- 456 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Selam Getirdim
Elimde bir kitap. Buram buram hasret kokulu: Vatan hasreti, öze dönüş hasreti, Turan hasreti…Türk elinden Türk eline gönül köprüsü. Uzakta kalmışlığın sesi soluğu adeta.
İçindeki şiirler ve mektuplar gönül damlalarından oluşmuş birer inci. Adı: ‘Selam Getirdim’ İşte Türk yurtlarından Gök Oğuz eline getirilen selam: Türk yurdunun, Türk atasının, Türk töresinin ululuğu. Dirilişe çağrı…
‘Uyan Gagauzistan!
Sana Türk ocaandan selam getirdim.
Büük halkın oollarından,
Senin için milletim, kurt sesi getirdim!
Kalkın, Gagauzistan!
Sana Korkut ocaandan kıvılcım getirdim.
Şeitlerin ruhundan,
Senin için milletim, kucak dolusu nur getirdim.
Seslan Gagauzistan!
Sana dedam Oguzun soluunu getirdim.
Ayaa kalk, bir ol milletim,
Sana kuvet getirdim!’
Aslını sahiplenme, saygı duyma. Dilini ve özünü koruyuşun özeti:
‘Ban Türküm, ban bir Gagauzum!
Kaavi, girgin serbest Oguzum!
Çok zor çektim, düştüm kalktım,
Üündüm, hep dedema baktım.
……………………………
‘Ban Türküm, ban bir Gagauzum!
Kaavi, girgin serbest Oguzum!
Bir ool oldum Vatanıma.
Ban Gagauzum! Ne mutlu bana!’
Dil dedik de; Türk, geçmişte ne zaman yeni bir dinle tanıştı o din ile alakalı bazı sözcükleri diline katarak kimilerinin ‘zenginleşme’ kimilerinin ‘kültür erozyonu’ olarak nitelediği durumu yaşamıştır, yaşamaktadır. Hıristiyan Türklerin Hıristiyan Slav, Müslüman Türklerin Arap ismi almış olmaları ve özellikle edebiyat alanında ise Arapça Farsça kökenli sözcüklerin bolca kullanılması gibi.
Türk, mutlaka milli değerlerini, dilini, âdetini kısacası kültürünü koruyup gelecek nesle emanet edebilmeli ki varlığı daim olsun. Ne mutlu ki Gök Oğuz da bunun farkında.
‘Gelecaan gözaldir Gagauz,
Göka kaldır bayraa, git ileri
Senin dedan Attila, Han Oguz.
Sev Dilini, koru adetini!
Unutma ool, üçüz milionnuk
Kan kardaşın yaşeer bu dünnaada,
Ko bürüsün seni büük hodulluk,
Sevin, ki san da bu ulu soydan.
Üüren, çalış, yaşat gagauzluu
Zenginneştir gözal Bucaamızı.
Sevil hem sev, koru eski dostluu,
Kuvetlendir süünmaz ocaamızı.’
Bucak, Moldova’daki Gök Oğuzların toplu olarak yaşadıkları bölgeye verdikleri vatan anlamına gelen bir isimdir. Vatanı korumak, ocağı tüttürmek her Türkün birincil görevi, boynunun borcudur.
İç işlerinde serbest, dış işlerinde bağımlı olan Gök Oğuz, şimdilik esaretin zincirini kıramasa da üzerinde yaşadığı toprağı bir toprak parçası değil en kutsal varlıklarıyla özdeşleştirerek, hasretiyle beraber ona nasıl bir ululuk kazandırmış şairin mısralarında görelim.
‘Sarı saçlı nazlı Bucaam,
Gül kokulu eşil Bucaam!
Özlemnan hep yanerım ban,
Anam, balım, canım Bucaam!
Topraan, havan, suyun senin
Bana kuvet verer her an.
Yaşa, geliş hem çiçeklan,
Komur gözlüm, sarı Bucaam
……………………………..’
Bucak vatandır oylum oylum çiçek bezeli, gül kokulu; bucak anadır, bucak sarı saçlı, kömür gözlü sevgilidir. Aşığın maşukudur. Havasıyla, suyuyla hayattır. Berekettir, umuttur bucak.
Gök Oğuz bunu bilir de ‘Anam, ömürüm, canım Bucaam!’ der. Der der de bununla yetinmez:
‘Zamana yorsun Deda Korkudum!
Seni çok aaradım, şükür buldum!
Al eski kauşu, otur taşına
Da topla bizi bir ocak başına.
Bir nasaat ver biza, hey ulu Dedam,
Evellar gibi uurla bizi san.
Yol göster hem üüret san bizi yaşama,
Türk adını büün pek zor taşımaa.
………………………………
Deyip, Korkut Ata’nın bilgeliğine yol göstericiliğine vurgu yaparken Türklüğün zor zamanlar geçirdiğine, bilgesiz kaldığına gönderme yaparak hep yeni bir Dede Korkut’un umudunu taşımaktadır haklı olarak. Türk başsız, kılavuzsuz kalsa bile asla vatansız kalamaz. Ve bir yolunu bulup:
‘İşit Tangrım, çık karşı, durgut belayı
Kara yıldızlar toplanmışlar Turan üstüna,
Hey Bozkurdum, çık karşı, göster yolları.’
Diyerek kılavuzunu da bulur hanını da. Yeter ki:
‘Zor yıllar, büük agalar,
Türlü çirkin oyunnar,
Hep bir köstek koydular,
Ama eski bir ruhum ban!
Çok şeylera yanık kaldım,
Aliflendim, süündüm, yandım.
Öz sesima hasret kaldım,
Ama kavi bir ruhum ban.
………………………….’
Dörtlüklerinde olduğu gibi kim olduğunun ve üzerindeki kara bulutların farkına varsın. Titreyip kendine dönsün. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde o kadar ihtiyacımız var ki buna.
Görev amacıyla vatanından uzakta kalan yazar hasretini gidermek için döndüğünde duygularını vatanına yazdığı bir mektubunda ‘işte vatan sevgisi budur’ dedirten çıkışlarla adeta ders veriyor vatansızlara: ‘Te ban gena geldim. Tanıdın mı beni? Ban senin kızın. Brakmıştım beni sensiz, Seni da bensiz…Ban senin için braktım Seni! Elimdan geleni yaperım, inan, Vatanım. Saa ol, san da unutmamışın…Yukarı gidan o sokak tanıdı beni…Yolun boyunda dut aacı da tanıdı beni. Doyunca o biyaz dutlarınnan doyurdu…O gün sokakta iki genç gagauz Rusça lafedardi, pek acıttı canımı…Hepsi islaa olacek…’
Vatanını ve milli değerlerini önemseyen bir yüreğin sesi bu. Asla umutsuzluğa kapılmadan yarınlara yürüyen bir yürek. ‘Ne mutlu bana, ki ban Senin kızınım…’diyebilen bir yürek.
Bir diğer mektubunda çocukluğuna ve çevresine olan özlemini o kadar güzel dile getiriyor ki bu özlemi vatan sevgisiyle sarıp sarmalıyor: ‘…Her şey geçmişta kaldı: manim da, dadum da, dut aacı da, şaraplı ekmek ta. Yortularda el öpmak adeti da. Allah onnara raamet elesin, Topracıkları ilin olsun! Pek özledim onnarı. Geçmişta kalan şeyleri özledim. Dedelaerimizdan bobalarımız biraz almışlar, biz da bobalarımızdan bişeylar aldık, acaba uşaklarımıza bişey verabilecez mi?! Eeh, Vatanım ne olur adetlerimiz kaybelmesin! ‘‘Evelki gagauzu’’ bizim içimizda uyandır, yaşat Vatanım. Unutma, ban her zaman senin yanındayım.’
Ya şuraya ne demeli: ‘…taa dorusu zenginnenmak şansını kaçırdım. Küçücüktüm, 12-13 yaşındaydım. Şindi fukaarayım. Keşki biraz çok yaşasaydılar. Onnar beni zenginnedardilar, ban da seni Vatanım!’
‘‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz’’ demiyor yani. Türk’ün vatana bakış açısı bu olsa gerek.
Bir diğer mektubunda birliğin, yeniden dirilişin umut ışıklarını yakıyor şair yazarımız hiç sönmemek üzere:
‘ Zaman hayır olsun, Vatanım…Ban artık yetiştim kapundayım! Yalnız da diilim! Geniş aç kollarını. Çokuz! Hiçbirimiz kenarda kalmasın…Bir gün suuk güz gecesinda bir deli lüzgar kopuşmuş ta sepelemiş ipranmış yaprakları dünnaanın dört tarafına. Taa Amerikaya Braziliyaya yetişmiş bu yapraklar, ama yera düşüp çürümemişlar, kök salmışlar. Angı aaçtan koptuklarını unutmamışlar, damarlarında milli duyguyu yaşatmışlar…
Bir gün Sıcak güneşli yaz yaamurcuu, dünnaayı dolanıp ‘‘Toplanın, Gagauz oolları’’ sesini fısırdadı. 14 devlettan gelabildilar…Dünnaa gagauzları horuya toplandı. Bir bütün olduk…Kadıncayı oynadık…Bulgariyadan gelan kardaşlarımız ‘‘ Üüsek üüsek tepelerda ev kurmasınnar’’ türküsünü birkaç kera çaldılar. Varmış bir manası…’ Evet, bir manası var elbette: Ayrılık, acı ve özlem.
Dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Gök Oğuzlar tek yürek olabiliyorlarsa bütün Türklerin tek yürek olmaması için bir sebep yok.
Yazarın en büyük korkusu, dünyanın tek bir pazar haline getirilmesine yönelik çabalar ve sonucu itibariyle yozlaşmayla milletin kimliğinden uzaklaşması korkusudur. Ki yerden göğe kadar haklıdır.
Bir toplantıda dinleme fırsatı bulduğum Gagauzyalı Türkolog Sayın Güllü Karanfil Hanımefendiyi böyle bir esere imza atmalarından dolayı kutluyorum.
Not: Bazı sözcüklerde kullanılan üzeri çift noktalı küçük a ve üzeri şapkalı küçük e seslerinin yazımını bu klavye ile gerçekleştirmek mümkün olmadığından bizdeki Latin harflerinin yazılışı şeklinde alınmıştır.
Osman Öcal
YORUMLAR
Sayın Güllü Karanfil Hanımefendi’ ye ait “ Selam Getirdim” kitabını henüz okumuş olmasam da; değerli dost, güçlü kalem Osman Bey’ in kaleminden dökülen inci tanesi sözcükler ve duygu derinlikleriyle dolu, kitap hakkında biz okurlara aktarılan nefis tanıtım yazısıyla okumuş kadar oldum!
Bir kere kitabın başlığı bile başlı başına bir umman; yazdıkça yazdıran…
Belki Osman Bey’ in lezzetli anlatımından belki kitabın yazarının gerçekçi ve samimi duygu ve düşünce betimlemelerinden anlıyorum ki, Gagavuz dilini –Türkçesini anlamak çok da zor değilmiş!
“Selam Getirdim” başlığına sinen hasret kokusu, ayrılık acısı, kavuşma umudu ve bütün bu beklentilerle derinleşen yürek yarasının sancılı kanayışı kirpiklerin bulut bulut ıslanışını hızlandırmakta… Yazarın yüreğindeki o garip yalnızlık duygusuna sinen heyecan, getirdiği selamla kalabalıklaşıyor biranda. Biriken öfkenin yerini mavi bir umut alıyor, yeşeriyor çorak toprağı kanayan özü…
İçinde buram buram vatan hasretinin tüttüğü şiir ve mektupla gelen bir selamın yeşerttiği baharı, başka hangi nesne yeşertebilir ve bu yeşertiyi hangi güç hazana dönüştürebilir ki? “ İnsan kısım kısım, yer damar damar “...
Bir kısmın yokluğu, eksikliği, bir damarın kopuşu yaşamın sonlu kıyısına sürükleyebiliyorken...
Vatanından uzak bir yüreğin, kendisini bir damarı kopmuş hasta, yoksun ve sahipsiz bir bedene benzetmesi ve; güçlü bir iplikle kopan damarı dikerek birleştirmek, eskisinden daha da güçlü kaynaştırmak ve sağlıklı bir şekilde hayata tutundurmak istemesinden daha doğal ne olabilir ki? İşte, vatan da böyledir; unutulmuş veya ihmal edilmiş, parçalanmış, savrulmuş her bir parçasını toplayarak bir araya getirmek, bütünü oluşturmak ve bu şekilde yeniden ve daha sağlıklı bir dirilişle olması gereken yerde varlığını sürdürmek gerek; o vatanın gerçek sevenleri, gerçek sahiplerince; üniter yapısıyla, toprağıyla, bayrağıyla, diliyle, tarihiyle, toplumuyla, kültürüyle, gelenek görenekleriyle…
Yazar,dizelerinde büyük bir moralle, umutla vatanına sesleniyor; yeniden varoluşa, dirilişe davet ediyor...
Bilindiği gibi Bozkurt, Türk dünyasında gücü ve başarıyı temsilen birleştirici bir semboldür. Bu anlamda yazarın “…kurt sesi getirdim “ demesi tabii ki birlik ve bütünlüğün ortak gür sesine vurgudur.
Yazar, ülkesi- vatanı Gagauzistan’ a seslenirken; “ uyan-kalkın-seslen-“ gibi komut ve ünleyişlerle bir kıpırtı, bir heyecan, bir toparlanış ve silkiniş yaratmak ve hayalindeki yol haritasıyla ayağa kaldırmak istiyor…
Aidiyetlik duygularını yüksek perdeden seslendiren yazar, şu dizelerle özüne dönerek gurur duyduğu şanlı tarihine vurgu yapmakta; çekilen onca sıkıntılara, zorluklara rağmen, her düşüşte kalkmasını bilmenin ve övündüğü atasını-dedesini göz önüne getirerek örnek almanın haklı gururunu dillendirmekte...
“‘Ban Türküm, ban bir Gagauzum!
Kaavi, girgin serbest Oguzum!
Çok zor çektim, düştüm kalktım,
Üündüm, hep dedema baktım.”
Ve yine şu söylemiyle, özünü belirleyen kimlikle barışıklığını ve ülküsünü pekiştirmekte; “Ban Gagauzum! Ne mutlu bana!’ “
Kitabın ana temasını oluşturan yurt sevgisi, Gagauzistan ve TÜRK’ lük ülküsüne bağlı olarak, yorumunda DİL’ e vurgu yapmış değerli hocamız Osman Bey; iyi de yapmış! Zira dil, birliğin temel taşıdır, olmazsa olmazıdır! Bunun yanında, elbette yaşanan süreçte kayıplar kadar kazanımlar, değişimler, farklılıklar da olacaktır. Kültür erozyonu ile kültür alışverişi çok farklı ve hassas bir konudur. Alışverişi olmayan bir ticaret gelişemez, kazanamaz; Dolayısıyla, dil de özünü korumak şartıyla farklı kültürlerle aktif bir alışveriş sağlayarak gelişiminin önünü açmalı. Yani; bir millet başka kültürlerin egemenliği altına girerek değil; o kültürden aldığı kadar verdiği ölçüde vardır, geçerlidir, kayda değerdir!
Kendi dilini hoyratça istismar eden,
Özenti denilen sinsi hastalığın esiri olan,
Dünyada olagelen değişim ve gelişim karşısında tutuk kalan yahut istikrarlı bir yol izleyemeyen,
Okuyan-araştıran-sorgulayan ve konuşan bir toplum yapısının önüne taş koyan ülkeler-yönetimler-toplumlar, daima suyu çekilen toprak misali kurumaya ve yok olmaya mahkûmdur!
Bu anlamda, Osman Bey’ in yorumu ve tabii ki kitabın yazarının içli ve samimi vurguları önem kazanmaktadır.
Kültür erozyonu dünyaya, dünyadaki gelişime ve kendi kültürüne sırtını dönerek değil;
Kendi kültürünü korurken, farklı kültürel renkleri bir zenginlik, gelişimin itici ayağı olarak gören özgür bir toplumla,
Özümsediği bu renk zenginliğiyle toplumun her kesimine, her kademesine aynı mesafeden ayrımsız yaklaşarak olanaklar sunan yasaların, evrensel ve insancıl değerleri temel alıp olgunlaştırmasıyla,
Temel hak ve özgürlükleri hayata geçirmesi ve eğitim ve öğretime verdiği önemle mümkündür.
İşin inanç kısmına yani dine gelince;
Pek tabii ki toplumlar, kabullendiği "din-inanç" bağlamında, o inanç halkasıyla birlikte bir takım başka değerleri de etkilenim yoluyla alabilmektedirler. Bu durum ister İslâm ister Hristiyan ister Yahudi ya da bu üç göksel dinler dışında başka bir inanç halkasında olsun; değişmez! Farklı yaşam örnekleri ve etkileşimler tarihsel, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda olduğu gibi -din vasıtasıyla- sadece inanç bağlamında da dile etki yapabilmektedir. Bunu ortadan kaldırmanın olanağı yoktur; fakat, bütün bu etkileşimleri istikrarlı bir yaklaşım ve yönetim anlayışıyla disipline etmek ve toplumsal dokuyu korumak mümkün! Bunun yolu da yukarıda ifade ettiğim yasalar ve yasaların toplumun her kademesine hakkaniyetli uygulanışından geçer.
Tabii ki her toplumda olduğu ya da olması gerektiği gibi, Türk toplumu da ifade edilen bu değerler ve gerçekler bağlamında özünü korumak ve gelecek nesillere aktarmak sorumluluğundan kaçınamaz. Vurgulayıcı dizeleriyle işte bu gerçeğin altını çizen yazarımız; aydınlık, güzel bir geleceğin beklediğine inandığı ülkesi Gagauz’ a ve bütün bir TÜRK TOPLUMU’ na; “ bayrağını göğe kaldır, ilerle… Senin deden, atan Attila, Oğuz Han!” diyerek; özünü, dilini ve geleneklerini koruması gerektiğine, ancak bu şekilde var olabileceğine vurguyla; üç yüz milyonu bulan kan kardeşinin varlığından güç alıp korkmamasını, eski dostlukları koruyup sevilmesini, çok çalışarak güzel bucağını-ülkesini –vatanını zenginleştirmesini ve sönmez ocağının (vatanın) bu şekilde kuvvetlendirilmesini öğütleyerek gönderme yapmakta...
“‘Zor yıllar, büük agalar,
Türlü çirkin oyunnar,
Hep bir köstek koydular,
Ama eski bir ruhum ban!
Çok şeylera yanık kaldım,
Aliflendim, süündüm, yandım.
Öz sesima hasret kaldım,
Ama kavi bir ruhum ban.”
Diyerek;
Büyük ağaların, büyük devletlerin türlü oyunlarla köstek oldukları ve büyük acılar yaşattıkları tarihsel sürece dikkat çekmekte…
Bütün bu yapılan haksızlıkların onları yıldırmayacağını; güçlü ve yılmaz bir geçmişe sahip olan köklerinden aldıkları güçle her zorluğa direnip dayanabileceklerini ve vatanlarına kavuşma, özgürleşme düşüncesinden asla vazgeçmeyeceklerini; bu özlemle dolu olarak, inandıkları yolda yürüyeceklerini…
“Dede Korkut” gerçeğiyle hem haklı bir gururu hem de onun gibi bilge bir yol göstericiye duyulan gereksinmeyi dile getirerek tarihe gönderme yapmakta…
Sarı saçlı, kömür gözlü, gül kokulu, ana, bal, toprak, hava, su… gibi betimlemelerle vazgeçilmez ve yaşamsal bir anlama büründürülmekte, özdeşleşilen VATAN.
En çok dikkatimi çeken ve yüreğime dokunan kısım ise;
“ ‘Te ban gena geldim. Tanıdın mı beni? Ban senin kızın. Brakmıştım beni sensiz, Seni da bensiz…Ban senin için braktım Seni! Elimdan geleni yaperım, inan, Vatanım. Saa ol, san da unutmamışın…Yukarı gidan o sokak tanıdı beni…Yolun boyunda dut aacı da tanıdı beni. Doyunca o biyaz dutlarınnan doyurdu…O gün sokakta iki genç gagauz Rusça lafedardi, pek acıttı canımı…Hepsi islaa olacek…’ "
Diyerek; yazarın kendisini bir kız evladı, vatanı ise bir ana-baba-ata yerine koyup seslendiği ve bütün bu gördüklerinin bir gün ıslah edilerek geçeceğine inancını dile getirdiği mektup kısmıydı. Doğrusu etkilenmemek mümkün değildi! Neden sonra, büyük acı ve mücadelelerle kazanılan değerlerinin farkında olmayan ya da farkında olup da koruyamayan, değer bilmez günümüz insanının savruk ve bencil duruşu geldi gözümün önüne de; cızladı içim…
Bir sorumluluk, verilen bir görevi ifa nedeniyle ülkesinden uzağa düşen yazarın yüreğinde hârlanan vatan hasretiyle hâyâllediği dönüş süreci ve dönüşünde yüz yüze geldiği acı gerçekler, doğrusu her birimizi düşündürecek cinstendi!
Doğal, masum ve hasretle içselleştirilmiş yurt sevgisinin yer yer hayatın gerçekleriyle yüzleştirilerek türlü ifadelerle okura yansıtıldığı çok değerli ve emek ürünü bir çalışma “Selam Getirdim” ...
Gerek kitabın yazarı, Gagauzyalı Türkolog Sayın Güllü Karanfil’ e, gerekse değerli yorumuyla böyle bir kitaptan bizleri haberdar eden çok kıymetli yazın dostumuz Sayın Osman ÖCAL’ a başarı dileklerimle, saygı ve dostlukla…