- 1019 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Zelzele İçinde Bir Evlilik
- Emine Hanımcım, kız Emine hanımcım !
- Kız elli saattir pencereye ne vurup duruyorsun, içeride çocuk uyuyor.
- Kusura bakma. Haberim yoktu. Ne bileyim korkumdan ben ne yaptığımımı biliyorum sanki anacım.
- Ne korkusu kız, ne oldu, hayırdır inşallah ?
-Haberin yok mu kız ? Büyük tehlike altındayız.
Emine Hanım’ın şaşkınlığı artarak:
-Aman ya rabbi ! Ne tehlikesi kız ? sabah sabah felaket tellalı gibisin
Sema Hanım yadırgarcasına :
-Kız dünya yıkılsa haberin olmayacak. Geçen günkü zelzeleyi(depremi) ne vakit unuttun alık karı ?
-Aman sen sabahtan beridir bunları mı söylüyorsun. Bunlar gelip geçici anacım korkma. Burası müslüman memleket hiç bir şeycikler olmaz.
-Dinle, itikatla ne ilgisi var bunun nemide. Bu tehlike herkesin başında.
-Ah benim benim cahil ablacım ah! Yaradan mevlam bunları hiç bir şey yokken boşuna mı veriyor sanıyorsun ? Memleket bozulmaya başladı anacım. Görmüyor musun aşifteler( hayat kadınları) birden çoğaldı. Gençler ne hale geldi. Caddeler ne halde ? Mevla, sallandırarak ihtar(uyarı) veriyor. İşte bunların hepsi birer uyarı cancazım.
Birden Hayriye Hanımın sesi duyuldu:
-Kız Ünzile ne zaman geliyormuş umreden ?
Sema Hanım şaşkınlıkla arkasına dönerek pencerede duran Hayriye Hanım’a:
-Biz nereden bilelim Hayriye Hanım. Kızına sorsanız ya.
-Kız az evvel Ünzile demediniz mi ? Tabi size soracağım başka kime sorayım ?
Sema ve Emine sesli bir kahkaha atarak hoş bir tebessümle Emine Hanım :
- Hayriye Hanımcım, Zelzele diyoruz zelzele. Ünzile nereden çıktı ayol ?
- Ne bileyim kızım. İhtiyarlık zor. Yanımda Peyker de olmasa hiç kimseyi anlayamayacağım. Ben zelzeleden pek korkarım. Geçen gün olanda Azraille görüşür gibi oldum vesselam.
Sema hanım gülümseyerek:
- Korkmamak elde mi anacım ? Benim ödüm patlıyor. Neyse ki yarın Fatma Hanım’ın oğlu Fikret Bey evlerinde zelzeleyle ilgili konferans yapacakmış mahalleliye. Mutlaka gel unutma.
-Gelirim fakat abisini hiç gözüm tutmuyor. Herifin gözü kendi karısından ziyade başka karılarda.
...
derken konuşma bu şekilde sonlandı. Sema Hanımın bahsettiği Fikret Bey yirmi iki yirmi üç yaşlarında; orta boylu, kumral, kara saçlı, kara gözlü bir delikanlıydı. Burnuyla, alnının birleşmiş olduğu nokta normale göre biraz daha açık olduğu için güldüğü zaman karşısındaki kişiyi küçümsermiş gibi görünürdü. Fikret, bazen odasının penceresinden baktığı zaman milletiyle ilgili umutsuz, hüzünlü düşüncelere dalıyordu.Toplumun bu gidişatından, bilinçsizliğinden esefler ediyordu. Ona göre ailesiyle, kendisinin hayata bakış açısı bambaşkaydı. Annesine, kız kardeşine bakarak onlara hem bu cahilliklerinden hem de bilinçsizliklerinden dalayı hem kızıyor, hem acıyordu.
Fikret’in evliliğe bakış açısı da bunlar gibi olumsuzdu. Kadınların vurdumduymazlıklarını, terbiyelerini, yaşayış biçimlerini düşündükçe bu fikri kiminle gerçekleştirebilirdi ? Ruh ikizi olan meleği bu memlekette bulması imkansızdı. Hayır o burda, bu şekilde, böyle basit kadınlarla evlenemezdi. Onun evleneceği kişi kendisi gibi idealist, kendi düşüncelerine yakın, hayata anlam verişi aynı olan biriyle evlenmeliydi. Fakat bu ne mümkün ?
Hem böyle bir memlekette evlenmekten gaye ne olacaktı ? Bu yosunlu damların altındaki kasvetli hayat içinde yaşatmak, bu kirli sokakların bozuk kaldırımları üzerinde süründürmek için evlat yetiştirmek mi ?
Doğacak evladını hayatın nimetlerine erdirmek için zamanın gelişmelerine uygun okul hazırlamayı bile düşünmeyen bir milletin kahr ve sefalete düşmüş nüfusunu arttırmaya hizmet etmek insanlığa yakışır mıydı ?
Fikret, böyle kara düşüncelerden sonra bazen sokakta bir eşarp’ın yarı karanlığı altında cok cazip bir güzelliğe sahip olduğunu ruh çarpmasıyla hissettiği bir genç kadına rastlıyordu. Onun narin ayakkabılarla attığı gönül okşayan adımlarda, omuzların yuvarlaklığından, göğüslerin kabarıklığın, bedenle vücüdu ayıran çizginin kıvrıntılarından, eteğinin açıla açıla dökülüşünde öyle asil, ince, cazip güzellikler , yaratılış ustalıkları keşfediyordu ki kadınlarımız hakkındaki fena düşünüş ve görüşünü unutarak ne olduğunu anlayamadığı bir dalgınlıkla rastgele karşına çıkan bu Venüs’ün cazibesine tutulup onun dalgalanan salınışından gelen nefis kokulu havayı koklaya koklaya takip ediyor ve kendi kendine . . .