- 1963 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ilk buluşma
Agâh:
Bu gecenin neden bu kadar uzun olduğunu bilmiyorum. Yatağıma sığamıyorum. İçimde yabancılaştığım karartıların, kalın sislerin ardından bir türlü çıkamıyorum. Boğazım kuruyor. Dilim uyuşmuş bir şekilde ağız boşluğumda gelişi güzel, çelimsiz bir çocuk gibi yatıyor. Belki de dilim ağzımın içinde yok kim bilir !
Belki de benim şu an yaşadıklarım birer kabus. Bunu duvar saatinden sarkan akrebin kuyruğu, yelkovanın endişeli bakışlarıyla ellerini ovması da destekliyor… Tamam, daha önceden de uykusuz gecelerim vardı. Seni düşündüğüm zamanlarda, başını alıp giden, hiç de sahibine bağlı olmayan, düzensiz ve eksik zamanlarımı göz kapağım içine hapsettiğim…
Bunu seninle olan buluşma heyecanıma bağlıyorum. Nihayet aylar sonra seni ilk kez göreceğim. Aslında hep bugünün provasını şekillendirdim kafamda. Seni görür görmez koşup sarılacaktım. Öyle sıkı sarılacaktım ki; değil senin sarılmama karşılık vermeye, şaşkınlıktan nefes bile alamayacaktın. Ne kadar sarılı kalırım sana bilmiyorum. Bir saat, iki saat, üç saat… Sana olan hasretimi bastırabilmek ve içimde özlemlerinden yanan biri olarak bunun saati, günü, ay’ı var mı diye düşünüyorum şimdi. Belki bir anda sarılır, seni havaya kaldırır, kendi etrafımda çeviririm. Senin çığlıkların, martıların çığlıklarıyla birleşir. Marmara daha bir berraklaşır. Nazlı nazlı salınır dalgalar. Kıyılara vurarak tebessüm eder….
Ve aklımda daha nicesi…
Ya sen? Sen ne düşünüyorsun acaba? Benim gibi susuzluktan çatladı mı dudakların? Dilin damağın kurudu mu? Alnının ortasına şakaklarından koşar adım gelen ağrılar peyda oldu mu?
Yatağında yatıyor; uyuyor musun? Yoksa benim gibi ne yapacağını bilmez bir halde odanın içinde dolanıyor musun?
***
İşte orada. Bir bankın üzerinde oturup, denize dönmüş yüzünü. Öylece oturuyor. Yeni mi geldi acaba? Çok beklettim mi? Çok beklettiysem, kesin bana kızar. Ama daha randevu saatine çok var.
Dünyada ki her şey silindi. Sadece gökyüzü, mavi, dalgalı deniz, martı çığlıkları. Ve tüm sessizliğini kuşanmış, yapayalnız, ürkek bir kuş kadar suskun sevdiğim. Karşısında ki kız kulesine bakarken ne hissediyor acaba? Dalgaların, kayalıklara vururken, ince bir yağmur çisesi gibi üzerine sıçramasına kızıyor mu?
Üzerinde siyah bir paltosu var. Ahh nasılda yakışmış. Ayağında uzun, siyah çizmeleri. Başına şarap kırmızısı bir şal takmış. Rüzgar her estiğinde alnından ve omuzlarına düşen buklelerini açıyor sonra tekrar kapanıyor; gonca bir gül gibi, sabah güneşiyle açıp, akşam güneşiyle uykuya dalan...
Kızıl saçlarının kendi içinde kıvrılmış bukleleri…Avucumun içine alıp öyle çok öpmeyi istiyorum ki onları. Her biri bir yana uçuşan; kızıl bukleler…
Kokusu bir çiçek bahçesi gibi olmalı. Ya da elmalarla dolu mahzen. Belki de belki de çilek kokularının o ilkbaharda pervane gibi etrafa dağılmış kokusu sinmiştir, kim bilir?
Aramızda yüz metre var. Ayakkabımın sesini mümkün olduğu kadar duyurmamaya çalışıyorum.
Ellerini birbirine mi kenetlemiş ? Tedirgin mi? Endişeli mi? Bir belirti, bir iz arıyorum. Kendini ele vermiyor. Bunun için sanırım gözlerine bakmalıyım. Adımlarımı küçük küçük atarak ilerliyorum. Pantolonumun paçasına yoldan geçen arabanın pervasızca sıçrattığı bulanık sular geliyor. Tam ağzımı açıp söylenecekken; beni duyacağından ürküyorum. Pantolonuma sıçrayan suları temizlemekten vazgeçiyorum…
Elindeki poşetten çıkardığı simidi, ayakuçlarına kadar yaklaşan martılara atıyor. Başını bir an çevirecek gibi oluyor. Kalıyorum o an. Kalbimin, kaburgalarımı yumruklayarak atmasına engel olamıyorum. Sanki duyacakmış gibi geliyor…
Joêlla:
Bu gece ay soluk yüzünü bir kez daha örtmüş. Siyah bulutlar en yakın sırdaşı…
Bahçede ki dut ağacının yaprakları dökülünce, çaresizliğin verdiği çıplaklığından utanır bir hali var. Gecenin saat ikisi, her yer karanlık ve buna rağmen utangaç bakışlarıyla, rüzgârın her sert esişinde bir o yana bir bu yana devriliyor. Toprağa değmekten son anda kurtarıyor kurumuş ince dallarını…
Nefesimden buğulanmış camı; avucumun içiyle araba sileceği gibi bir sağa bir sola çevirip siliyorum. Onu düşünmemek için aklımı başka şeylerle oyalamaya çalışıyorum. Bahçe kapısına yaklaşan iki gölgeyi takip etmek istiyorum. Meraklı bakışlarımdan eser yok. Kimse, kim bu saatte! Biraz telaşlılar mı ne?. Arkalarından bakıyorum. Kısa olanın ayağı aksıyor. Diğeri ondan biraz daha uzun ve zayıf. Karanlığın içinde, yolun sonunda kaybolup gidiyorlar…Önce kendileri sonra sokak lambasının kirli sarı ışığında uzayıp silinen gölgeleri…
Hala uyumayı bekleyen gözlerime; hangi masalı ya da hangi filmin en hüzünlü sahnesini anlatsam ya da bir kitap alıp okusam mı diye düşünüyorum. Evet evet kitap okumak her zaman uyku için en iyi ilaçtır. Bunun aklıma gelmesi iyi oldu. Kütüphanemden hangi kitabı seçeceğime karar vermeye çalışıyorum. Daha önce de birkaç kez okuduğum Sergüzeşt’te karar kılıyorum… Komedinin üzerinde ki lambanın düğmesini açıyorum. Karanlığa alışmış gözlerim, parlak sarı ışığa aniden bakınca kamaşıyor. Gözlerimi sıkıp, başımı sağ omzumdan aşırıyorum. Sıktığım gözlerimi yavaş yavaş açarak, yatağımın içine doğru ittiğim vücudumu, başımı koyduğum yastığımla destekliyorum…
Kitabın ilk sayfasını okudum, on beş, yirmi iki, yirmi altı.. Ama daha önce okumuş olmama rağmen bile hiçbir şey aklımda yer etmiyor. Hiç bir cümlesini benliğimde toparlayamıyorum.Uykudan hiçbir eser yokken. Kendimi yorgun hissetmediğim halde; algılamakta zorluk çekiyorum.
Gözlerimin önünden bir türlü gitmiyor. Aklımdan çıkmıyor… Acaba, uyuyor mudur şimdi? Ya da uyanık benim gibi heyecanlı mıdır? Aylar sonra birbirimizi ilk kez göreceğiz. Evet, aylar sonra. Birbirine âşık ama hiç görmemiş; sadece resimlerinden birbirini tanıyan iki kişi…
Bu bir ilk gibi geliyor bana. Yani birbirimizi görmedik ama çok şey paylaştık. Yeri geldi güldük. Yeri geldi ağladık. Birkaç saat sonra ki buluşmayı aylarca hayal ettik. O bana sarılacaktı. Bende… Burada hep bir ikilemde kaldım. Sarılır mıydım bende? Yoksa çekimser mi kalırdım? Sarılsam, ne düşünürdü benim hakkımda? Mesafeli olsam ne yapardı?
Sorular! Sorular! Aklımda ki sorular bataklığı… Kafamın içinde bir denkleştirebilsem düşüncelerimi. Bir sağ sağlim çıkabilsem düzlüğe. Her şey nasıl da kolay olacak; her şey güzel olacak…
Buluşmaya giderken ne giymeliyim? Bana her zaman kırmızıyı ve beyazı yakıştırırdı. Bilmiyorum. Kafamın içi allak bullak. Acaba benden önce mi gider? Yoksa benden sonra mı gelir?
Benden önce giderse; onu ilk ben görmüş olurum. En azından uzaktan. O zaman ona doğru gitmeye cesaret edebilir miyim?
***
Ondan önce buluşma yerine geldim. Bankta benden önce oturan kişinin kalktığı yere oturuyorum… O sırasını savdı öyle ya. Şimdi sıra bende.
Bugün hava her zamankinden biraz daha rüzgârlı. Ama üşümüyorum niyeyse. Denizden gelen rüzgârın sarhoşluğu ve denizin küçük damlaları diz kapağıma kadar geliyor. Sanki normal bir durummuş gibi karşılıyorum. Her zamanki olağan şeylermiş gibi; su içmek, yemek yemek, uyumak…
Erken gelmemin sebebine gelince. Ondan sonra gelmiş olsaydım. Herhalde ona yaklaşamazdım. Sevdiğim adama bu kadar yabancı oluşuma inanamıyorum!
Ama o benden sonra gelirse; ki benden daha cesurdur. Mutlaka yanıma gelir diye düşünüyorum... Sağa- sola bakmaya çekiniyorum. Geldiğini görsem ne yaparım acaba? Bakışlarımla yanıma gelmesini mi beklerdim? Yoksa aniden kalkar ona doğrumu koşardım? Belki de onu görür görmez kafamı çevirip, kucağımda birbirine kenetlediğim ellerime bakardım. Yüzüm kızarırdı. Tıpkı rüzgârdan korunmak için başıma taktığım şarap rengi şal gibi. Belki de akşam kızılı saçlarımın arasından fark edilmezdi yüzümün al al oluşu…Ah Allah’ım bu ne heyecan! Zaman ilerledikçe kalbim yerinden çıkacak gibi…
Kendimi bu düşüncelerden uzak tutmak için yanıma gelen çığırtkan martılara sevdiğimle yemek için aldığım simitlerden birinden parçalar koparıp atıyorum. Bir başkası daha geliyor onun sesine. Ve bir başka martı daha. Çevrem beyaz martılardan oluşan bir halkayla çevrildi. Bir arabanın hızla geçmesi ve yolda biriken su dolu çukurdan sağa sola saçılan yağmur birikintilerinin seslerini duyuyorum. Başımı o yöne çevirmek istiyorum ama sonra vazgeçiyorum… Belli belirsiz bir ayak sesi ve hızla atan bir kalbin atışı geliyor kulaklarıma.
Yoksa bu benim kalbimin sesi mi ?
Ya bu ayak sesi ?
Öyle ya ben oturuyorum.
Bu usul usul yaklaşan ayak sesi benim olamaz ki.
Benim olamaz.
B e n i m o l a m a z !
...
...
YORUMLAR
Çok iyi anlatım...yalın olması okuyucuyu yormuyor... Bu bir eleştiri değil tabi ki...Biraz daha kısaltılsa mıydım dedim okurken....Çünkü bilgisayarda yazı okumakla, bir kitap dan dergiden okumak çok farklı....Belli bir yerde kopma noktasına geliyorsunuz :)) Neyse ki yazıdan kopmadan veya sağdan soldan bir ileti fırlamadan okudum yazıyı...kaleminiz çok güçlü bunu hissettiriyor....Sevgi ile kalın...