- 1567 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
Pencerede Son Bakışın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yaşamımın yolunda gitmesini sağlamak için, yolumdaki taşları temizlemem gerektiği anladığım an nefessiz kalmadan, kalp ritmim bozulmadan koşmaya başladım. Öyle ki; bu taş, benim temel taşım olsa bile ondan uzaklaşmalı, uzaklaşamıyorsam da, tutup fırlatmalıydım. Unufak olsa da!
Yayları gıcırdayan yatağın üzerindeki ikizimden kurtulmanın yollarını arıyordum. Bir uyusa, derin bir uykuya dalsa, meyve bıçağı ile şah damarına ufak bir hamle yapabilirdim, ondan kurtulmalıydım. Gel gör ki, o hiç uyumuyordu. Bir insan uyumadan nasıl yaşardı? Korkularımın içinde, arada bir, kısa kısa, kan ter uykulara dalıyordum. Gözümü her açtığımda o; ya yatağımın kenarında, ya masamda, ya banyoda, yanımda duruyordu. Evet; ona hak etmediği şeyler yapmıştım ama ölümümü hak edecek kadar değil. Beni yavaş yavaş öldürüyordu. Üzerimde öyle ağır bir psikolojik baskı kurmuştu ki, artık benlikten çıkmış, bir caniye, kardeş katiline dönüşmek üzereydim.
’Tanrı’m, bana güç ver! Dayanamıyorum...’
O kana bulanmış eller içini ürpertiyordu. Sırf canımı yakmak, beni korkutmak için, parmak uçlarını jiletlemiş, ellerinden sızan kanı yüzüne, beyaz gömleğine bulamış, karşımda oturuyordu. Beni kan tuttuğunu bile bile yapmıştı bunu. O hâlini ilk gördüğüm an korkunç bir bulantı hissettim, başım döndü, kulaklarım uğuldadı, o ise karşımda gülüyordu. Şeytanca gülüyordu. Bir an içinde şeytan olduğunu düşündüm, sonra bayılmış olmalıyım. Uyandığımda yatağın kenarında oturmuş, kanlı elleriyle yüzümü okşuyordu. İrkildim ve çığlık çığlığa bağırmaya başladım. ’Korkma! ’ dedi... ’ Korkma sevgili ikizim, terini siliyordum. Sana zarar verebileceğimi nasıl düşünebilirsin? ’ Hissettiğim korku mu, nefret mi bilmiyordum. Tek bildiğim ikizimi artık hayatımda istemediğimdi.
Annem odaya girdiğinde, yardım ister bir ifade ile yüzüne baktım. O da çok korkuyordu, ağlamıştı. Önce ikizime baktı, sonra yüzüme doğru eğildi. Şevkâtli elleriyle yanaklarımı okşadı ve beni öper gibi yapıp kulağıma fısıldadı: ’ Üzülme meleğim. Geçecek, buna daha fazla izin vermeyeceğim. ’ Sonra hiçbir şey yokmuş gibi doğruldu, ikizime dönmeden önce gözlerinden süzülen yaşları sildi. Arkasını döndü ve kardeşimin yüzüne bakmadan, hırsla odadan çıktı. Annem çok endişeleniyordu ve ben ondaki korkuyu alacak tek bir şey yapamıyordum. Elim kolum bağlıydı. O benim kardeşimdi...
Bütün bunlar nasıl başlamıştı? Hafızamı zorluyordum. Çocukluğuma, çocukluğumuza dönmeye çalışıyordum. O zamanlar ufak tefek kavgalarımız vardı. Sanırım oldukça sessizdi, evin içinde bizi kimse duymazdı, bize kimse karışmazdı. Yanılmıyorsam hep aynı odayı paylaştık, hatta tek bir yatağı. Demek ki, o kadar da kötü değildi aramız. Hem ikizler birbirlerine çok düşkün olur derler. Kardeşim de bana çok düşkündü.
Aynı okula, aynı sınıfa gittik hep. İyi bir öğrenciydim ben. Ancak bir zaman sonra, kardeşimin haylazlıkları yüzünden sürekli azar işitmeye, ceza almaya başladım. Nedense her zaman suçlu ben oluyordum. Hem okulda, hem evde paylanan bendim. İşler o kadar ilerledi ki, lisede okuldan kovuldum. Yanyana oturuyorduk. Tarih dersinde, atalarımızın başarılarıyla övünürken, bir anda kardeşim öğretmene bağırmaya başladı. Hepimizin elleri kanlı katiller olduğunu ve bunu bize övünçle anlatan öğretmenin katledilmesi gerektiğini haykırıyordu. Öğretmen onu yatıştırmak için uğraştı, başarılı olamayınca sesini yükseltti. Sonra... Nasıl olduğunu bilmiyorum ama, kendime geldiğinde öğretmenimizi tokatlıyordum. İkimiz de okuldan atıldık. Bu yüzden hep beni suçladı...
Okuldan atılmamızın ardından, ilk kız arkadaşımla tanıştım. İlk ve son... Aynı kıza aşık olmamız sadece bir tesadüftü. Rüya... Rüya’yı ilk kez ben gördüm. Belki de ben öyle sanıyordum. Rüya, sürekli alışveriş yaptığımız markette kasiyer olarak işe başladığında, on yedi yaşıma yeni girmiştim. O zamana dek, hiçbir kız kalbimi çarptırmamıştı. Siyah, uzun, kıvırcık saçları, vişne çürüğü rengi boyanmış dudakları, balık eti bedeni ve benden bir kaç santim uzun boyuyla tarif edilemeyecek kadar alımlı bir kızdı. Saçlarını topladığı zamanlar, boynundaki koyu kahverengi ben, aklımı başımdan alırdı. İlk gençliğin en öldürücü yanı sanırım aşktı. Onunla tanışabilmek için günde kaç kez alışverişe gittiğimi, kaç ekmek aldığımı hatırlamıyorum. Ancak mahcubiyetimden olsa gerek konuşamazdım. Eğer aylar sonra, heyecanımdan kasada ödeme yaparken elimdeki vişne suyunu Rüya’nın üzerine dökmeseydim, belki hiç tanışamayacaktık. Rüya benden iki yaş büyüktü, ama bu aramızda hiç sorun olmadı. Üç ay süren harika bir aşk yaşadım. Sabahları o işe başlamadan yolunu bekler, simit ve çayla kahvaltı yapardık. Evin market ihtiyaçlarını karşılamak benim gönüllü görevimdi. Her akşam paydostan sonra, evin yakınlarındaki surlara gider, çıkabildiğimiz en yüksek yere çıkar, şehrin sesi susana kadar ayaklarımızı boşluğa bırakıp aşkın ve özgürlüğün tadını çıkartırdık. Aşk... Güzeldi...
Yine bir akşam, surların zirvesinde, ayaklarımız boşlukta, aşktan sarhoş... Rüya’nın boynundaki o koyu kahve bene değiyordu dudaklarım ve bir aşk şarkısı mırıldanıyordu sevdiğim.
’Ölümün ve aşkın karşısında insan
Ne kadar güçsüz, ne kadar çaresiz
Ne kadar yalnız, ne kadar cevapsız
Senelerin acısı yağmur olmuş yağarken
Pencerede son bakışın gitmiyor gözümden
Senelerin peşinden çaresiz ayrılırken
Pencerede son bakışın gitmiyor gözümden’
Birden arkamızdan onun sesini duydum. ’Çekil oradan!’ dedi bana, ’O benim Rüya’m. ’ Arkama baktığımda, yüzündeki öfkeyi gördüm. Ne demek istiyordu? Neden buradaydı? Rüya ile arasında ne vardı? Tüm bunları ardı ardına sordum. İkizim bunları Rüya’ya sormam gerektiğini söylediğinde ise, aynı hızla soruları sevdiğime tekrarladım. Rüya, o güzel gözlerini kocaman açmış, korkuyla ’ Delirdin mi sen? Senden başka bir sevdiğim olduğunu nasıl düşünebilirsin? Her anımı senle geçiriyorum. ’ diye cevapladı. Oturduğu yerde bacaklarının titrediğini görebiliyordum. İkizim acı acı gülümsedi. ’ Yanlış cevap!’ dedi ve Rüya’yı sırtından iterek boşluğa bıraktı. Ah o çığlıklar! Rüya’nın aşağıya düşerken attığı çığlıklar hâlâ kulaklarımda. Delirmiş gibiydim. İkizimi onun arkasından atmak için üzerine atladım. Bağırıyor, ağlıyordum. Beni kollarımdan tuttu ve ’ Kazaydı’ dedi. ’ Sadece korkutmak istedim, ölmesini değil. Oldu bir kere. Şimdi eve gideceğiz ve hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edeceğiz. Ben senin yüzünden katil oldum. Sevdiğimi elimden almasaydın tüm bunlar olmayacaktı. Benim bedelim elimdeki kan, seninkisi ise susmak! ’
Eve döndük. Tüm yol boyunca ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Annem kapıyı açtığında gözlerim kan içindeydi. Sabah 05:00 sularında kapımız yıkılırcasına çalıyordu. Annem panikle kapıyı açtı. Bir sürü polis, telsiz sesleri... Beni alıp götürdüler. Önce ifademi aldılar. Her şeyi olduğu gibi anlattım. Sonra nezarete, ardından hastaneye yolladılar. Neden ikizimi de almamışlardı merak ediyordum. Belki de bizi ayrı ayrı sorguluyor, ayrı yerlerde tutuyorlardı ki, birbirimizden etkilenmeyelim. Hastanedeki muayenenin ardından beni bir odaya aldılar. İkizime ne olduğunu soruyordum sürekli, o neredeydi? Bana cevap vermediler. Uyumuşum...
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama, daha sonra ikizim de yanıma geldi. Rüya’yı kimin ittiğini bulamamışlardı. İkizim suçunu inkâr ediyordu. Benim ise durumum çok kötüydü. Tüm deliller aleyhime, tüm şahitler bana karşıydı. Market çalışanları, Rüya’nın her akşam benimle surlara gittiğini anlatmışlar. Her sabah birlikte olduğumuzu, Rüya’yı benden başka kimseyle görmediklerini.
Annem, kurtulacağımı söylüyordu. Elbette o da suçsuz olduğumu, ikizimin ardımdan geldiğini ve eve onunla birlikte döndüğümüzü biliyordu. Neden konuşmuyordu? Bunları niçin anlatmıyordu. İkizim ise, yalnız kaldığımız zamanlarda, sürekli benim yüzümden katil olduğunu tekrarlayıp duruyordu.
Bu bir kâbus olmalı...
Zaman akıp duruyordu, ben hâlâ hastanedeydim ve ben başıma gelecekleri bilmiyor, sürekli kardeşimin yaptığı manevi işkencelerle gün dolduruyordum. İşte o gün, son gün... Onu öldürmeye karar verdiğim gün. O gün geldi. Meyve bıçağını elime aldığımda buna karar vermiştim. Annemin odadan çıkmasını bekledim. Çok çekmişti kadın. Onun korku dolu yaşantısına biraz daha korku, biraz daha kan katmayacaktım. Kapının kapanmasını bekledim. Ne farkederse! Kapının dörtte biri camdan yapılmıştı. Kapı değil, sanki gerçek hayata bakan bir pencereydi.
’ Annem çıktı, artık ne olacaksa olsun, paylaşalım kozlarımızı. ’ dedim. Gülümsedi yalnızca. Başucumda duran su bardağını aldı, biraz su doldurdu. ’İçer misin? ’ diye sordu. Başımı iki yana sallayarak istemediğimi belirttim. O anda büyük bir hırsla, bardağı komidine vurdu ve kırılan bardakla üzerime atladı. O da beni öldürmek istiyordu. Deli kuvvetiyle boynuna sarıldım ve ikizimi sırt üstü yatağa attım. Tek şansım, o kör meyve bıçağını, şah damarına saplamaktı ki, bunu başardım. Gülümsedi ikizim. ’ Ölüyoruz, iyi mi! ’ diyerek gülümsedi. Çok hâlsizdim. Kırılan bardağın sesi, koridorda büyük bir telaşa sebep olmuştu sanırım. Doktorlar ve annem odaya daldılar. Boynumdan kan fışkırıyordu. Neden? Annem yine yüzümü okşadı. ’ Bitti oğlum, korkma! ’ dedi. ’ Ölüyor ikizin, ölüyorsunuz...’ Korkmadım...
Annem... Öldüm ama, ’Pencerede son bakışın gitmiyor gözümden’
Ölürken yalnız olurmuş insan,
Oysa ben hep çift yaşadım...
( Şarkı sözü: Grup Ayna )
YORUMLAR
Zeynep Süberk
Sanırım okuyucuların çoğu bu ikileme düştü. Asıl hinlik bende : ) Tam da bunu istemiştim.
Teşekürler bu hoş ziyaret için. Sevgiler.
Zeynep Süberk
Sevgiler.
yazılara pek bakamadığım için şimdi fark ettim. ne yazık etmişim ne yazık.
Süberk'i uzunca sayılır zamandır tanırım. Ve tanıdığım en sağlam en karakterli en dost en güvenilir insanlardandır kesinlikle. Ve kalemi de oldukça mâhirdir. yeterinde uğraşabilse...
hep derim ''İçinde bir tabur iyi insan vardır'' onca yaşam telâşı içinde içinde insanlık barındıran -kendi işi ve geçimi dışında- en az 5-6 insani yardım kuruluşuna hizmet eder bildiğimce. Bu bile ne kadar verici bir yüreğe sahip olduğunu açıklar bir nebze...
ve insanlık giderek yapı taşlarını kaybediyor derken aslında kaybolan bizizdir egolarımızın altında.
yoksa her şeye rağmen elini taşın altına sokan yüzlerce belki binlerce Zeynep var aslında bir yerlerde, sınırsız bayraksız coğrafya altında... kendi adıma ve onun nezdinde en azından bir kuru teşekkür edeyim yeri gelmişken...
dedimdi üstte maharetini kaleminin. ama bu kadarına bende şahit olmamıştım. bu sanki yıllarca kompoze edilmiş çok usta bir senaristin elinden çııkmış son çalışma gibi. oldukça değil çok başarılı kesinlikle... ve içinde barındırdığı yine insancıl ağırlıklı muazzam sağanak. kıskandım ve yazasım geldi ama benden çıksa çıksa market siparişi gibi alt alta elma armut çıkar...
yürekten tebrik ettim ve şimdi çok ciddi sıkı bir çalışma ile iyi bir senaryo bekliyorum senden .
Zeynep Süberk
Biliyorsun dostluğuna, insanlığına bakışımı. Sana sevgimi ve saygımı, ama beni böyle utandırırsan hunileri değişiriz kıh kıh.
Çok teşekkürler sevgili dostum. Ayrıca da, kendi kalemine lâf etme! Az öğrenmedik ustadan.
Sevgimle.
Müthiş bir kurgu, muhteşem... düşünülmüş ve okuyucuyu şaşırtmayı başarıyor. Biraz korku filminde hissettim ama muhteşem. (Çok korkarım korku filmlerinden) :)
Böyle içsel öyküleri o kadar seviyorum ki, içimde hissediyorum. Uzun zamandır okuduğum en güzel öykülerden biriydi.
Sonu da harikaydı. Güne o kadar yakışmış ki...
Kaleminize kuvvet, yüreğinize sağlık...
Selam ve Saygılarımla,
Zeynep Süberk
Sevgilerimle.
Akşam telefondan okudum fakat yorum yazmadım sabah bir kez daha okurum diye...
Zeynep'im müthiş bir kurgu bu, yıllar evvel "İyi Evlat Kötü Evlat" diye bir film izlemiştim, onlar da iki kardeşti ama ikiz değillerdi. Fakat inanılmaz bir kurgu vardı orada da ve sen bu güzel kurgunla hayretlere düşürdün beni tam bir sinema filmi canlandı gözümde...
Kocaman kocaman tebrik ediyorum seni ama daha çok yaz...
Sevgimle...
Zeynep Süberk
İçten sevgimle.
Zeynep Süberk
Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Vertigo
heyecanlanarak : ) huu,
severek : ) çok...öyküyü
İnsan kendini ne kadar çoğaltabilir?
Her şeyden kurtulursunuz ama gölgenizden asla!
Her şeye yol verebilirsiniz ama düşüncelerinize asla!
Etkileyici ve yoruma açık bir yazıydı
Ben bu yazıda tek vücutta barınan iki insan gördüm !
Şizofren belki
belki başka bişi
sanrılar
halüsinasyonlarla dolu bir yaşam
belki başka birçok şey de ilave
Ama kesin olan başka bişi var ki
Çok iyi dile getirilişi..
İzlediğim korku filmleri geldi aklıma.Çift kişilikli katiller
Tebrikler
Saygıyla
-Rezber Camêr- tarafından 1/17/2013 11:47:09 AM zamanında düzenlenmiştir.
Zeynep Süberk
Gizli saklı ayrıtılar; mülti kişilik sendromu, ya da şizofreniyi, belki her ikisini de barındırıyor.
Bedenlerin gölgeleri bağımsız hareket edemezler, ama ruhların ki öyle mi?
Bu hoş ziyaretiniz ve ince analiziniz için teşekkür ederim.
İnanır mısınız ana sayfada adınızı görmeden önce sizi düşündüm ve sayfanıza yönelme ihtiyacı duydum. Bir de baktım ki, Zeynep Suberk adı gözümün önünde.
Hep söylediğim gibi, ne anlatırsanız anlatın, narin bir diliniz var. Bu öykü aslında psikolojik gerilim, ama ben ürpermedim, yoğun bir acıma duygusu hissettim. Çünkü anlatım beni buna yöneltti.
Sizi okumak daima keyif verici.
Kutluyorum.
Sevgilerimle.
Zeynep Süberk
Bu hoş ziyaretleriniz, güzel bakışınız beni her zaman mutlu ediyor. Bilin istedim.
Sevgilerimle.
şimdiye dek çok öykü, yazı, deneme okudum...
ama bu yazı mızmızlanarak gelen okuyucuyu gönüllü bir teslimiyetle içine alıyor ...
sanki bir film izleme ihtiyacını doğuruyor...
evvet genişletilerek çok güzel bir filme konu olabilir bu anlatım...
gönülden kutluyorum...
Zeynep Süberk
Kim bilir, belki bir gün yazmak için daha çok zamanım olur. Kalem elime yapışsın diye diliyorum bazen.
Sevgimle.
Zeynep Süberk
Teşekkürler Laci :) Sevgimle.
Zeynep Süberk
Saygılarımla.
Zeynep Süberk
Zeynep Süberk
Teşekkür ederim, senaryo olana kadar daha çok ekmek yemesi gerek öykümün.
Ama... Neden olmasın ki : )
Seviyorum seni.
Bu hikâyeyle o kadar şey hatırladım ki ve bu hikâye, o kadar çok şey çağrıştırdı ki bana…
İlk olarak;
‘’Tarih dersinde, atalarımızın başarılarıyla övünürken, bir anda kardeşim öğretmene bağırmaya başladı. Hepimizin elleri kanlı katiller olduğunu ve bunu bize övünçle anlatan öğretmenin katledilmesi gerektiğini haykırıyordu.’’ hikâyeden alıntıladığım bu kısımla başlamak istedim,çünkü çok hoşuma gitti.
Yıllarca hep bu şekilde tarih dersini gördük ve hep aynı tarihçinin! kitaplarını okumak zorunda bırakıldık birileri tarafından. Kim mi? Kemal Kara...
Çoğu tarih öğretmeni müfredatın dışına çıkıp da tarih sadece destanlardan ibaret değil, diye bizi ihtar etmedi,edemedi ya da. Sesi gür çıkan öğretmenler olmadı mı hiç yani,diye düşünebilirsiniz? Ama bilahare başka bir platformda tartışabiliriz,şuan asıl konumuz bu kısım.
Lise yıllarında okumuştum: sanatçılar asıl söylemek istedikleri hakikatleri satır aralarına serpiştirerek yaparlar.O yüzden iyi tahlil edilmeli yazılanlar. Hakikatler kadar yalanlarda yok değil hani. Yukarıda bir hakikat bize el salladı,biz de bir tebessümle karşılık verdik.
Şimdi bir filmle devam etmek istiyorum:
İki sene önce izlediğim Darren Aronofsky’nin ‘’Black Swan’’ (Siyah Kuğu) filmine doğru yolculuk etmediğimi kim söyleyebilir ki. Filmin başrol oyuncusu hepimizin yakından tanıdığı Natalie Portman’du.Elbette ki bizimle ilgili olan tarafına değinmek zorundayım şuan: Nina(Natalie Portman), güçlü saplantılar ve ayrıntılı halüsinasyonlar içeren psikozlu semptonlar gösterir filmde-Hikâyedeki ikizlerin birbirleriyle olan mücadelesi ilgimizi bu yüzden çekti-.
Beyaz Kuğu olarak görevini tam anlamıyla icra eder Nina; fakat bunun yanında bir de Siyah Kuğu gerekli. O kadar kolay olmayacaktır onun için.Kendisiyle bir savaşın içine girmesi gerekecektir. Dolayısıyla içindeki kötülüğü çıkarması şarttır.
son olarak; tuhaf olacak belki ama yine de anlatmak istiyorum:
Yılmaz Erdoğan’ın yakın bir zamanda sinemalarda olacak olan ''Kelebeğin Rüyâsı'' adlı filminin fragmanı bugün yayınlandı ve Zonguldaklı iki genç şairin hayatından esinlenerek çekilen bu filmin fragmanını da hikâyeyi okumadan bir iki saat önce izledim...
Şimdi bizim hikâyeyle nasıl bir bağlantı kurdunuz acaba, diye sorabilirsiniz,haklı olarak.
Söz konusu bu şairler ikiz olmasa da aynı zamanda,aynı hastalıkla kapılarını çalacaktır ölüm. Ve daha önce aynı kıza âşık olmaları, filmin isminde rüyâ geçmesini ve bu hikâyedeki kızın isminin rüya olmasını tamamen bir tesadüfe indirgeyebilir miyiz? Evet ilk izlenimde bana da öyle geldi.Ama yukarıda değindiğim diğer unsurları da hesaba katınca bakış açımı değiştirdim ve başka bir pencereden bakmanın daha anlamlı olacağını düşündüm.
Bütün bunların yanında,akıcılık hat safhada. Hakkını vermişsiniz fazlasıyla hikâyenin.
Çok mu konuştum acaba:
Sizden okuduğum ilk hikâyenin üzerinden 1.5 yıl geçmiş.
Bu da mı tuhaf ne...
Harun Aktaş tarafından 1/17/2013 2:07:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
Zeynep Süberk
Ufak tefek ama önemli ayrıntıları yakalayan bir okuyucu. Bunu hep takdir etmişimdir.
Hikâyenin iyice özüne inersek, aslında bir siyah kuğu olmadığını görebiliriz belki. Belki de her şey bir göz yanılgısıdır : )
Bu ihtimali göz önünde bulundurursak, sözünü ettiğiniz fragmandan etkilenmiş olma ihtimalimi bir daha tartmak gerek. O fragmanı da şimdi oldukça merak ettim.
Haklısınız aslında, ne çok tuhaflık kovaladı birbirini : )
Güzel ziyaretiniz ve şık yorumunuz için teşekkür ederim.