Başını çevirip kocasına baktı. Uyuyordu. Ağzından çıkan buhardan ısının düştüğünü anladı. Bir kapı yada pencere mi açıktı? Tüyleri ürperdi. Üşümüştü. Çıplak ayaklarına dokundu. Buz kalıbı gibi hareketsizdiler. Yataktan çıktı ve pencereye yürüdü. Kapalıydı. Tek kat misafir evi köyün avlusundaydı. Sisin içinde belli belirsiz meydandaki çeşmeyi görebiliyordu. Aslı, perdeyi örteceği sırada birşey dikkat çekti. Küçük bir çocuk, sisin ortasında hemen çeşmenin yanında duruyordu. “Çocuk ne işin var bu saatte dışarda senin?” dedi içinden. Birden köpek sesleri yankılandı boş meydanda. Ağlayan çocuğun sesini duyabiliyordu. Hızla yatağa, kocasının yanına geldi. Birkaç kez dürtmesine rağmen Cenk, derin uykusundan uyanmadı. Gözlerini açmadan. “Ne oldu?” dedi uykulu sesle. “Dışarıda bir çocuk var.” Gözleri biraz aralanmıştı.
“Ne çocuğu? Saat kaç?”
“Üç buçuk.”
“Yat hadi. Kimse yoktur. Sis var dışarıda.” Dedi ve sırtını döndü.
Tekrar pencereye gittiğinde çocuk hala oradaydı ve ona bakıyordu. Çocuğu olmayan bir kadın ve çocuk sahibi olamadığı için hissettiği duygusal yaranın kabuğu yırtılmıştı. Ağlayan çocuğun sesine daha fazla kayıtsız kalamadı. Ayakkabılarını giydi ve evin kilitli demir kapısını açtı.
Soğuk hava yüz yakıyordu. Sırtına aldığı siyah kabana sarınarak sis içinde yol bulmaya çalışıyordu. Kalın sis parçaları köyün sokaklarında dönerken Aslı, çeşmeye yürüyordu. Sis perdesi biraz aralanınca çocuğu tekrar gördü. Çocuk bu kez arkasını dönmüştü. Ağlaması kesilmemişti. “Hey çocuk! Bu tarafa gel.” Diye seslendi. Ancak bir cevap alamadı. Sonra kalın bir bulut tabakası içinde kaldı. Hiçbir şey göremiyordu. Sadece çocuğun zayıf sesini ve çeşmeden akan suyun sesini işitiyordu. Sis biraz dağılınca hemen ayaklarının dibinde bir karartı belirdi. Sivri dişlerini gösteren köpek havlamaya başladı. Aslı, refleksle kendini geri çekti. Köpek hızla uzaklaştı oradan. Bir süre sakinleşmek için durdu. Az daha kalbine inecekti. Çeşmenin yanına geldiğinde çocuk ağlamaya devam ediyordu.
“Çocuk, gel buraya. Ne işin var bu saatte dışarda?”
Çocuğun yanına yürüdü. On yaşında bir erkek çocuğuydu. Üzerinde beyaz bir önlük vardı. Omuzlarından tutup çocuğu hızla kendine çevirince sarı saçlı, güzel bir oğlan çocuğu olduğunu gördü. “Ailen nerede? Evini göster.” Dedi Aslı. Çocuk başını yavaşça kaldırdı. Aslı, çocuğun ayaklarına bakınca gülümsedi. “Ayakkabılarını ters giymişsin.”
Ve çocuğa ayakkabılarını doğru giydirmek için önünde yere çöktü. Eski potini çıkardığında şaşkındı. Çocuğun çıplak ayağı tersti. Ayak parmakları olması gerektiği gibi değildi. Hızla diğer ayakkabısını çıkardı. Gözlerine inanamadı. “Ne oldu sana çocuk?” dedi başını kaldırırken. Çocuk Aslı’nın arkasında bir şeye bakıyordu. Artık ağlamıyordu. Aslı, yavaşça ayağa kalktı ve arkasındaki şeyin varlığını ense kökünde hissederek çok yavaş bir şekilde arkasına döndü.
Geceyi yırtan bir çığlık duyuldu.
Cenk, gözlerini açtı. Başını çevirdiğinde Aslı, yoktu. Hızla çıktı yataktan. Pencereye gitti. Sis dağılmıştı. Saate baktı. Beşe geliyordu. Koşarak çıktı evden. Çeşme başında Aslı’ya aldığı siyah kaban yerde duruyordu.
Jandarma karakolunda ifadesini vermişti. Asker bir bardak sıcak çayı Cenk’in önündeki hiç dokunulmamış soğuk çayla değiştirdi.
“Merak etmeyin. Tüm ekipler aramaya seferber edildi.” Dedi karakol komutanı.
“Karım nereye gider? O köyde bir yerde olmalı. Bunu yapanları bulun!”
“Siz biraz dinlenin.”
“Karım bulanana kadar hiçbir yere gitmiyorum.”
“Anlıyorum.” Dedi komutan ve odadan çıktı. Başka bir odaya girdi.
Telefonu kaldırdı ve bir numara tuşladı. “Bindokuzyüzkırkbeş” dedi. Kısa bir bekleme sesinden sonra cevap geldi.
“Evet, efendim.” Dedi komutan. “1945’te olan aynı vaka. Bu kez odakta çocuk kullanıyorlar. Evet, efendim. En son on yıl önceydi. Şimdi yeniden başladı. Evet, bu kez son kurban kadın. Bu ay üçüncü kişi. Evet, efendim. Karantina emrini veriyorum. Merak etmeyin efendim. Bu bölgeden hiçbir şeyin dışarı çıkmasına izin vermeyiz. Emredersiniz.” Dedi ve telefonu kapattı. Telsizi bir frekansa ayarladı ve hazırda bekleyen birliklerine emir verdi.
“Kod kırmızı-kara19şahin45”