- 375 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 5
“Güçsüzler de, haklı ile haksızı; kendi çıkarları doğrultusunda belirlerler. Bu yüzdende; çok şey elde etmeyi, haksızlık etmek diye tanımlarlar. Oysa doğa eşitlik tanımaz. Doğada eşitlik yoktur. Oluşum güçlülerin, güçsüzlüğü yok etmesi; sömürüsü ile gelişir ve insanlar arasında da birçok güçlüler çıkar”.
“ Bu yalanları (hatırlayınız, Thrasymachus’a göre erdem: güçlünün işine gelendi. Doğruluk ve eğrilikler güçlünün işine gelen edimlerdi. Güçlünün kendisinin doğru olması, kendi işine yaramazdı. Güçsüzler, erdeminden ötürü de eğrilikleri yapmazdılar. Bu da eğrilik yapan güçlünün işine gelirdi. Oysa Kallikles erdem güçsüzlerin işine yarayandır diyordu) silkeleyip atarak doğaya aykırı kanunları (erdemi) güçlü olanlar çiğneyip atarlar. Haklı ve haksızlıkların olması doğaya uygundur” der, Kallikles.
Bu, 2470 sene öncesinin tartışmalarından biri ve sadece o dönemin ufak bir diyalogdur. Bu günün sıradan insanının, mahalle imamının, ulemaların düşüncesi ile karşılaştırın bakalım, ne bulacaksınız!
Bizde ise erdem iki şekilde gerçekleşiyordu. Birçoklarının “insanı kâmil” davranışlarını örnek alarak itaat etmek ve itaati olanın, susması idi. Yani; birinci olarak insanı kâmili hedeflemek; ikinci olaraktan da itaat etmek ve susmaktı. Bu kadardı. Akıl yerli yerinde duracaktı, biz de bir muti olarak, olgun insan olacaktık! İşte geri kalmanın ve gerileşmenin temelindeki prangalardan birisidir bu aşılanış.
Sanki evrende belli bir standartlardan sapmayan bir doğru vardı. Birileri de akla karayı seçerek, bu doğruyu bulmuştu. Bizler de bu doğru olan standardı uyguluyorduk! Oysa doğru ve standartlarınız göreceydi. Ve görece ilişkileri içinde oluşla kesikli (sınırlı-gelip geçici) ve yeni inşalarla sürekliydiler.
Yani bu mantığın zorunlu sonucu şudur. Siz davranmayarak, söyleneni uygulayarak, insanı kâmil olacaktınız. Gerçekte ise nasıl davranacağınızı o yola dek zorunlu olan işlev ve yöntemler belirliyordu. Siz uygulamayı ancak öğreniyordunuz. Ne var ki yinelenir davranışlarla da siz, bir önceki öğrenme tutumunuzu tekrarlıyordunuz. Bunun da garantisi yoktu. Bu hal de sürekli doğruları desteklemiyordu.
Thrasymachus’un deyimiyle, güçlünün işine gelen, güçsüzün erdemli olma ilkesiydi. Bu bir anlamda güçsüzü belli davranışlara itişle, güçsüzlerin belli itaati tutumları takınmaları oluyordu. Böylece bazı düzen ve bazı sistemlerde güçlünün işine gelen ‘insanı kâmillikler’ hep böyle ortaya konuyor olmalıydı belki de.
Hâlbuki hayat ve yaşam iki ucun girişimiyle kırılmasından fışkırıyordu. Salt yoktu. Sizler; suda boğulan birine el uzatırken, diğer yandan da birisini suya itersiniz. İşte toplumsal çözümler burada oluşturulup üretilerek varlaştırılacaktı. Yoksa göreceliği dışında sizin birilerinin olgun insan denen “Kamil insan” davranışını örnek almanız, hiç çözüm olmayacaktır.
Üstelik bu tür insanı kâmil tasımları, insanüstülüktür. İnsanüstülüğün de hali hazırda, yeri yoktur. Böylesi hayal ve kuramlar insan düşünmesini daima budamıştır. Eğer insanı kâmil bir var bulunuşun, örnek alınması (tek tipi, prototipi)ise, insanı kâmiliyle evrendeki tüm insansal süreçlerin durması lazım. Ve öyle bir durumda da ancak insanı kâmili, standart bir tutumu edinebilirdi. Tabii ki bir hayali yalan oluşla, olanaksızlıktır bu.
Çünkü insanı kâmil: bir tamlığın, bir mükemmelliğin, bir kendi kendine yeter olmanın, atıl oluşlarıyla devinemez ligin, durağanlığın bir kendisini seyredişi olacaktır. Bir çeşit narsisimdir. Böylesi durumda varlığın, tamlık istikrarlılığı; bozulmaz bir düzen kararlılığı; söz konusudur! Oysa evren daima eksilme ve nicel artmaların vukuuyla olasıdır. Evren çelişkilerin; hareketlenmesini yaşayıp, süreç eşmektedir.
İnsansal olgular; öğüt ve geleneğin değil, haldeki mevcut toplum üretiminin ele alınması, olmalıdırlar. Sizden önceki toplumlar konularını, kendi düzenci zamanı içinde olurla çözmüş olmaları ilkesi, kendi zamanınız içinde sizin de bunu uygulamak istemeniz; gerçekliğin değil geleneğin içinde bir konudur. Eğer uygulayım olacak anane aktüelse, bizler için, bizim dünyayı yeniden, tekrar tekrar keşfetmemizi önleyişle bizim zaman ve enerji kaybımızı önler. Ne var ki, aktüel olmayan ve köhnemiş olan geleneği de cevap derle kullanır olmamız da, akıl perdelenmesinden başka bir şey değildir.
2470 sene önce Yunan, aydınlanmasını başlatırken Sokrates, “ Tek bir şeyi iyi biliyorum o da hiçbir şey bilmediğimdir” derken; kuru kuruya konuşmayıp; geleneği ele alıp; gelenekçiliğin tersine,” ölçülü oluşu”, akılın süzgecinden geçirmeyi önererek aydınlık meşalesini yakıyordu. Bizim töre cinayetinde içinde boğulur oluşumuzun resmi; geçmişte berdel oluşun, sosyolojik oluşla kullanımı yararlıydı.
Çünkü ittifakı birlik yapısı, sosyal kültür üzerinden bu şekilde gerçekleşişlerle olası olup milletleşme; devlet olma ve imparatorluklar vs. oluş süreçlerine, bu kabil sosyal ve totemi anlamalar üzerinden geliniyordu. Toplumsal olan üretim ilişkileri ve emek bilincinin farkına varılmasıyla bu kabil berdeli belirleyicilikler yerlerini tamamen toplumsal olanın belirleyiciliğine bırakmıştı.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.