- 1775 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuklarım İçin Ölürüm Her Anne Gibi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
***Bu bir Kılıç balığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu….
Halim Şefik Güzelson (1913-1990)
-Söylemek istediğim bir şey var mı?
Ne diyeyim ki?
Hemen herkesin hayatında, “ben neydim ne oldum, nasıl bu hale geldim?” sorusunu sorduğu bir an vardır mutlaka. Bu soruyu ben kendime yıllardır soruyorum. Kimileri şimdi benim bu soruyu sormam için henüz genç olduğumu düşünecektir. Oysa birçok insan gamsız, aldırmaz, umursamaz tavırlı olduğu için böyle bir soruyu anca yaşlandığında sorar kendine. Yaratılırken hepimiz eşit haklarla yaratıldık ama şans kimimizden daha çok yana oldu bu hayatta.
Birçoğumuz ne olacağımız konusunu zamanın akışına bıraktık. Neredeyse her evde aynı şeyler olmakta. Sabahın erkeninde çalan kurulu saatler, uyanıyoruz ve mekanik, soğuk bir hareketlenme başlıyor yaşamın olduğu her yerde. Yaşam kaygısı hiç birimize küçük mutlulukların farkına varmasına izin vermiyor. Mutfağımızdaki masanın üzerinde ya da pencere kenarında duran çiçeğin mis gibi kokusunun bile farkında değiliz. Güneşin görkemli doğuşunun, yanı başımızdan geçip giden komşumuzun da farkında değiliz. Önemli olan zamanla yarışmak, hayat mücadelesi için koşuşturmaktır. Görebileceğimiz birçok güzelliği es geçiyoruz. Bu yüzden yaşamımızda herhangi olumlu bir değişiklik olmuyorsa bunun tek suçlusu yine kendimiziz. Her sabah aynı durakta aynı insanlarla dakikalarca bekler onlarla aynı otobüste ya da minibüste yolculuk ederiz de kim olduklarına, nasıl olduklarına bakmadığımız gibi, yüzlerine, gözlerine, ses tonlarına bile dikkat etmeyiz. Birlikte iki kelime etmekten kaçındığımız gibi adeta yaşamımıza farklı bir renk girmesin diye, körleşir, sağırlaşır, duygusuzlaşırız. Hepimiz kendi dünyamızda günlük koşuşturmalar içerisinde olduğumuz için, değişiklik aklımızın ucundan bile geçmez.
Çocukluğumuzda her şey çok daha başka çok daha güzeldi diye artık klişeleşmiş bir söz edeceğim, ama gerçek bu. Yoksulduk, birçok şeyden yoksunduk ama annemizin ekmek üzerine sürüp şekerle tatlandırdığı birazcık tereyağı, şimdilerin kaymaklı dondurmasından çok daha tatlı çok daha anlamlıydı. Yaşamımızdaki birçok olgunun, soruların yanıtını bilmiyorduk ama böylesi güzeldi. Geniş ovadaki tarlaların içerisinde nasıl koşturduğumu, yağmur sonrası gökyüzünde beliren kocaman gökkuşağının altından geçebilmek için ne kadar yol aldığımı hatırlıyorum da şimdi; ışığın kırılmasından oluşan ve gökyüzüne yansıyan bu renk cümbüşünün nasıl oluştuğunu da bilmiyordum ama bu da güzeldi. Bilmemek da güzeldi. Büyüklerimiz her şeyi uyduruk bir sebebe bağlardı ve biz küçüklerin susmasını ve soru sormamasını isterdi. Çocukluğumuza, çocuk kalmamıza, büyümemize kim nasıl karar veriyordu? Ama hemen her çocuğa da büyüyünce ne olmak istediği sorulurdu. Anne babamızın yanında geçerdi çocukluğumuz da büyüdüğümüzün farkına bile varmazdık. Bir gün tek başımıza kendi evimizde kendi oluşturduğumuz ailenin içerisinde bulduğumuzda da kendimizi, çocukça bir korku kaplardı içimizi. Artık sorumluluk sahibiydik. Çalışmalı, para kazanmalı, beslenmeli, banka hesabı açmalı, ev, araba almak için koşturmalıydık. Artık posta kutumuzda lise çağından, gençlik arkadaşlarından gelen mektup veya kartların yerini, bankalardan, kurumlardan gelen ödeme faturaları, kredi borçları, taksit belgeleri dolmaya başladı.
Yaşam mücadelesi ne kadar boğacak kadar sıksa da boğazımızı, mengenede sıkışmış gibi hissetsek de kendimizi, bundan kimselere söz etmedik. Yakışmazdı bize şikâyetçi olmak. Katlanacaktık tüm zorluklara. Gözlerimizi kapatıncaya kadar bu böyle sürüp gidecekti. Dünya dönüyordu durmadan ve bıraktığımız boşluğu mutlaka yenileri dolduracaktı.
Keşke farklı olsaydım, keşke diğerleri gibi olmasaydım. Ama onlardan biriydim işte. Elbette benim de hayallerim, hedeflerim vardı. Çok azına ulaşabildim. Ben de diğer birçok anne gibi evimdeyim, işten gelecek olan eşimi beklerken, çocuklarla ilgileniyor, ev işlerini yapıyor, çamaşır, bulaşık derken ömrümden koca bir gün daha geçip gidiyor. Akşam işten dönen eşimin önüne yemeğini koyabildiysem, onun hiç olmasa kızgın bakışlarından kurtulduysam ne mutlu bana. Çocukları uyutuyorum. Az biraz dinleneyim diye otururken saate takılıyor gözlerim. Uyku zamanı. Uyumalı ve yeni bir güne hazırlanmalı. Ama niçin? Yarın bugünden farklı mı olacak? Yine aynı şeyler. Sadece aynı şeyler. Çocukların bakımı, ev iş, çamaşır, bulaşık, yemek ve işten dönen eşin hizmetini kusursuz yapmak. Kusur bulunduysa neler olduğunu hangi kadına anlatayım ki…
Salondaki herkesin gözü üzerimde. Karşımda beni yargılayanlar da dahil kimisi acıyarak, kimisi korkarak bakıyor gözlerime. Birçoğu da boş gözlerle bakıyor bana. Uzun belki de hüzünlü bir konuşma yapmış olmalıyım ki dinleyenler önce kısa bir süre suskun kalıyorlar.
Karşımdaki de kimi şeylerin değiştirtemeyeceğinin ezikliği içerisinde, cılız bir ses tonuyla:
-İki çocuğunuzu birden uyurlarken öldürmenizin gerekçesi bu anlattıklarınız mı yani? Dedi.
Söyledikleri bir süre sonra ulaştı kulağıma sanırım. Dudak kenarlarım hafiften geriye doğru gidiyor, uslu bir tebessümle kafamı sallayıp onaylıyorum sorulan soruyu.
Hafif bir uğultu doluyor salonun içerisine. Kimilerinin inanılmaz, der gibi kafalarını sağa sola salladıklarını, kimilerinin kendi aralarında şaşkın bakışlarla bakışıp bir şeyler fısıldadıklarını görüyorum. Biliyorum, birçoğu bana hak veriyor, birçoğu beni haklı da görüyor, hatta yapabilseler kendileri de benim yaptığımı yapardı ama toplum kurallarına ters düşerler diye her şeyi sineye çekiyorlar.
Yeniden dudaklarım aralanıyor. Konuşan benim ama kendi sesimi bile tanıyamıyorum. O kadar bitkin o kadar güçsüzüm.
-Onları kurtardım ben aslında. Bütün bu zorlukları, eziklikleri, yoksullukları, çaresizlikleri yaşamayacak onlar. Yaşlanıncaya kadar yaşayıp geriye dönüp baktıklarında her şey boşunaymış, demeyecekler.
Anlaşılmayacak şeyler mi söyledim? Her biri bana hak vermez miydi? Yaşamın ne olduğunu, gerçeğin ne olduğunu hepimiz biliyoruz aslında. Çocuklarını bu kadar çok seven biri onların zorlu, zavallı bir yaşam sürdürmelerini ister mi? Kaç saattir bu salondaydım bilmiyordum. Ta ki bileklerime geçirilen kelepçelerin soğuğu ile irkilince kendime geldim. Suçluyum. İnkâr etmedim ki. Korkunç bir şey. Katilim ben. Hem de çocuklarımın katili. Hayır, onları kinimden, kıskandığımdan, çekemediğimden hatta aşırı sevgimden dolayı öldürmedim. Ben onları huzura kavuşturdum. Hepsi bu.
Yine de beni bir canavarmışım gibi apar topar sıkı koruma eşliğinde salondan çıkarıyorlar. Etrafımdakilerin bakışları bedenimi delip yüreğime, ciğerlerime saplanıyor adeta. Girsinler yüreğime, girsinler işte. Orada bir annenin çocuklarına olan sevgisinden başka ne görecekler ki? Kocamla son kez göz göze geliyorum. Neden? Diye sorar gibi bakıyor. Nedenmiş. Oysa en iyi o anlamalıydı beni.
Ömür boyu hapis cezası. Ama bu ceza değil ki benim için.
Kapılar kapanıyor ardımdan. Hücremde tek başınayım. Yeni evim, yeni yaşam alanım burası artık. Ellerimle kapının küçük penceresinin parmaklıklarına tutunuyorum. Alnım soğuk demiri hissediyor.
Her şeye rağmen kendimi şimdiye kadarki yaşamımdan çok daha özgür ve huzurlu hissediyorum. Yaşamın monotonlaşmış hatta kaderim haline gelen deviniminden kurtuldum artık. Başardım.
Ama daha da önemlisi, artık günün birinde huzur içerisinde ben de bu dünyayı terk edebilirim. Huzurluyum, çünkü çocuklarımı bu rezil yaşamın kollarına hapsetmedim. Onları ömür boyu hapse mahkûm olmaktan kurtardım.
YORUMLAR
İlk önce okudum,
sonra bir daha okudum.
Aslında çok anlamlı ve farklı bir iletiydi.
Bir anlamda farkında mısınız? diye genişçe bir düşünme yelpazesi açtı sanki.
Düşündüm, okudum ve çokça keyif aldım yazınızdan...
Tebrik ediyorum...
Hüseyin Akdemir
saygıyla...
hem çok yararlı,hem de zararlı bir yazı...ben yararlandım,teşekkürler,şu çivisi çıkmış dünyada yaşamalarına ben de kıyamıyorum çocukların...
zararlı,(kimse uygulamaya kalkmasın ) uyarısı eksik yazıda :-)
tebrikler :-)
Hüseyin Akdemir
Kimse de bu insanları (anneleri) bu hale düşürmesin.
Teşekkürler asude...
Sadece farkındalık oluşturmak içindi sanıyorum bu yazınız.Yazının kahramanına yaptığı için hak vermek değil belki mazeretine hak vermekti amaç...
Evet ; annelik .....Her anne hayatının en büyük bölümünden vazgeçer.......Sonuçta anneliğin verdiği o büyük ve değişilmez haz için.....
Tekrarını sorsalar yine her anne kendi yavrusunu ister eksiği veya fazlasıyla inanın...Eksiği değilde fazlası yorsa da daha fazla , bir tebessüm ve canım annem sözleri unutturur tüm sıkıntı ve zorlukları..
İnsan faktörü ve duyguları her yaşam kesitinde aynı , dolayısıyla da tüm annelere (en azından çoğu annelere) tercüman olmuşsunuz diyor ve kutluyorum.
Saygılar...
kırk bohça tarafından 1/16/2013 5:37:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hüseyin Akdemir
Çok teşekkürler anlaşılmış olmaktan dolayı...
ÇOk güzel paylaşım ve bir o kadar düşündürücü yazı...Yazan kalemi kutluyorum, sevgiler...
Hüseyin Akdemir
Çok teşekkürler..
Tartışma yaratacak bir konu:.
Anne çocuklarını öldürmese de annelik görevlerini sonuna kadar yapsa mıydı.?Annelik eşittir özveri ve fedakarlık.Allah'ın onlara yazdığı kaderi yaşamalılarmıydı?
Veya bu dünyanın acılarında kurtardı mı çocuklarını? iyi mi etti.?
Konunun içeriğini bir tarafa bırakarak sizin yazım üslubunuzu, her zamanki gibi çok beğendiğimi
belirtmek istiyorum.Rahatsızlığım nedeniyle DR.bilgisayarı ve uzun yazıları okumamı yasaklamasına rağmen.Sizi görünce dayanamıyorum.Haz duyarak zevkle bir solukta okudum.
Sade ve sürükleyici üslubunuza hayranım.
Kaleminiz var olsun efendim.selam saygılar.
Hüseyin Akdemir
her zamanki gibi onurlandırdınız beni.
Tüm içtenliğimle saygılarımı gönderiyorum size...
çok güzel bir yazı, bende doğduğuna bin pişman olanlardanım, belkide en baştan ölmeyi tercih ederdim, lakin yinede yaşamak acısıyla tatlısıyla yoksulluğuyla kimbilir bir anne sıcaklığında değerdi diyorum...
Hüseyin Akdemir
Ama işte bazen duygular mantığın önüne geçiyor ve çıkmaz yollara sürüklüyor insanı. Keşke olmasa böyle bir şey.
Teşekkürler paylaşımınız için.
Ve hayat en çok da sizin için güzel olsun diliyorum...
ben anaya hak veriyorum.....her gün ölmelerini istemiyor bir kere olsun tamam diyor...yıllardır üzerinden çıkaramadığı yoksulluk elbisesini çocuklarım giymesin diyor....çok konuşulacak harika bir konu ustada muhteşem işlemiş..... saygılar
Hüseyin Akdemir
aynen öyle işte, siz uğramadıysanız sayfama o öyküyü yazılmamış sayıyorum.
Teşekkürler, saygılar...
Bu yazı çok yorumu hak eder... Geçmişten bahsettiğiniz evet, o zamanlar he şey doğaldı dostluklar bile... şimdilerde birisinden yardım alsanız, hemen karşılık bekliyor acaba buna karşılık ne koparabilirim diye. Ve sözde medeniyeti yaşıyoruz, teknolojinin nimetlerine boğulmuşuz, oysaki bütün bunlara rağmen kendimize huzur dolu iki saat ayıramıyoruz. Halbuki ilk insanlar bile günde iki saat avlanır geri kalanını kendi zevkleri için ayırırlarmış. Anneye gelince hak vermek mümkün değil! O çocuklar belki zorluk çekeceklerdi başlarda, ama beki ileride güzel hayatları olacaklardı, olmasa bile bunu deneme hakları kendilerinin değil mi? Hem neydi annelik her türlü zorluğa rağmen yaşatmak değil miydi?
Tebrikler Hocam
Hüseyin Akdemir
Gece sabaha karşı evde oluyorum ve ancak bakabiliyorum. Okuyanlar, okumuş olanlar uyuduğunda da ben ancak o zaman yanıt verme ve teşekkür etme şansı buluyorum.
Güzel bir paylaşımdı; emeğiniz için teşekkürler.
Çok ders verici.
Saygılar...
Hüseyin Akdemir
Çok geç vakitlerde hatta sabaha doğru evde oluyorum ve ancak yanıt verme şansım oluyor.
saygılar...
Düşüncelerimi kopyalayıp buraya yazmak da nerden aklınıza geldi.
Beni mi sınıyorsunuz?
Yok..başka bir şey var.
Yoksa bu yazıyı ben yazmıştım da siz ...evettt,tabi ya !
Benyazdım fakat siz kendi resminizi adınızı ekleyip yayınladınız.,
Şimdi oldu .
O da olamaz ???
O zaman tek bir alternatif kalıyor geriye : "ben çift kişilikli miyim?"
Oda olamaz ???
O zaman bu yazıyı siz yazdınız fakat benim içimden geçenlerle aynı hissyatı paylaşıyoruz.
En akıllıca bu !
Burada durmalıyım.
Selam ve muhabbetle...
Hüseyin Akdemir
güzel!
güzel!
güzel!
teşekkürler Erolabi :)