Geçmiş Zaman
Kar yollardaki izleri kapatıp, her yeri düzleştirince okulların tatil edileceğini zannedip sabaha kadar sıcak tuttuğum yatağıma gömüldüm.
Yorgana sarıldım.
Camın kenarına koyduğum ekmek kırıntılarını gagalayan küçücük kuşların perdenin oynamasıyla kaçışmasına şaşırdım. Karşı apartmanın merdiven boşluğuna sığınan sokak köpeklerinin birbirlerine yumulup uyumasını seyrettim.
Ne mutlu onlara okulları yok.
Sabahleyin kalkma derleri yok.
İstedikleri kadar uyuyabilirler. İstedikleri saatte kalkıp, istedikleri yere gidebilirler.
Sobada yanan odunların çatırtısı, kuzinenin üzerindeki suyun fokurdaması kulağıma ninni gibi geliyor. Bir de okullar tatil edilse muhteşem olacak.
Karşı kaldırımda birkaç kişi ellerinde sigaralar hararetle sohbet ediyorlar. Biri diğerlerine kızıyor. Elinde uzunca bir sopa ile bir şeyler anlatıp ara sıra sopayla ittiriyor diğer iki delikanlıyı. Babam çoktan işe gitmiştir.
Çayı demlemiş, demliğin üzerine “çay tazedir” yazıp bir de imzalamıştır. Sanki bizim evde sabah çaylarını dışarıdan başka birinin demlemesi ihtimali varmış gibi, illa imzasını atacak.
Köşedeki “Başbakan Süleyman Demirel” fotoğrafı yamulmuş. Babam gelene kadar o halde kalırsa eve gelince ilk işi onu özenle düzeltmek.
Bir de benim okuduğum kitapları çaktırmadan kontrol etmek.
“Bu Viladimir İlyiç Lenin kimdir oğlum?” sorusunun en makul ve mantıklı cevabı “Rus astronot baba” olsa da yemesi imkânsız.
Yıllar sonra “ Mevdudi de kim?”, “Seyyid Hüseyin Nasr nereli?” sorularının muhatabı olacak oğluna hiç mi güvenmiyor babam?
Karl Marks’ın fotoğrafını görünce “Adam bir tıraş olur bu ne hal” diye hayıflanan babam için en’lerin adamı varsa yoksa “Demirel”
Ben sevmiyorum bu adamı. Her hareketini samimiyetsiz buluyorum.
Gazetede bu gün öldürülen öğretmenlerin, öğrencilerin ve işçilerin isimleri ve siyasi görüşleri liste halinde sunulmuş.
Bir futbol maçı skoru gibi, sağ görüşlü dört kişi, sol görüşlü altı kişi. Bu hesaba göre solcular iki fazla ölü ile bugünün mağlubu olmuşlar.
Babam yüzüme endişeyle bakıyor.
Bir gün gazetelerin bir köşesinde adımı okumak, morgun önünde beklerken solcularla kol kola girmek nasıl komik olurdu, görmek isterdim doğrusu.
Yılların “Demokrat”ının ellerinde “Devrimci Şehidimiz” yazılı pankartın altında, yağlı boya resmimi taşırken ve “faşizme Karşı Omuz Omuza” diye ağlarken görmek muhteşem olurdu.
Fakat babam “reddederim” diye kesip atıyor. Bana bir şey olursa adli makamlara müracaat edip “Benim böyle bir oğlum yoktur. Cenazenin belediye Kimsesizler mezarlığına defnini, nerde gömüldüğünün tarafıma bildirilmemesini arz ederim” diye dilekçe yazacak kadar anti-komünist.
Kütüphanesinin bir bölümünü vatansever yazarların kitapları diğer bölümünü ise umumiyetle “Cevat Rıfat Atılhan” adlı yazarın Siyonizm ile alakalı kitaplar oluşturuyor.
Bir bölüm de şiir kitaplarına ve annemim sağlıkla ilgili “Jinekoloji” kitaplarına ayrılmış. Kitapların çoğu ciltlenmiş. Genellikle siyah cildin üzerinde altın yaldızlı yazılar mevcut.
Babam kitapların hepsini okumuş. Bana da Peyami Safa’nın “Kızıl Çocuğa Mektuplar” kitabını okumam için verdi.
Okumadım.
Ben kızıl değil “sarışın “ çocuğum.
İşyerindeki arkadaşları babama takılınca soluğu evde alıyor. Bana vatanın nasıl kurtarıldığını, Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimiz kitabından bazı bölümleri okuyup, uzun uzun izah ediyor. Kore savaşından “Kunuri Müdafaa” sından bahsediyor. Vatanın bölünemeyeceğinden, Rusların bütün gayretinin sıcak denizlere inmek olduğundan ve bir gün ülkemizi istila edeceklerinden bahsediyor.
Elimden geldiğince duygusuz görünmeye çalışıyorum.
Anlattıklarının tesirini üzerimde göremeyince sesi değişiyor.
Artık enseme bir tokat zamanı geliyor.
Bu dayaktan sıyrılmak için “Demirel büyük adam” diyorum.
Sesi inceliyor “Tabi yavrum bak sen de takdir ediyorsun değil mi?” diye parıldayan bakışlarla eğilip gözlerime bakıyor.
Dayanamıyorum, gülersem bir kelime dahi etmeden tokadı yemek tehlikesi ile içimden ölen yakınlarımı düşünüyorum.
O anlatırken bir ağlayabilsem en az bir ay azat olacağım.
Fakat bir damla gözyaşı çıkartamıyorum.
Buna rağmen içimde biriken kahkahaları oldukları yerde hapsetmek için sevgili ananemim mezara konuluşunu düşünüyorum.
İşte hüzün.
Ve kurtuluş.
Derin bir oh çekip pardösüsünü giyiyor. Gözleri hala tetikte, bir gülüş, alaycı bir bakış bütün kurduğum itimat sarayının saltanatına son verecek şiddette darbeye maruz kalacağını bildiğimden başım aşağıda, taze imana gelmiş gâvurlar gibi, nedametimi bütün renkleriyle belli ediyorum.
“Demirel büyük adam!”
“Elhamdülillah!”
Ayakkabılarını ayağına takıp keratayı arka cebinden çıkarınca bile gözleriyle beni denetliyor. Yüzüme endişeli ve avını yakalamak isteyen atmaca dikkatiyle bakıyor.
Kapıyı kapatınca yatağımın altındaki kilimi kaldırıp “Marks-Lenin-Engels” ten oluşan sosyalizm üçlüsünü beyefendinin resminin üzerine asıp “enternasyonal” i söylüyorum.
Sabah okulda kavga çıktı. Karşıt guruptaki birkaç öğrenci bazı arkadaşlarımıza saldırdı. Başından aldığı darbeyle yere yıkılan cemil adlı öğrenci önce öldüğünü zannedip sessiz uzanıp öylece ruhunun çıkmasını beklemiş. Fakat ikinci darbeyi bacaklarının arasına alınca ölmekten beter acı ile ayağa fırlayıp okul bahçesinin yanındaki mısır tarlasına girip çişini yapmış.
Rahatlamış olarak okul bahçesine döndüğünde ben de henüz olay yerine varmıştım. Hoş geldin babından bana da bir demir çubuk darbesi gelince geri çekilip diğer arkadaşlarımızın gelmesini beklemeye karar verdik.
Ne gelen var ne giden.
Meğer diğer arkadaşları annelerinden babalarından izin alamadıkları için okuldaki bu devrimci savunmaya katılamamışlar.
Olsun, bir gün bu feodal ilişkiler kalkacak ve “Devrim” dedin mi herkes koşacak. Bu “aile” denilen “feodal” yapı gençlerin gelişmesinde, devrimci kişiliklerin olgunlaşmasında ve mücadelemize büyük sekte vuruyor.
Akşam olunca bu feodal yapı eline geçirdiği sopa ile fena halde hırpalıyor beni.Dersler iyi olsa bu yapının zulmünden bir nebze olsun kurtaracağım..Fakat onlar da pek iyi değil.
En kısa zamanda bu yapının baskısından, boyunduruğundan kurtulmam lazım. Onlara muhtaç olmadığımı, tek başıma kendi ayaklarım üzerinde durabileceğimi göstermem gerekir.
Bir dizi karalar almam ve azimle bu ilkelere bağlı kalmam gerekiyor.
İlk önce evden uzaklaşmam gerektiğine karar verdim. Başka bir eve çıkmayı, en azından köylerden gelip kiraladıkları bekâr odalarında yaşayan arkadaşlarımın yanında kalabilirdim. Bahri’nin kaldığı odada yer var. Bir sünger yatak ve yorgan ile kendime sınıfsız bir ortam sağlayabilirim.
Yemek konusu önemli değil. Ben bir lokma ekmek ile doyabilirim. Yeter ki “Devrimci Kimliğim” onurlu bir şekilde olgunlaşabilsin.
İhtiyacım olan tek şey onurlu yaşam ve devrimci mücadeleye olan inancım.
Bir aydır Bahri ile kalıyorum. Küçük tahta bir evin bölünmüş bir odasında dört arkadaş feodal baskılardan uzak, kitaplar okuyarak, marşlar söyleyerek yaşıyoruz. Bulduğumuz yiyecekleri paylaşıyoruz. Elbiseler, kravatlar, ayakkabılar ortak kullanılıyor.
Bir aydır yeni ayakkabılarımı giyemedim. Babam içleri yün olduğu için sıcak tutar diye… Özellikle sevdiğim rengi almıştı. Kısa botlarım da yok ortalıkta. Atletlerim diğer üç arkadaşa olduğundan bana kalan son atleti de giydim. O da kirlenince merdaneli makinede yıkayıp… Fakat burada çamaşır makinemiz yok. Mecburen elde yıkayacağım.
Yemek problemimiz yok. Sağ olsun Cemil her gün menemen yapıyor. Bugün yarın biz de yumurtlamaya başlarız. Hele “Ekmeği bol yiyin” diye uyarması yok mu, ne demokratik ortam oluyor anlatamam.
Sabah kalktığımızda kahvaltı yapmadan yarım saat kadar tahtakurusunun yediği yerleri kaşıyoruz. Cemil derlerde neden kıvranıp duruyordu şimdi anlayabiliyorum.
İki haftadır yıkanamadık. Çamaşırlar ve bedenlerimiz kokmaya başladı. Doğrusu zaten kokuyordu, şimdi ise bizi de rahatsız edecek boyuta inkişaf edince çareler aramaya başladık. Gece cami şadırvanında iç çamaşırlarımızı yıkarken bekçilere yakalanınca niyetimizin sadece atlet ve külotlarımızı temizlemek olduğunu anlatamadık. Nezarette sabahlamak zorunda kaldık. Komiser davranışımızın “Devrimci Başkaldırı” şeklinde bir eylem olduğunu düşünmüş. Sabahleyin atletlerimizi külotlarımızı görünce “S…rin gidin yıkayın bunları diye bizi kovaladı.
Saçlarımızı kendimiz kesmeye karar verdik. Burjuvazinin berberlerine para vermektense, Cemil’in dedesine ait eski, paslı saç kesme makinesi ile bu ihtiyacımızı kolaylıkla karşılayabiliriz. Öncelikle makineyi temizlemek ve yağlamak gerekiyor.
Ayakkabı boyamak için de bazı formüller üzerinde duruyoruz. Aldığımız boyalar bitince sadece cilalayıp giyiyoruz.
Bu akşam yemekte bir değişiklik var. Cemil nihayet sıkıntımız anladı. Bu akşam yağda yumurta ve makarna var yiyeceğiz anlaşılan. Domates alacak paramız yok.
Figen yanıma gelip “Ay sen ne güzel zayıflamışsın, ben hala kilo alıyorum, nasıl beceriyorsun?” diye sorunca moralim düzeldi.
Sonra hıçkırarak ağlamak geldi içimden.
Bütün dünyanın emekçileri ve ezilenleri adına, yanlış anlaşılmasın.
Tuvalet deliği tıkanmış. O kadar mühim bir durum yok. Sadece pislikler yatak odasına kadar dayanmış. Belediyeye müracaat ettik. Orası zaten yıkılmış bina görünüyor dediler.
Kollarımızı sıyırdık.
Anlatamam.
Devrimci mücadelemiz sürecek!
Kuş sesleri, camı tıkırdatan küçücük gagalarıyla pencerenin kenarına neden ekmek koymadığımı soruyorlar.
Gözlerimi açıp perdeyi araladım.
Ev-de-yim!
Allah’ıma şükürler olsun!
Kâbus muydu, yani devrimci rüyalar mıydı bütün gördüklerim?
Babacığım çayı demlemiş, börekçiden sade börek almış, üzerine sevdiğimi bildiğinden pudra şekeri serpiştirilmiş.
Oy beyaz peynir. Zeytinler yağın içinde nazlanıyor.
Kız zeytin yerim seni!
Gül reçeli mi o?
Öperim yaa…
Annem yumurtalı ekmek yapıyor, kokusu burnumun kanamasına sebep olacak.
Köşede Demirel bana bakıyor.
Sevmedim seni amca.
YORUMLAR
Sevgili Erol
Öncelikle belirteyim ki o rüya olayını yemedik tabii ki.
Ben o yıllarda Lenin-Marks , Mao, Che gibi zevatı hiç mi hiç sevmedim. Gerçi bu gün de sevmem ya neyse...
Demirel ile Erbakan'ı da hiç sevmedim. Bir müddet için babama uyup ''Karaoğlan Ecevit''çi oldu isem de sonradan onu da sevmedim.
Kısacası 1979 a kadar ne sağdan ne de soldan kimseleri sevemedim. 1979 da Halkın Kurtuluşu'ndan temiz bir dayak yiyip kafamda sekiz dikişi gördükten sonra otomatikman Ülkücü oldum.
Şimdi ise: Ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu...Yaşasın kara kartal...
Güz<el yazıydı..Zevkle okudum..Ellerine sağlık.
Selam ve sevgilerimle.
erolabi
ben de hemen her siyasi cenahtan arkadaşlarımla anlaşamayan eleştiren gayri memnun bir tiptim.
asla kimsenin elemanı olamamak gibi sıkıntım her dönem olmuştur.
Selam ve saygı il değerli hocam.
Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade kitabında geçer.
12 Mart muhtırası sonrası evlerden birinde arama yapılmakta, elbette kitaplar önemlidir. Asker (er) eline geçirdiği bir kitabın yazarından da kitabın adından da bir şey anlamaz ve komutanı olan asteğmene verir. Ast teğmen kitabı alır kapağına bakar. Yazarı; V.I.Lenin. Önceki tecrübelerinden artık Lenin adını duymuştur, bilir ne iflah olmaz bir Komünist olduğunu. Fakat o güne kadar dikkat etmediği isminin önündeki bu roma rakamlarıdır. V.I. Viladimir İlyiç’in kısaltılmışını roma rakamları gibi okur ve:
Vayyyyy! Ulan bu komünistten Altı tane varmış. Baksana altıncı Lenin, der.
Mevdudi’yi de, Seyyid Hüseyin Nasr’ı da Lenin’i bildiğimiz zamanlarda bilmiş olsaydık ne sakıncası vardı
12 Eylül hemen sonrası bu kez.
Elazığ’da bir öğrenci evi basılır. Duvarda kocaman bir Marks portresi. Komutan resme bakarken yurt’un aynı odasında kalan beş kişi içlerinden eşhedu çekmeye başlamışlardır bile. Komutan sorar: Kim lan bu?
Öğrencilerden biri anında atılır. Dedemdir komutanım.
Komutan: ulan oğlum, adam olun adam. Bak şu nur yüzlü dedenizi örnek alın. Bırakın bu komünistliğin ardından gitmeyi.
Ortaokuldayken karşı komşumuz aynı zamanda mahallemizin muhtarıydı ve de ölümüne Demirelciydi. Ben de haftada bir gün onun evinin duvarına ziftle kocaman harflerle Kahrolsun Faşizim yazardım ama dayak yiyeceğimi de hesaba katardım. Çünkü benim yazdığım bilinirdi. Ben de sevmezdim o amcayı. Fakat heyhattt! Yıllar sonra Aydın Belediye başkan yardımcısıydım ve Cumhurbaşkanı Demirel belediyemizi ziyaret ettiğinde gazetelerde çıkan resimlerde ben Demirel’in elini sıkıyordum
Yine Ortaokul son sınıfındayken Türkçe öğretmenimiz her birimize karne tatilinde okumak üzere üçer kitap vermişti. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun YABAN, Jack Landon’un BEYAZ DİŞ ve Peyamı Safa’nın KIZIL ÇOCUĞA MEKTUPLAR…
Son kitabın bana hem iyiliği hem kötülüğü dokundu. Kitabı okuyorum diye liseli bizden büyük ağabeylerimizden azar işitmiş hatta bir tokat yemiştim. Fakat bu kitaptan sonra da Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’i daha çok sevdim daha çok okudum
Ya işte böyle Erolabi Neleri hatırlattın bana bu muhteşem anlatımınla. Rüya ile süslenen bu yazı rüya tadında güzel günleri anlatıyor aslında. İyi ki de yaşamışız !
Yazının sonundaki kahvaltı masası anlatımı tam bir şiir tadında.
Kutluyorum, saygılar sunuyorum.
erolabi
neler yaşamışız değil mi?
karıştırdıkça altından ne güzel anılar geliyor aklımıza...
Nazım Hikmet'in şiir kitabını kaplamış,üzerine "Sosyoloji 1 yazmıştım.Yurt basıldığında yakalanmayım diye..
Yorumunuz ayrı bir öykü gibi.
Selam ve muhabbetle
Geçmişin çok canlar yakan siyasi arenasına seyirci yaptınız bizi. Ne denebilir ki! Belki çok şey...
Ama ben kısaca sizi gönülden tebrik ederim bu dolu dolu yazınız için.
erolabi
teşekkür ederim..
selam ve muhabbetle..
erolabi
yaşadım doğrusu da gönüllü olarak
kahvaltı masası kadar güzel bir masa var mı dünyada?
Selam ve saygı ile...