Gülünce İnsana Benziyoruz !
Yurt dışında yaşayan bir akrabam, aynı zamanda akranım ve arkadaşım memleket hasretiyle yanıp tutuşmadığı halde sıla-i rahim için memlekete gelince havaalanından buluştuğumuz yere kadar yaptığı gözlem neticesinde sohbetimizin nefes arası verdiğimiz bir anında birden bana dönerek "Millet çok sıkıntıda değilmi?" diye sordu.
Valla ben millet adına bir şey söylemek için yetkilendirilmediğimden kendi adıma "Hııı" dedim kısaca.
Arkadaş "Hıı" dan anlamamış olacak ki bana " Nasıl hıı yani?" diyerek konuyu alabildiğine açabilme imkanı sundu. "Hıı" sizce nasıl açılır. Daha çok "ııı" koyarsanız açılmış olur.
Ben öyle yapmadım. Sebebini sordum, yani milli sıkıntımız olduğunu nerden vehmettin? Dedim.
"Eskiden İstanbul’a inince havaalanından itibaren güler yüzler neşeli insanlar görürdük. Şimdi herkesin suratı asılı, sokakta gezerken kendi kendine konuşan sayısı çok fazla artış göstermiş, insanlar kalabalık yerlerde sessizleşmiş, yaşlılar çoğalmış"
Bunları görmek için on yıl Fransa’da çalışmaya gerek yok.
Fransız kızların gayret ve güzelliklerinin meseleye tesirini de tam olarak tespit için bizzat yerin de bazı veriler temin etmem gerekir.
Buradan olmaz.
Fakat memleket üzerindeki moralsizliği görüyorum.
Karikatür dergilerini bile ciddiyetle ve çatık kaşla okuyan insanlar ülkesi oldu benim memleketim.
Ah memleketim.
Nüfusun yarısı şair yarısı yazar olmuş.
Bir zamanlar duvarlara "kahrolsun..." ile başlayan yazılar döşeyenler şimdilerde " sana gül getirdim kapın kapalı, çok zaman geçti neler yapalı" makamlarında takılıyorlar.
Bazıları da kapıp koyvermiş. Ellerinden gelen "Naif-Muştu-Kadim" üçlü teslisi ile "manita-para-şarap" testisi arasında seyrü sefer icra eylemek.
Memleket genelindeki" asık suratizm " olayının, sosyolojik deformasyonunun getirdiği olumsuz görünüşü tedavi edici faaliyetlerinden dolayı Karadeniz halkına olan hayranlığım her gün katlanarak artıyor.
Sabahın erken saatinde daha kargalar malum kahvaltılarını eşelememişken işyerinin soğuk merdivenlerinden çıkarken iki Trabzonlunun muhabbetine kulak misafiri olunca merdivenlerdeki hasta, soluk benizli adam-yani ben- birden canlanıverdi ve yüzüne renk geldi inanın.
Trabzonlunun birisi "Biyerlodiye cay iştuk" demez mi?
"Biyerlodi" dediği Piyer Loti. Bizim olunca, bizden olunca isimlerin anasını ağlatıyoruz. Ukkaşe’yi Ökkeş yapmışız da övünürüz.
"Fatma’yı Fadime","Hatice’yi Haççe",Süleyman’ı Temel yapmışız.
Ben de merak ettim sizin kadar "Süleyman’ı nasıl Temel yapmışız diye de yapmışız işte, Karadeniz ora.
Dün bir Karadenizli şair ile muhabbetimiz oldu. Daha doğrusu kendine ısrarla "şair" denilmesi için her iki lafından biri "Oğlum bağa şair Ziya derler" olan bir zat ile sağ olsun bir yazar arkadaşım sayesinde "Muhabbet hapse" mahkûm oldum.
Adam Karadenizli, her işinde, sözünde, davranışında öncelikle bu hususiyeti damgasını vuruyor. Örnekleme yaparken "Mesela bizum orda pisik ateşluğun başinda uyurken" diye başlayıp bir saat sıradan uyuz bir kediyi anlatıyor.
Bir saat bu eziyeti çektikten sonra bir başka şair ile tanıştık.
O bir başka. Şair dediğin ince ruhlu olur diyor. Naif olur.
İddiası: “Şair hissiyatlı olur” muş.
Öyle ki;
Birisi anasına küfretse o " efendim zahmet buyurmayınız" der.
Aklım almıyor. Adama "ananı. … Diyeceksin o ise ’zahmet olmasın’ diye mukabele edecek”
Bu abartmanın bölgeye has mı yoksa genele şümul olduğunu mu söylemek doğru olur bilemiyorum.
Karadenizli hani hacca gittiğinde orada hasta olduğunu duyan komşularına dönünce “Kim ben, yok ula ben o mubarek yerlerde domuz kibiydum Allah’a şükür” demiş ya.
Trabzonlu vatandaş yeni aldığı otomobilin lastiği inince oturmuş ağlamaya başlamış. Oflu akıllı adam, hemen yanaşmış "Ula ne var, niye zirlayisun?" demiş.
Farozlu "Habu arabanun nastiği endi, kiderken çok eziyet cekeyi da" deyince Oflu "Egzosindan ufliyecesun gardaşum, ağlamak ilen olmaz" cevabını vermiş.
Farozlu başlamış üflemeye, dibi delindi delinecek lastik hala inik vaziyette.
Bir Çaykaralı geçerken görmüş " Ne ufuriyisun oriya ?" diye sormuş. Oflu "Ula Caygarali lastig endi, ha burdan şişureçeğidum da ufuriyirum şişmeyi" demiş.
Çaykaralı ( zannedersem Hopşaradan Yusuf Ziya olacak) bakmış incelemiş ve " E sen boşine ufuriyisun. çamlari acuk pıragmişsun da" demiş.
E şimdi hangi zekâ arabanın camları açıkken egzostan üfleyerek lastiklerinin şişirilemeyeceğini bu kadar kısa zamanda tespit edebilir, anlayabilir, sorarım size?
Çalıştığım işyerinde Of’lu arkadaşımın amcası belediye otobusünde emekli maaşını dolandırıcılara kaptırınca utancından ne yapacağını bilemez halde eve gelip ağlamış. Hırsla "Ben da o parayi bulmazsam bağa da Firikoğli Remzi temesunler" diye ahdetmiş. Düşünmüş taşınmış bir plan yapmış.
Her gün cebine bir miktar para koyup aynı güzergâhta gidip gelmiş belediye otobüsleriyle.
Bir, üç, beş derken her defasında parası cebinden alınıyor, fakat Remzi Dayi farkedemiyormuş.
Altunizade ’de bir dairesini satıp bu işe yatırmış. Aylarca cebinden parası çekilmiş Remzi Dayi farkedememiş.
Yeğeni "Emice nasil oldi da anlamayisun?" diye sorunca "E uşağum ben ne bileyim, bi hamile kari var her otopuse pindüğümde ’ oyy emicecüğüm sen gene ha buriyamisun "
Yeğeni zeki çocuk "Oyyy zavalli temek bir yildur dokuz ayluk hamile kari sağa sâriliyi, ne zaman toğuracak sorsayidun bareme" demiş.
Sonra da “Pegiii emice şindi sağa Firikoğli Remzi demeyeceğük mi? “ diye de sormuş. Remzi Dayi hiddetlenerek “Dabii ki temeyecesün biz zaten ‘Firikoğli ‘ değilik ki uşağum biz “Cakiroğliyik” demiş.
Şimdi bu zekâ başka nerde bu saf ve nezih haliyle depolanmış ve gıcır gıcır bulunabilir?
Sıfır kilometre kafalarla Karadenizliler her zorluğun üstesinden gelirken dönüp bir kere devlete bakmazlar.
Devlet gelene kadar yolunu yapar, suyunu çeker, teleferiğini donatır, düşmanını vurur, defin işlemini halleder devlete iş bırakmaz.
Düşmanlı ailelerden birinin oğlu olan Recep Çavuş lakaplı akrabamız düşmanlarını arayıp "Bağa bakun anlaşalum bu sikintilari pırakalum" demiş.
Düşmanından gelen "Anlaşalum" teklifiyle adeta bayram sevinci yaşayan karşı taraf hemen köyün yaşlılarını devreye sokup toplantı için başka bir köylünün mekânında bir araya gelmişler.
Recep Çavuş "Anlaşalum da ben elmeden bu iş bitsun" deyince karşısında oturan düşman aile "Anlaşalum,biz haziruk efendi" deyince Recep Çavuş " Tamam o zaman kış aylarında adam vurmak yok buralara yağayi iki metre kar,o havada ne çenaze yikaniyi,ne mezar kaziliyi,ne tabut taşiniyi..."
Anlaşma sağlanmış şükür.
Eskiden bizim köy yolunun yukarısında köy evlerine nazaran oldukça büyük taş ile yapılan bir han vardı. Son duvar kalıntıları bizim çocukluğumuzda yoldan gelen geçenler tarafından tuvalet olarak kullanılıyordu.
Şimdi yerinde yeller esiyor desem yalan olur. Şimdi yerinin bulunduğu alanda duvarları ile birlikte binlerce ağaç kesildi ve “HES” yapıldı.
O eski handa yaylara gidenler ve dağlardan dönenler bir gece konaklar ertesi gün yola koyulurlarmış. İçerisi büyük bir salon olan hanın müstakil odası olmadığından herkes bir arada bulunurmuş.
Bir gece konaklayanlar oldukça kalabalık olduğundan ve gazyağı kıtlığından içerisi karanlık olurmuş. Son parça çıralar da sönünce iyice zifiri karanlıkta herkes işini sessiz ve usulca halledermiş. Dışarıdaki perde* yatan hayvanların çan sesleri ninni olurmuş içerde yatanlara.
Karanlıkta bazı karışıklıklar da yaşanırmış.
Bir sabah yola çıkan kervanın arkasından koşarak “ Ulaaaa,durun pagayim bu gece habu handa yanliş kariyi şeyetmişsunuz” haykıran adamın nereli olduğu anlatanın memleketine,ilçesine ,köyüne göre uyarlanır genellikle.
Bir yaz sonu yaylalarda Likapalar, kara üzümler, böğürtlenler olgunlaştığında beklerim. Misafirim olursunuz.
Bizim memlekette hala misafir el üstünde tutulur.
Hala eski evlerde misafir için ayrılan özel odalarda, konuklara mahsus yatak yorgan, soba odun, çıra ve kibrit vardır.
Beklerim, buyurun.
YORUMLAR
erolabi
kayboldun gettin..
Sağol Selim gardiş..
Neeydiseeen ???
Harikasın erolabi, bizim oranın insanları başka olayu,pampaşka:)))) ziziller.
erolabi
daha yazacak neler var ...da bende sendeki ...
yürek yok..
selam ile.
Şimdi kurulan sofra öyle büyük ve çeşitliki ben hangi yemeğe yorum yapayım? En iyisi şu yüzü asık meselesine gelelim, doğrudur; bugün ülkede insanların çoğu kredi kartı ve kredi batağına saplanmış, kurtulmak için çabalamaktadır. Bir de şu sürekli "ben şairim" muhabbetini yapanlara gelince, hani üzerinde "Şair" yazılı kartları olanları çokça görüyorum, tebessüm ediyorum, olabilir belki kendilerini direkt ifade etmeye çalışıyor olabilirler, ama geçenlerde karşılaştığım bir olay beni daha çok tebessüm ettirdi, katıldığımız bir kitap etkinliğinde bana bir kart verdi şair arkadaşım, bir kitap bastırmış, ve bir de bu kitap için bir kartvizit bastırmış ayrıca...
Saygılar, selamlar
erolabi
her yer kitap..
o kadar kitap kirliliği var ki anlatamam...
selam ve muhabbetle
yeterince çıra ve kibrit varsa geliriz elbette Erol Bey:) Gelmezsem bana da Hüseyin Karagöz demesinler :)
Üst üste yarattığınız bomba etkili kahkahalar için teşekkürler.
Saygıyla kalın...
erolabi
selam ve muhabbetle..