- 412 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Lanetleşmek
Lanetleşmek
Kimsenin bir şey yaptığı yok! Sadece insanın kendi tercihi var! Tercihi önüne konunca bazıları başlar debelenmeye!
İnsanların kendi tercihlerinin sonucunu yaşaması zaman ve mekan göreceliliğinde bir sonraki aşamada mutlaka gerçekleşir. Tercihin doğru veya yanlış olması da sonuca görecelidir. Tercih edilen her neyse; tercih edeni mutlu ediyor ise "Doğru", etmiyor ise "Yanlış" tercih kabul edilir. Burada dikkatten kaçan şu "Doğru" kime göre belirlenecek. Tabi ki insan kendi belirleyecek. Kişinin başkasına zararı dokunacak olan "Doğru"ları da olabilir! Bu durumda "Adalet" devreye giriyor. Adalet mekanizmasının görevi bireyi başkasının "Doğru" sundan korumaktır. Bu anlamda her birey özgürce kendi "Doğru" sunu yaşayabilir, başkasına zarar vermemek şartıyla. Evrende doğru ve yanlış mücadelesi yoktur! Evrende "Doğru" kabul edilenlerin arasında bir mücadele vardır. "Kimse yoğurdum ekşi "demez. Siz hiç gördünüz mü? Bir eylemi "Yanlış" olarak tanımlayıp başkalarına tavsiye edeni. Yani "Bu yanlışı sana tavsiye ediyorum" diyen var mı? Herkes kendi doğrusunu tavsiye eder! Diğerinin doğrusu ile uyuşmaz ise bu durumda adalet ve özgürlük devreye girer.
"Senin dinin sana benim dinim bana" Bu hakikat açıldığında görülecek ki herkesin kendi doğru anlayışı kendini bağladığı sürece, başkasına veya kendisine somut, açık bir zararı olmadığında insanlar tercihinde özgürdür. Bunun faydası o kadar çok ki; insanlığı aydınlatan ilim adamlarının ilk buluş yaptıklarında idama varan baskılara maruz kaldıkları tarihsel bir gerçektir. Eğer toplumun "Doğru" algısını kabul etselerdi bu bilim adamları keşif ve icat yapamazdı! Kendi "Doğru" algısında direndikleri ve bu algılarını bilince çevirdikleri için insanlığı aydınlatabildiler. Yani çoğunluğun algısı aslen doğru değilmiş asırlar geçince anlaşılıyor bazen. Bir toplumda çoğunluğun doğru kabul ettiği şeyleri kabul etmeyenler cezalandırılıyor veya baskı altına alınır ise o toplum gerilemeye mahkumdur. Yeni bir görüş üretmek imkansız hale gelir. Buna tarih şahittir; geri kalmış toplumların neredeyse tamamı eski ideolojik veya dini öğretileri (eksik veya abartılı nakledildiği haliyle) kabul edenler ve asla sorgulamayanlardır! Tarihsel öğretilerin pek çoğuna ilaveler yapılmış, o zamanın hükümdarlarının veya egemenlerin işlerine gelmeyen yerlerde tahrifat yapılmıştır! Hatta kutsal kitaplar dahi tahrif edildiğinden yenisi gelmiştir...
Tasavvuf, şeriatın katı kurallarını yumuşatmakta büyük rol oynamış. Mevlana "Ne olursan ol gel" diyerek insanları "İnsan"a çağırmış. Cesur davranıp "Arif için din yoktur" mealinde söyleyen Muhyiddin İbn-i Arabi gibi arifler önceleri toplumda tepki ile karşılanmış, zaman içinde anlaşılabilmiştir. "Ene-l Hak" diyen Hallaç ise zamanın katı şeriatçılarının kurbanı olmuştur! Eğer Mevlana, Yunus gibi toplumda sevilen insanlar mal, mülk sevdasına düşselerdi katı şeriatçılar, kendi yorumlarıyla pek çok mazlumun canının yanmasına sebep olabilirdi. Ebussuud efendinin katı fetvalarını saymaya gerek yok ama işin içine padişah girince nasılda yumuşuyor ve maksada uygun "Çözüm" üretiveriyor. Kedi yavrusunu yemeye karar verince fareye benzetirmiş...
Her insanın "İnsan" olma potansiyeli vardır ve tüm insanların ruhları aynı (Allah’tan) kaynaktandır. Kimse kendi ruhunun bir diğerinden daha önemli, üstün olduğunu iddia edemez! Takva ile üstünlük tanımı ise insanlar arasında geçersizdir. "Allah katında şu kişi takvalı" sözünü eden aslında cehaletinden Allah’ın adına konuşuyordur! Nakil ve kutsal kaynaklardaki üstünlükleri kast etmiyorum. Onlar zaten zamanında yaşandı ve günümüzde bu manada kimse olamaz! Bu Allah’ın kullarının arasında büyüklenmekten öte bir durumdur. Allah’a da isyandır. Firavunluk gibi...
İnsan potansiyelini bizzat kendi kullanmakla mesuldür, yoksa ceza ve ödül abes olur! Yani "Uydum imama" veya ideolojik lidere tüm mesuliyeti atmak kişiyi her durumdan kurtarmaz! Uyulacak olanı da insan kendi sonuçlarına rıza gösterip seçer. Potansiyelini kendi kullanmayıp başkasına verenlerin gelecekteki şefaat beklentisi şayet boş çıkarsa yani şefaat edecek olan kof çıkarsa ya da kendi şefaate layık değilse beklenti lanetleşmeye döner! Bu konu çok önemli kimse beklenti ile başkasına kendi potansiyelini kullandırmadığında tercih ve sonuç ilişkisi ile lanetleşme olmaz. Arif olan kendi tercihinin sonuçlarını kendi yaşar ve kimseden medet beklemediği gibi tercihlerinin sonuçları açısından kimseyi kefil göstermez! Tüm yaşamında tüm tercihlerini başkalarına göre yapanlar ise o kişileri verdikleri potansiyelle göreceli olarak yükseltirler, bu yükseliş kişinin kendi açısından olsa da potansiyeli alan kendini yücelerde görüp "Kurtarıcı" veya benzeri rolleri üstlenebilir. Bu durumda da haksız olarak alınan potansiyel ile göreceli yükselen kişi potansiyel verenlere lanet eder! Çünkü potansiyel verenler onu yoldan çıkarmıştır... Hesaplaşma halinde ise karşılıklı lanetleşme olur. Bu hal illa gelecekte yani öldükten sonra olmaz. Hükümdarlarını potansiyelleriyle "Firavun"laştıranların gördükleri zulümden şikayet etmeleri de lanetleşme kapsamında. Evrensel döngü kusursuz işler. Bu nedenle kimseden potansiyel almamalı, kendi potansiyelini de kimseye vermemeli!
Son tahlilde; ruhsal potansiyel Allah’ın bir emanetidir. Emanete hıyanet ise insanın kendine yapacağı en büyük zulümdür. İnsan tercihleriyle kendini, tavsiyeleri ile de dostlarını esarete sürüklememeli. İlla potansiyel paylaşılacak ise; evrende bir fikrin yeşermesi için iki kişi yeterlidir. Riyasız menfaatsiz iki kişi yeterlidir. Milyarlarca insanın beklentili potansiyeli yani riyakarca verdiği potansiyeli, riyasız iki dostun potansiyel paylaşımından daha güçlü değildir. İzafi galibiyetler aldatmasın onlar lanetleşecekler! Bu konuyu çok uzatmak gerekmez.
Kimsenin bir şey yaptığı yok! Sadece insanın kendi tercihi var! Tercihi önüne konunca bazıları başlar debelenmeye!
Saygılarımla;
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.