- 935 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Marilyn Monroe’un Hayatı ve Oyunculuğu II
2. Marilyn Monroe’nin Oyunculuğu, Filmleri ve Değerlendirmeler
1944 yılında kocası askere gidince, Marilyn de silahlı kuvvetlere araç gereç yapan bir fabrikada çalışmaya başlar ve işte burada karşısına ilk kamera çıkar. Bu, fabrikalarda çalışan ve savaşa katıda bulunan genç kızların özverisini tanıtarak halka moral vermek isteyen bir dergi fotoğrafçısının kamerasıdır. Fotoğrafçı tüm fabrikada ondan daha iyi poz veren bir genç bulamamıştır. Kendisine çevrilmiş ilk kameranın önünde Marily artık erkeklerin, hatta kadınların da – kıskançlıktan ötürü – ilgisini çeken pozların nasıl verileceğini sanki yıllarca bu işte çalışmış gibi bilir. Gazete fotoğrafçısının saptağı pozlar onu önce modelliğe götürecektir. Marilyn artık gündüzleri stüdyolarda fotoğrafçılara poz vermeye başlar.
Bu süre içinde, yani jim uzaklardayken ve Norma Jeane farklı fotoğrafçılarla çalışırken yine hem kendisi hem gelecekteki hayranları için işleri değiştirecek bir şey oldu. Şubat 1946’ydı. Menajeri Emmeline Snively’nin tavsiyesiyle Norma Jeane önce kestane rengi saçlarını düzleştirdi, sonra altın sarısına boyattı. Bunları bir şampuan reklamı için yapmıştı. Böylece Norma Jeane, Baker Dougherty, Jean Harlow’a benzemeye başladı.
20th Century Fox şirketi yeni yetenekler aradığı bir zamanda Norma, 17 Temmuz 1946’da Ben Lyno’la görüştü. Görüşmeden sonra 1944 yapımı ve başarılı bir Moss Hart Broadway oyunundan beyazperdeye uyarlanan Winged Victory filminin senaryosundan birkaç sayfa okuduktan sonra deneme çekimleri yaptı. Çekimler başarılı geçtikten sonra Altı ay boyunca haftada 75 dolar karşılığında anlaştı. Stüdyo isterse ikinci altı ay için yeni bir anlaşma yapabilecek ve maaşı ikiye katlanacaktı. California’da yasal bir anlaşma imzalayabilmesi için bir yıl daha büyümesi gerekiyordu. Dolaysıyla 24 Ağustos 1946’da onun adına kontratı Grace Goddard imzaladı.
Şunu unutmadan söyleyelim ki Fox’un başkanı Darryl Zanuck, Norma Jeane’in deneme çekimlerini gören başkaları kadar coşkulu tepki vermedi. İşin ilginç yanı bu adam hiçbir zaman onun hayranlarından biri olmadı. Marilyn Monroe, şirketine bir servet kazandırırken bile. Ne var ki Norma Jeane’de kontrat imzalayacak potansiyel olduğuna karar verdi.
20th Century Fox’la anlaşmasının son noktasına gelmek üzereyken Norma Jean Dougherty, Ben Lyon’ın ofisine çağrıldı. Bir sorun vardı: İsmi. Lyon, soyadını fazlasıyla uzun ve telaffuzu zor buluyordu. “İnsanlar Doe-herty mi, Dogerty mi bilemeyecek” dedi. “değiştirmemiz gerek. Hem çok da çocuksu. Bize kırılgan görüntünü dengeleyece bir şey lazım. Aynı zamanda klas olmalı.” Kabul etti. Sonunda Lyon’la ikisi Marilyn Monroe’da karar kıldı. Norma Jeane, Lyon’a 1920’lerin Broadway aktrisi ve bir zamanlar beraber olduğu Marilyn Miller’ı hatırlatıyordu. Monroe ise Norma Jeane’in annesinin kızlık soyadıydı.
Fox, Marily Monroe’la, Şubat 1947’de kontratını altı ay daha uzattı. Fakat Marily’in tek yaptığı basın bültenleri için mayolu ve gecelikli pozlar vermekti.
İlk filmi Şaşırtıcı Bayan Pilgrim’i (The Shocking Miss Pilgrim-1947)dır. Marilyn, yirmi yaşındaydı. Filmde telefon operatörü olarak bir anlığına görünür – ve adı geçmez. Öyle ki çoğu hayranı onu tanımakta bile güçlük çeker. 1947 yapımı Tehlikeli Yıllar’da (Dangerous Years) yine çok az görünür. 1948’de dört filmde daha rol aldı. Ağustos 1947’de stüdyo kontratını yenilememeye karar verdi.
14 Mart 1948’de, Marilyn’in Columbia’yla kontrat imzaladı. Columbia için yaptığı ilk film, düşük bütçeli müzikal Koro Kızları’ydı (Ladies of the Chorus). Bu filmde başroldeydi ve iki şarkı söylüyordu. Every Baby Needs a Da da Daddy’yle Anyone Can See I Love You. Ve Adele Jergens’la iki düet yapıyordu. Ayrıca pek çok sahnede dans etmesi gerekiyordu ki bu Marilyn için gerçek bir sınavdı. Koro Kızları kısa bir filmdi. Sadece bir saat sürüyordu ve çekimi on günde tamamlanmıştı ama Marilyn şaşılacak kadar başarılıydı. Şarkı söyleyişi ilham vericiydi. Ne var ki film aynı yıl gösterime girdiğinde Marilyn’in kariyerine hiçbir getirisi olmadı. Hatta sinema salonlarında gösterilmeye başladıktan kısa bir süre sonra Columbia, Marilyn’le yollarını ayırdı.
25 Mayıs 1948 yıllında Tom Kelley tarafından 50 dolar karşılığında çıplak poz vererek fotoğraf çektirdi. Marilyn, çıplak fotoğraf çekmekte tereddüt etmemiştir. Çünkü Marilyn, çıplaklığı dert eden biri olmamıştır. Resimler bugünün standartlarına göre oldukça masumdu ama Marilyn çıplak poz verdiğinin bilinmesini istemediği için Mona Monroe adını kullandı.
1949 sonbaharında Marilyn, John Huston’ın cesur gerilim filmi Elmas Kaçakçıları’nda rol almaya başladı. Bir filmde ilk kez bir hırsızlığın planlanış öyküsü tüm detaylarıyla suçluların gözünden anlatılıyordu. Marilyn’in rolü unutulmazdı. Yaklaşık beşer dakika süren üç sahnede görünüyordu. MGM’in kontratlı oyuncusu Louis Calhern tarafından canlandırılan yaşlı ve evli, düzenbaz bir avukatın Angela Phinley adındaki seksi ve şehvetli metresini oynuyordu. Film, Mayıs 1950’de gösterime girdiğinde dört dalda Oscar’a aday oldu. İkisi Huston’ın yazarlığı ve yönetmenliği içindi, diğer ikisi siyah beyaz sinematografi ve en iyi yardımcı erkek oyuncu -Sam Jaffe- dallarındaydı. Marilyn rolünü layığıyla oynayıp, bu işten alnının akıyla çıktı. Fakat ismi doğru düzgün hiçbir yerde geçmedi ve filmin sonundaki on beş kişilik oyuncu listesinde on birinci sıradaydı. Ancak bu bir başlangıçtı ve gelecekteki parlak kariyerine ulaşmasını hızlandırması açısından çok önemli bir filmdi. Marilyn, Elmas Kaçakçıları’nda iyi iş çıkardığını bilmesine rağmen film bir süre daha gösterime girmeyecekti. Dolaysıyla 1950 beklenti ve biraz da hüsran dolu bir yıl olacaktı.
Nisan 1950 Perde Açılıyor filminde oynadı. Filmde rol alınmasında Elmas Kaçakçıları filmi etkili olmuştur. Marilyn rolünde parladı ve sonraki on beş yıl boyunca dolduracağı baskın beyazperde kişiliğinin sinyallerini verdi. Perde Açılıyor gösterime girdiğinde on dört dalda Oscar adayı olacaktı. Bir filmin bu kadar çok dalda aday olması Akademi için bir rekordu ve Perde Açılıyor 1997’de James Cameron’ın Titanik’ine(Titanic) kadar bu rekor elinde tuttu. Ne var ki Titanik on dört adaylıktan on biri alırken, Perde Açılıyor En iyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo da dahil olmak üzere altısını kazandı. Marilyn’in Oscar törenine ilk ve tek katılışı 29 Mart 1951 tarihinde o gece Thomas Moulton’a Perde Açılıyor için En İyi Ses Kaydı Akademi Ödülü vermiştir.
Marilyn Monroe’nun 1950-1951 arasında çevirdiği filmler pek önemli değildir. 20th Century Fox, Genç Hissetmek’te tekrar onunla çalıştı. Afişlerde yer almasına rağmen filmde sekreter Harriet olarak sadece iki sahnede görünüyordu. Sonra içinde seks olmayan, İkinci Dünya Savaşı sonrası seks komedisi Aşk yuvası (Love Nest) geldi. Başrollerde June Haver ve William Lundigan vardı. Sonradan Marilyn’in bir havluya sarılı şekilde duştan çıktığı sahne için uzatılmış cameo denilecektir. Marilyn, Boşanma Oyunu’nda (Let’s Make It Legal) biraz daha uzun süre ve çoğunlukla bornozla göründü. Bu romantik komedide başrolleri Claudette Colbert ve Macdonald Carey paylaşır. Bir sinema eleştirmeninin yorumu filmin bir saat on beş dakikalık süresinin bile fazla uzun geldiği yönündedir.
İlk filmlerinden bir diğeri de Firtz Lang’in İki Sevgi Arasında’dır. Film 1951’de çekilmesine rağmen 1952’de gösterime girdi ve beyazperdeye Clifford Odets’in başarısız bir Broadway oyunundan uyarlandı. Odets, oyunun yönetmeni Lee Strasberg ve diğerleri 1930’lu yıllarda epey tartışmaya yol açan, sol eğilimli Group Theatre’ı kurmuştu. Oyunda Mae Doyle adındaki başrolü Tallulak Bankhead canlandırırken filmde onun yerini Barbara Stanwyck aldı. Filmin tanıtımı için hazırlanan afişlerde gösterişli bir şekilde yer alsa da Marilyn’in rolü küçüktü. Yine de önemli insanlarca fark edildi. Alton Cook’un New York Word – Telegram and Sun’da çıkan övgüsü kesinlikle kayda değerdir. “Kız insanın içini çoşturuyor, moral veriyor. Ayrıca güçlü bir oyuncu. Kesinlikle yetenekli bir yıldız adayı. Rolü büyük olmamasına rağmen oyunculuğuyla baskın bir hale getiriyor.” Fox kontratlı oyuncusunu RKO’ya iddia edildiği gibi gişe potansiyelini ölçmek için ödünç verdiyse cevabını aldığı ortada. Stüdyo nihayet Marilyn’in çekiciliğin sergilemek ve onu daha şöhretli aktörlerle eşleştirme konusunda ikna olmuştu.
1953’te Monroe’yu yıldızlığa yükselten ve onun en popüler filmlerinden olan üç film piyasaya sürüldü: Niagara, Erkekler Sarışınları Sever ve Bir Milyonerle Nasıl Evlenilir. Monroe’nun havası, kıpır kıpır hali ve şehvetli sesi, onun Hollywood’un en büyük sarışın bombası olduğunun kanıtıydı; ayrıca son iki film, Monroe’nun komedi yeteneğini göstermesine ve erotik imajının karmaşıklığını açığa vurmasına da olanak verdi. Monroe’nun cisimleştirdiği dişil cinsellik klişe haline geldi ve mizah konusu oldu. Bununla birlikte, Monroe’nun kendi vücudundan ve etkilerinden hoşlanması, özünde samimi ve masumanedir, dolaysıyla abartılı cinselliği, zararsız ve doğal görünür. Mizah, onun erkekler üzerinde yarattığı etki ile kendisinin bu etkinin farkında olmaması arasındaki mesafede yatar. Daha sonra aynı zamanda masum görünmeyi başarmıştır. Monroe’nun çekiciliği, Lee Strasberg’in cenaze töreninde söylediği gibi “bütün dünya için…ebedi dişinin bir simgesi” haline gelene kadar bu çelişkileri birleştirme ve inşa edilmiş bir dişi cinsellik vizyonunu doğallaştırma ve arındırma yeteneğinde yatar.
Kasım 1953’te Bir Milyonerle Nasıl Evlenilir’in prömiyerinde eleştirmen ve izleyicilerin dikkati, birlikte oynadığı yıldızlar Bacall ve Grable’dan çok Monroe’nun üzerindeydi. Fox’un en büyük yıldızıydı ve stüdyo için cinsel-komedi rolleri geliştirmeye devam etmekteydi. Malzeme her zaman yeteneğine uygun değildi; fakat Garbo gibi kötü filmleri izlenmeye değer kılan bir perde karizmasına sahipti. Ne var k, Monroe kendisine sunulan senaryolardan memnun değildi; daha fazla çaba isteyen değişik rollerle oyunculuğunu geliştirmek istiyordu. 1954’te Actors Studio’da Lee Strasberg’le çalışmak üzere New York’a gitti. Dönemin eleştirmenler, perde performanslarındaki yeteneğini görmeyi reddettiler. Bir oyuncu olarak yetenekli olup olmadığı konusunda bugün dahi anlaşmazlıklar sürmektedir. Yeteneğinin kabul edilmemesinin nedeni ve izleyiciyi büyülemeye devam etmesini sağlayan neden ironik bir şekilde aynıdır: Perdede tamamen doğal görünme yeteneği. McCann’ın (1988) söylediği gibi, “Kişiliğimizin üst tabakasını kazımayı, bizi aşkın ya da yalnızlığın, hazzın ya da acının bazı özsel niteliklerini gördüğümüze inandırmayı başardı.” O, karakterlerine yaşam verirken, perde de Monroe’ya doğrudan ulaşmamızı sağlar. Bunun ne ölçüde anlaşılabildiği tartışmalıdır. Monroe’nun Strasberg yöntemiyle sıkı eğitimi, oyunculuğunda kendi deneyimini, özellikle çocukluk deneyimini kullanması daha sonraki filmlerinde görülebilen açık duygu niteliğini herhalde arttırır.
Hollywood’a geri döndüğünde yaptığı ilk film Otobüs Durağı (1956), birçok eleştirmeni onun oyunculuk yeteneğiyle ilgili kuşkuları konusunda susturdu. Perişan gece kulübü şarkıcısı Cherie rolünde komediyi, cinselliği ve pathosu birleştiren, yönetmen Joshua Logan’ın onu “Şimdiye kadar tanıtığım herhangi bir erkek oyuncu kadar dahi” ilan etmesini sağlayan başarılı bir performans sergiledi.
Marilyn, 1959 yılında Billy Wilder’ın yönetmenliğinde çevirdiği “Some Like It Hot” kariyerindeki en başarılısı ve en popüler filmi oldu. Monroe bu filmdeki oyunculuğuyla bir Altın Küre Ödülü kazandı. Ancak filmin ve Monroe’nun büyük başarısı kadar perde arkasında yaşanan olaylar da yine bu dönemde su yüzüne çıkmaya başladı. Özellikle Monroe’nun sete sürekli geç gelmesi, repliklerini hatırlayamaması, zaman zaman odasından çıkmayarak çekimlere katılmayı reddetmesi yönetmen Billy Wilder ile arasında büyük çatışmalara yol açtı. Bunların dışında çekimler sırasında hamile olduğunu keşfeden Monroe, filmin tamamlanmasının ardından düşük yaptı. Bu filmin sonra çevirdiği “Let’s Make Love” filmi ise kritik ve ticari açıdan başarısız oldu. Yine de film de söylediği “My Heart Belogs to Daddy” şarkısı büyük hit oldu. Ayrıca bu filmdeki rol arkadaşı Yves Montand ile kısa bir yasak ilişki yaşadı.
Maryln, senaryosunu kocası Arthur Miller’ın yazdığı 1961 yapımı “The Misfits” filminde çocukluk idolü Clark Gable ile birlikte başrolde oynadı. Film boyunca Monroe’nun psikolojik ve fiziksel sorunları, alkol ve reçeteli hap bağımlılığı, iki sefer yorgunluk ve sinir bozukluğu sebebiyle hastaneye yatırılması ve sete sürekli geç gelmesi nedeniyle çekimlerde çok fazla sorun ve gecikmeler yaşanmasına rağmen, Monroe ve diğer oyuncular gösterdikleri performanslarla eleştirmenlerin ve seyircilerin ilgisini çekti. Ancak film yüksek beklentilere rağmen karışık eleştiriler aldı ve gişede fazla hasılat yapamadı. The Misfits, aynı zamanda Monroe’nun ve Clark Gable’ın tamamladıkları son film olacaktı. Bu filmden sonra Monroe, kocası Arthur Miller’dan boşandı. Boşanmadan sonra depresyon sebebiyle Payne Whitney Psikiyatri Kliniği’ne yatarak bir süre tedavi gördü. 1962 yılında “Something’s Got to Give” adlı komedi filminde oynamaya karar verdi. Bu film, onun aynı zamanda ilk çıplak sahnesini de içeriyordu. Ancak film boyunca hasta olduğunu öne sürerek sete az gelmesi ve onun yerine hakkında aşk söylentilerinin çıktığı J.F Kennedy’nin doğum günü için şarkı söylemeye gitmesi üzerine Fox şirketi tarafından filmden kovuldu. Sözleşmesi iptal edildi ve film şirketi tarafından kendisine tazminat davası açıldı. Fox şirketi filmi tamamlamak için aktriste Lee Remick ile anlaşmasına rağmen Monroe’nun filmdeki rol arkadaşı Dean Martin’nin başka bir aktrisle çalışmak istememesi üzerine işe geri alındı ve kendisiyle yeni bir sözleşme yapıldı. Ancak filmin çekimleri tekrar başlamadan önce yüksek dozda sakinleştirici ilaç alarak 5 Ağustos 1962’de Brentwood, Los Angeles’daki evinin yatak odasında henüz 36 yaşındayken hayata veda etti. Ölümünün ardından yapılan otopsi sonucunda ölüm sebebi yüksek dozda Barbitürat alımı sonucu muhtemel intihar olarak ilan edilmesine karşın, olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların daha sonradan kaybolması ve başta kahyası Eunice Murray olmak üzere görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri sonucu ölüm sebebinin cinayet olduğuna ve politik sebeplerden CIA, Mafya ve Kennedy ailesinin buna sebep olduklarına dair tam olarak kanıtlanamamış birçok komplo teorisi ortaya atıldı. Monroe’nun bedeni daha sonra eski kocası Joe Dimaggio’ya teslim edildi ve onun aranje ettiği bir cenaze töreni ile 8 Ağustos 1962 yılında ise Westwood Village Memorial Park Mezarlığı’nda defnedildi.,
Sinemadaki cinsellik sömürüsünün en büyük, en görkemli ve dünyayı en çok etkileyen “seks bombası” Marilyn Monroe’dur. Çünkü Marilyn Monroe bu sömürünün aracı olmaktan kurtulmak için “yıldız” diye kabul edildikten sonra bile oyunculuk becerisini geliştirmeye çalışmış ve daha olgun rollere çıkabilmek amacıyla tiyatro okullarına giderek çaba göstermişti. Ama bir kez sömürü çarkına yakalanmıştı, kurtulamadı ve belki de bundan ötürü yaşamına kendisi son verdi.
Marilyn Monroe hiçbir zaman bir TV yıldızı olmadı. Tümden beyaz perdenin bir simgesi olarak kaldı. Hollywood beyaz perdesinin…ama Monroe bu beyaz perdenin değişik bir yıldızı olarak belleklere geçti.
1 Haziran 1962 tarihli Time dergisinin yazdığına göre, son filmi olan kendisini öldürmesiyle tamamlanamayan “Something Got To Give” adlı yapımda Marilyn çırılçıplak oynamak istememiş, ama her şeyin en gerçeğe yakın olanını kamerasıyla saptamayı usuna koymuş olan yönetmen George Cukor ise onun ten rengi giysi giymesini engellemişti. Marilyn’i rahatlatmak için, yapımla doğrudan doğruya ilgisi olmayan tüm erkekleri setten çıkaran Cukor, “Sizlerde başınızı çevirin” diyerek set işçilerine verdiği komutla da onları şaşırtmıştı. Ancak bu önlemlerden başlayan çekim provalardan birinde Marilyn havuza çırılçıplak girebildi. Tam bu sırada aydınlatma teknisyenlerinden birisinin sesi duyuldu: “Bobby, 10 numaranı biraz daha kaldır.” Gerçekte 10 numara bir ışık kaynağı idi. Fakat çıplaklığının herkesi etkileyebileceğini düşünen Marilyn’in şöyle mırıldandığı duyuldu: “Bobby’nin bir kız olduğunu umarım.”
Kendisine yüklenmek istenen - başta aptal sarışın rolleri ve onun gerçek yaşamdaki karşılığı olmak üzere – her şeyden nefret etmiş ve onca yapaylık arasında biraz gerçek yaşam, biraz gerçek yaşam, biraz içtenlik aramış bir kadındı o…Herkesin tırmanmayı düşlediği dorukların anlamsızlığını anlayan ne ilk ne de son sanatçıydı… Ne var ki onun bu denli bilinçli olmasını, el yordamıyla da olsa starlığın, ünün ve popülerliğin kimi gizlerini en çıplak haliyle görüp göstermesini yadırgadı, giderek mahkûm etti Hollywood… Onu Yalnızlığa, mutsuzluğa, dolaysıyla ölüme yargıladı. Marilyn, yazgının, yani sinemanın kendisine yüklemek istediği bir rolü oynamadı. Ve sonunda o role isyan etti. Onun öyküsü, yüzyılımızdaki medya starlarının sahip olduğu en acıklı öykülerden biridir. Gerçek bir tragedyaya en çok yaklaşanlardan biri… Ve kitleler, kimi konularda yanılsalar da, kamu önünde yaşanan özel yaşamlardaki trajiği hiç kaçırmazlar. Marilyn’in de bu trajedi yüküyle bir efsaneye dönüşmesi kaçınılmazdı. Ve öyle de oldu.
Marilyn’in sinemada nasıl bir bomba olacağı daha deneme filminde belli olur. Deneme filminin kameramanı Leon Shamroy, “Ertesi gün filmi kurgu masasında izlerken ürperdiğimi hissettim. Sessiz film döneminden ber çalışırım. Bu kızda hiç görmediğim bir şey vardı. Gloria Swanson’un erişilmez güzelliği ile birlikte Jean Harlow’un cinselliği onda toplanmıştı.” Dedi. Ünlü yönetmen Billy Wilder ise onunla çalıştıktan sonra şu tutkusunu dile getirdi: “Beyaz perdede izlediğiniz bir kadının teniyle ilişki kurma arzusuna çok ender rastlanır. Filmdeki görüntüsü gerçekmiş gibi görünen ten… Elinizi uzatıp perdedeki tene dokunmak istersiniz. İşte o bu isteği sizde uyandırırdı
Marilyn, görece olarak kısa sinema yaşamına ve genç sayılabilecek bir yaşta ölümüne karşın, hakkında en çok konuşulan, yazılan spekülasyon yapılan sinema sanatçısı oldu. Bir modern zamanlar Valentino’su, hatta onun da ötesinde… Ölümüne neden olarak, ilişkileri açığa çıkan John ve Robert Kennedy kardeşlerin, CIA ve FBI’ın hatta yabancı devletlerin katkıları öne sürüldü. 20’yi aşkın biyografisi yazıldı. Birçok belgesel ve kimi dramatik filmler onu ve ölümündeki gizi araştırdı. İyi bir oyuncu olduğu belki ölümünden sonra daha iyi anlaşıldı. Ama o, artık oyuncu ve de star statülerini aşarak, tam bir efsaneye dönüştü. Pete Martin şöyle demişti: “O korku içinde doğmuştu. Bu korkuyu asla yenemedi. Ve sonunda bu korku onu öldürdü.
Belki de onu en iyi tanıyan ve anlayan erkek olan (ve onun üzerine bir kitap değil, ama bir oyun yazan) Arthur Miller şöyle diyecekti: “Eğer o basit biri olsaydı, yardım etmek kolaylaşırdı. Biraz daha şanslı olsaydı, bu işten daha kolay sıyrılabilirdi.” Ama Marilyn ne o denli basit, ne de özellikle şanslıydı. Ve hayatını kaybetti. Ama 20. Yüzyıl da, çekiciliği gizemiyle orantılı bir büyük efsane kazandı. 21. Yüzyıla da kalacağı ve de ‘starlar var oldukça’ hep var olacağı kesin bir efsane…
Osman Tatlı
[email protected]
twitter.com/otatli63
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.