- 936 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Yediveren Güller
Ambulans akşam karanlığında hızla hastanenin kapısından içeri girip acil bölümünün önünde durdu. Hemşire ve hasta bakıcılar telaşla aracın kapısını açıp az önce Sarıcalı köyünden getirdikleri yaşlı adamı aşağıya indirmeye başladılar. Yaşlı adamın kalbi yoldayken durmuş, yapılan elektro şokla yeniden çalıştırılmıştı.
Dahiliye doktoru Ahmet bugün sabaha kadar acil bölümünde görevliydi. Kulağındaki sitetoskopla hastasının sırtını dinlerken, gözleri birden kapıdan sedyeyle içeri giren yaşlı adama kaydı. Başındaki hemşire panik içinde yaşlı adamın kalbinin az önce yeniden durduğunu söylüyordu. Ahmet kulağındaki stestoskobu çıkarıp hemen yaşlı adamın yanına geldi. Elini tutup, başparmağını bileğine bastırdı. Dikkatle nabzını ölçmek istedi ama nabız alamadı. Bu kez de aceleyle elini yaşlı adamın boynuna bastırarak nabzını yokladı. Yaşlı adamın kalbi gerçekten durmuştu. Hemen kendisine kaygıyla bakan hemşirelerin yardımıyla bu kez yaşlı adama elektro şok yapmaya başladı. Birkaç deneme yapıldı fakat yaşlı adamın kalbi cevap vermedi. Ahmet ter içinde kalmıştı. Bir kez daha denedi, işte bu denemede adamın kalbi yeniden çalışmaya başladı. Ahmet ve oradaki bütün sağlık ekibinin yüzünde belli belirsiz bir rahatlama belirdi.
.
Ahmet birkaç dakika sonra yoğun bakım odasına götürülen yaşlı adamın yanına gelerek,
“Hadi bakalım amca geçmiş olsun.” Dedi. Bu sırada yaşlı adamın yüzünde az önce farkına varmadığı derin bir yara izi dikkatini çekti! Ahmet in yüzündeki tebessüm bir anda kayboldu. Gözlerini ürkekçe yaşlı adamın ellerine çevirdi, çevirdiği anda da yüzünde bir yanma, içinde bir nefret hissetti. Hiç bir şey demeden oradan ayrılıp odasına gitti. Düşünceli bir şekilde koltuğa oturup çok nadir yaptığı bir şeyi yaptı. Canı sıkkın olduğu zamanlarda olduğu gibi çıkarıp bir sigara yaktı. Az önce yaşlı adamın üzerinde gördüğü bazı izler onu çok gerilere, köyde geçen çocukluğunun acı yıllara götürmüştü. Çok uzun yıllardır, yani çocukluğundan beri gitmediği, sadece mezarlığını ziyaret ettiğini köyüne.
O zamanlar dokuz yaşında ya vardı, ya da yoktu. Annesiyle, babası bostandan topladıkları kavun, karpuzları sabah erkenden ilçe pazarına götürürken traktör şarampole devrilmiş babası orada, annesiyse kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti. Daha o yaşta öksüz kalmıştı artık. Kendisinden başka kardeşi yoktu. Köyde gideceği tek kapı amcasıydı. Ama o koca göbekli yanakları al al, dişleri içtiği sigaradan dolayı sapsarı olmuş amcasının yanına gitmeyi hiç istemiyordu. Ve ondan koktuğu kadar hiç kimseden korkmuyordu o köyde. Babasıyla, amcası yıllar önce miras kalan bir tarla için kavga etmiş, o günden beri de ailece birbirlerine düşman olmuşlardı.
O günden sonra Ahmet çaresizce amcasının yanına yerleşti. Yerleştiği andan itibaren de burada çok sıkıntılı günler yaşamaya başladı. Amcası, sanki ölmüş babasına olan nefretini ondan çıkarıyordu. Sürekli azarlıyor, en ufak bir şeyde suratına acımasızca sillesini yapıştırıyordu. Kendi çocuklarını okula salarken masraf ediyor diye kendisini okula göndermemek için türlü pis işlere koşuyordu. Ahmet, amcasının çocukları İsmail’le, Ramiz’in önlüklerini giyip ellerindeki renkli çantalarını sallaya sallaya okula gidişlerini, samanlığın penceresinden ağlayarak seyrediyordu. Ahmet in şu karanlıklara boğulmuş küçük dünyasında mutlu olduğu tek bir yer vardı, Rasim amca ve onun içinde bir sürü güzel çiçek yetiştirdiği küçük serası.
Rasim amca, kısa boylu, zayıf ve yaşına rağmen oldukça hamarat emekli bir ziraat mühendisiydi. Emekli olunca eşiyle birlikte şehrin bunaltan karmaşasından kaçıp, toprakları oldukça verimli şimdi oturduğu bu Sarıcalı köyüne yerleşmişti. Köyün alt tarafında, ilçeye giden yola oldukça yakın bir bahçe almış ve buraya da üstü camlarla kaplı bir serayla yanında küçük şirin sarı renkli bir ev yapmıştı.
Ahmet her sabah yaptığı gibi bu sabahta daha gün ışırken çoktan ayaktaydı.. Küçücük boyuyla o kocaman ineklerin kısacık zincirlerle yalağa bağlı olduğu karanlık ahırda çalışmaya koyulmuştu. Önce hayvanların fiskelerinden korka korka altlarını temizliyor, sonra da neredeyse kollarını koparacak kadar ağır kovalarla oluklara su dolduruyordu. İlk günler bu işleri yapmak istemese de amcasının acımasızca vurduğu tokatlardan dolayı, bir daha sesini hiç çıkarmaz olmuştu. Bu arada tek dostu babasının yıllar önce köyün aşağısındaki derenin kenarına diktiği kocaman ceviz ağacıydı. Amcasından ne zaman dayak yese hemen gelip bu ağaca sığınır, kendisini o an sanki babasına sığınmış hisseder içli içli ağlardı.
Bir saat sonra Ahmet in, ahırdaki eziyeti bitmiş, amcasına gözükmeden ahırın arkasında bulunan elma ağaçlarının arasından geçerek neşe içinde Rasim amcanın yanına gelmişti. Rasim amca seranın içindeydi. Elindeki bıçkıyla çiçeklerin ölen dallarını kesiyordu. Yavaşça kapıyı açıp,
“ Kolay gelsin Rasim amca.”Dedi.
Rasim amca, karşısında Ahmet i görünce yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Nedense bu garip çocuğa karşı içinde özel bir sevgi beslerdi. Ahmet, fırsat buldukça yanına gelir, hayatında hiç görmediği bu çiçeklere hayran hayran bakar, bazen de onlara dokunup kendi kendine konuşurdu. Bu arada Ahmet in, amcasından çektiği eziyete hem kendisi tanık olmuş, hem de kendisini ziyarete gelen köylülerden dinlemişti. Amcası, köyde sevilmeyen geçimsiz bir adamdı. O yüzden Ahmet buraya geldiği zaman eşiyle birlikte ona her türlü hürmeti gösterip, onu mutlu etmeye gayret ederlerdi.
Ali Bey, bahçeye çıkmış o kalın sesiyle gene öfke içinde söyleniyordu. Çocuklar bahçesine girip çiçeklerini koparmışlardı. Çocuklardan nefret ediyordu. Köylüler ona “Çocuk düşmanı” diyorlardı. Ali Bey büyük arazisine giren çocukları taşla, sopayla kovalar, yakaladığı zamanda iyice bir hırpalardı. Ali Bey de, Rasim Bey gibi ilçeden gelip buraya yerleşmişti. Posta işletmesinden emekliydi. Gerçi bu köyün yabancısı sayılmazdı. Kendi köyüydü burası. Ama şehirde memuriyet işi olunca hayatını orada devam ettirmişti. Emekli olunca da köy mezarlığının hemen yanı başında, babasından kalan bu büyük araziye bir ev yaptırıp içine de bir sürü meyve ağacı dikmişti. Burada yaşlı eşiyle birlikte yaşıyordu.
Gün ışıyalı çok olmuştu. Bu sabah Ahmet in içinde farklı bir mutluluk vardı. Ahırda ki işlerini bitirince yine Rasim amcanın yanına gidecekti. Ama Ahmet in küçük yüreğini asıl sevince boğan başka bir şeydi!. Rasim amca ona söz vermişti, seradaki yediveren güllerinden kendisi verecek, o da bu çiçekleri her gece rüyasında görüp ağladığı annesiyle babasının mezarına götürüp dikecekti.
Ahmet, ahırdaki işlerini aceleyle bitirmiş, içinde büyük bir coşkuyla Rasim amcanın yanına koşmuştu.
Rasim amca, sabah erkenden kalmış yediveren güllerin en kırmızılarından kocaman bir demet yapmıştı. Ahmet’in kapıdan heyecanla girdiğini görünce nedense çok duygulandı. Yanına gitti. Elini onun küçük omuzlarına koydu. Sevgiyle gözlerine baktı. Konuşmadı. Bakışlarından Ahmet’in yüreğine sıcacık sevgi dolu bir sürü mesaj gitti. Sonra ona hazırladığı gül demetine verdi. Ve nemli gözlerle bahçesinden koşarak çıkıp anne ve babasının mezarına giden Ahmet’e baktı.
Çiçekleri alan Ahmet içinde büyük bir özlemle mezara doğru koşuyordu. Sanki annesi babası orada onu bekliyorlardı. Sanki ona “Aferin, Ahmet’imiz bize çiçek mi getirmiş” diyeceklerdi. Sanki kucaklarına alıp başını okşayacaklardı.
Ahmet bunları hayal ederken o kadar coşkulanmıştı ki gittiği yol bitmek bilmedi. Yolu daha kısaltmak için, hiç yapmadığı bir şeyi yapıp, Ali Bey’in bahçesinden gitmeye karar verdi.
Ali Bey, sabah bahçeye çıkmış arazisini kontrol ediyor, çocukların kırıp döktüğü çiçeklere baktıkça öfkesinden köpürüyordu. Tam bu sırada kendi bahçesinde koşarak geçen bir çocuk gördü! Hiddetlendi.. “Gene bu köyün mikrop çocuklardan biri çiçekleri yolmuş kaçıyor” Diye düşünüp, elindeki sopayla çıldırmışcasına arkasından koşup, bağırmaya başladı.
“ Gel buraya pis velet, gel! O çiçekleri yolmak neymiş şimdi ben sana gösteririm.”
Ahmet mezara giderken kendini o kadar kaptırmıştı ki, arkasından hışımla bağırarak gelen, Ali Bey i duymadı bile. Tam onun arazisinden çıkmak üzereyken bir el kolundan sıkıca tuttu!
Ali Bey, o kadar bağırmasına rağmen kendisine dönüp bakmayan ve hala kaçmaya çalışan çocuğu kendine doğru setçe çevirip hızlıca bir tokat attı!
Az önce büyük bir keyifle koşan Ahmet yediği tokatla yere savrulmuştu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan sızlayan yüzünü tutuyordu. Şaşkındı! Ne olduğunu anlamadan yüzüne şamar yemişti. Korku içinde hala kendisine bağırıp çağıran yaşlı adama bakıyordu. Bir an gözleri yerlere saçılmış çiçeklere kaydı.. Minik yüreğinde büyük bir acı hissetti. Yerinden yavaşça doğrulmaya çalıştı. Karşısında ki adamın bu hırçın varlığına aldırmadan tek tek kırılan çiçekleri toplamaya başladı. En son çiçeği de toplayıp, içini çeke çeke mezarlığa doğru yürümeye başladı.
Az sonra mezara geldiğinde, içinde hala yaşlı adamdan yediği tokadın acısı vardı. Çiçekleri dikmek için minik elleriyle mezara çukurlar açma başladı. Bir saat sonra iki mezarın üzerinde de kırıkta olsa kıpkırmızı al güller duruyordu. Annesinin mezarının bir köşesine oturup, onları mutlulukla seyretmeye başladı. Aradan saatler geçmişti. Ahmet halen annesiyle babasının mezarı arasında biçare bir durumda öylece duruyordu. Kendini bu dünyada yapayalnız hissediyordu. Kendisine sürekli küfür eden, en ufak bir şeyde habire döven amcasına da gitmek istemiyordu artık. Amcasının yaptığı bütün eziyetler şimdi gözlerinin önüne geliyordu. Sonunda dayanamayıp kendi kendine konuşmaya başladı;
”Neden amca, neden bana sürekli vuruyorsun? Ben sana ne yaptım? Benim annem mi, var babam mı var? Senden başka kimim var ” deyip hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Vakit artık geceyi bulmuştu. Halen mezarlıktaydı. Her yer zifiri karanlığa bürünmüş baykuş sesleri mezarlığın her tarafını sarmıştı. Ahmet in içini saran korku onun minik bedenini tir tir titretmeye başlamıştı. Annesiyle babasının mezarlarının arasına iyice sindi ve gözlerini sıkı sıkı kapattı. Tam o sırada başının üzerinde binlerce kanat sesi duydu. O kadar yakındılar ki elini uzatsa onlara dokunabilirdi. Ama korkudan gözlerini açıp bakamadı. Bir an bunların annesinin gönderdiği melekler olduğunu düşündü. O an korkusu kayboldu. İçinde bir ferahlık hissetti. Bir süre sonra da derin bir uykuya daldı. Rüyasında hep annesiyle babası vardı. Kahkaha atarak bir annesinin kucağına koşuyor, bir babasının kucağına zıplıyordu. Tan yeri ağarana kadar Ahmet in yüzünden gülücükler eksik olmadı.
Ama o mutlu geçen saatlerin ardından sabah olup da uyandığında büyük bir hayal kırıklığı yaşadı! Gördüğü her şey rüyaydı. Acı dolu dünyasına geri dönmüştü. Bu arada çokta üşüyordu. Yaz günü olmasına rağmen sabahın serinliği bütün vücuduna işlemişti.
Ali Bey, az önce karşı yamaçta oturan Rasim Bey in yanına gelmişti. Şehirden kopup aynı köye yerleşen bu iki insan çok sık olmasa da arada bir görüşüyorlardı.
“Günaydın Rasim Bey kolay gelsin.”
“Ooo! Günaydın Hoş geldiniz Ali Bey.”
“Hoş bulduk. Sizden biraz çiçek almaya geldim. Dün şu köyün haydut çocukları yine benim bahçeye girip çiçekleri talan etmişler. Ne terbiyeleri var ne saygıları bıktım bunlardan inanın”
Rasim Bey, biraz sonra Ali Bey’in istediği çiçekleri hazırlamış, ayaküstü sohbete dalmışlardı.
“Bunlar bahçemde en çok sevdiğim güller ” dedi Rasim Bey yediverenleri göstererek. “Aynısından dün bizim garip Ahmet’e de verdim. Götürüp anasıyla, babasının mezarına dikecekti gariban. Hani sizin oradaki mezarlığa. Belki görmüşsünüzdür.
Bunu duyduğunda, Ali Bey in birden rengi attı! Aklına dün bahçede tokat attığı elinde güller olan çocuk geldi. Belli etmeden sordu.
“Nasıl bir çocuk sizin bu Ahmet?”
“Vallaha, ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Öksüz, efendimi efendi bir çocuk . Anası, babası bir kazada ölmüşler. Gaddar bir amcası var. Köylü laf demesin diye çocuğu zorla yanına almış. Ama çocuğun ölen babasıyla aralarında herhalde husumetleri varmış, o da acısını çocuktan çıkarıp duruyormuş. Deyyusun çocuğa yapmadığı eziyet kalmamış. Halbuki o kadar da masum o kadar da temiz kalpli bir çocuk. Boş zamanlarında gelip bana yardım eder. Bu arada kulakları da ağır işitir. Ne zaman hasıl oldu diye sordum söylemedi. Bilmiyorum.. ya da söylemek istemedi.
Ali Bey, karşısın da konuşan Rasim Bey i dinlerken içinde büyük bir vicdan azabı hissetti. Açıkçası ilk kez bir çocuk için bu kadar üzülüyordu. Hele öksüz çocuğa attığı tokadı düşündükçe, içinde ki üzüntü daha da çoğalıyordu. Çiçekleri alıp oradan ayrıldı.
Rasim Bey, Ali Bey’in çocukları hiç sevmediğini biliyordu. Bu yüzden, az önce Ahmet in nasıl birisi olduğunu sormasını ve ona dair anlattığı olayları ilgiyle dinlemesini garip bulmuştu. Aslında onun iyi ve merhametli bir insan olduğunu biliyordu. “Belki de çocuklara olan bu kızgınlığının ardında başka nedenler var” diye düşündü.
Ali Bey, eve doğru giderken kalbi sızlıyordu. Büyük günaha girmişti. Gururu her ne kadar mani olsa da hatasını biliyordu. Suçsuz, mazlum bir çocuğun kalbini haksız yere kırmıştı. Ve daha kötüsü bu masum yavru anasına, babasına çiçek götüren birisiydi. Ali Bey in adımları bir anda Ahmet’in amcasının evine doğru yöneldi. Aslında oraya niye yöneldiğini kendisi de bilmiyordu. Ama o çocuğu bulup gönlünü almazsa ömür boyu bu üzüntü içinde yaşayacaktı.
Kapıyı Ahmet in amcası açtı. Karşısında Ali Bey’ i görünce şaşırdı! Şüpheyle sordu.
“Buyur Ali Bey. Hayırdır! Sen bizim kapıyı bilir miydin?
Ali Bey, şu an yaşadığı ruh halini belli etmeden sordu.
“Hani senin şu küçük yeğen var ya..Ahmet galiba.”
Ahmet lafını duyar, duymaz amcasının yüzünün şekli değişti. Öfkeyle
“Ne oldu? O it bir halt mı işledi yoksa? Diye sordu.
Ali Bey, karşısındaki adamın konuşmasından, tavrından o garip çocuğun çektiği zulmü daha iyi anladı.
“Yok” dedi Ali Bey. “Bizim bahçede yapılacak işler vardı. Hani biraz yardım edebilir mi? diye soracaktım. Tabi parasıyla.”
Para lafını duyunca amcasının gözleri parladı.
“ Ahmet dün gece gelmedi, ama birazdan buralarda olur. Gelince ben sana gönderirim. Sen sakın ona para, mara verme! Çalıştır, ben gelir parayı alırım."
Ali Bey adamın yüzüne iğrenerek baktı! Ağzına gelen kötü sözlere gem vurup hınçla oradan ayrıldı. Üzgün bir şekilde eve geldiğinde ruhu artık iyice daralmıştı. Bir şeyden haberi olmayan eşinin şaşkın bakışları altında bir eve giriyor, bir bahçeye çıkıyordu. Bu arada, Rasim Bey in söylediği bir şey, çektiği vicdan azabını daha da arttırmıştı. Ahmet ten için kulağı ağır işitiyor demişti.”Hımm” dedi kendi kendine. “Demek o yüzden dün onun arkasından o kadar bağırmama rağmen dönüp bir kere bile bana bakmadı. Belki de duysa “Buyur amca “ deyip benimle konuşacaktı.” Diye acıyla düşündü. Gözlerinden, yıllar sonra iki damla yaş süzüldü kırışmış yanaklarına. Bu arada gamsız amcasından çocuğun dün eve gelmediğini öğrenmişti. En son mezarlığa giderken görmüştü onu. “Yoksa “ dedi içinden ürpererek. “Yoksa” dedi ve gerisini düşünmeden hızla mezarlığa gitmek için dışarı çıktı.
Ali Bey, evinin yan tarafında kalan mezarlığa daha girer girmez gözleri ışıldadı!
Ahmet oradaydı. Ama yetim çocuğun şu anki görüntüsü içini parçalamıştı. Hayattan vazgeçmiş birinin hali vardı çocukta. Oturduğu yerde başını öne eğmiş, eline aldığı dal parçasını toprağa öyle gayesizce sürüp duruyordu. Yavaşça Ahmet in yanına geldi.
Dünden beri perişan halde olan Ahmet, karşısında gene o yaşlı ada mı görünce çok korktu! Ama artık ne kaçacak gücü vardı nede kaçma isteği. İsterse adam gene dövsündü, umurunda bile değildi artık. Birkaç saniye sonra Ahmet, adamın kendisine gülümsediğini görünce şaşırdı! İlkin, bunun kaçmaması için bir tuzak olduğunu düşündü. Kuşkuyla kendisine doğru gelen adama bakmaya başladı.
Ali Bey, kendisine ürkerek bakan Ahmet in yanına gelip diz çöktü. Saçlarını şefkatle okşamaya başladı.
“Ahmet” dedi. Ali Bey, sesi iyice düşmüştü. “ Hani dün ben sana vurmuştum ya.. Onun için özür dilerim oğlum. Dün çok kızgındım. Kusuruma bakma.. Sen gelmeden önce çocuklar bahçedeki çiçekleri yolmuşlar. Ben de seni onlardan sandım. Ama sen onlar gibi yaramaz değilmişsin. Hem de çok iyi bir çocukmuşsun. Rasim amcan söyledi bunları bana.”
Ahmet in tedirginliği yaşlı adamdan duyduğu sözlerle kaybolmuş, yıllar sonra birisinin başını böyle sevgiyle okşaması içini ısıtmıştı.
Ali Bey in vicdanı azda olsa rahatlatmıştı. “Ama bu biçare yetim çocuk bundan sonra ne yapacaktı?” diye düşünüp bu seferde başka bir tasaya düştü. Ahmet in yüzüne baktı, çocuk perişan haldeydi. “Bana ne bu çocuğun geleceğinden dese” diyemezdi ki.. Bu çocuk, ruhunda kapalı kalmış merhamet kapısının kilidini bir anda kırıp atmıştı. Daha fazla dayanamadı ve onu ayağa kaldırmak için elinden tuttu. Elini tuttuğu anda da içini hoş bir sıcaklık kapladı. Bugüne kadar tatmadığı bir duyguydu bu. Bu kez Ahmet in elini daha çok sıkmaya başladı. Sıktıkça kendine mutluluk veren, güç veren bir his yayılıyordu tüm vücuduna.
Yarım saat sonra..
Ali Bey in hanımı, Safiye Hanım gördüğü manzara karşısında afallayıp kalmıştı! Çocuklardan nefret eden kocası az önce elinden tuttuğu küçük bir çocuğu eve getirmişti. Dahası bugüne kadar kendine göstermediği hürmeti şimdi bu zavallı görünüşlü çocuğa gösteriyordu. Yıllar sonra asabi kocasını böyle görmek kendisini çok duygulandırmıştı. Oda bu tabloya bir ana sıcaklığıyla katılmakta gecikmedi.
Aradan günler geçti…
Ali Bey in, Ahmet i amcasından evlatlık olarak alması hiçte zor olmadı. Vicdansız adamın talep ettiği parayı verip Ahmet in yaşadığı kabus dolu günlere bir anda son verdi. Ali Bey ve eşi yılardır çektikleri çocuk hasretini Ahmet le dindirmişlerdi. Bu arada Ali Bey in ilk işi Ahmet in duymayan kulaklarını tedavi ettirmek olmuştu.
Ahmet yaşadığı acı dolu günlerinin izlerini, ancak Ali bey ve eşinin yürekten sevgileriyle silebilmişti. Onları annesi babası gibi sevdi. Ali Bey in şehirdeki yakınları sayesinde yarım kalan tahsil hayatını orada devam ettirdi. Doktor olarak tıp fakültesin bitirdiğinde, Ali Bey, altı, eşi de dört yıl önce vefat etmişlerdi.
Ahmet yaktığı sigara, tamamen yanıp izmarit kısmına gelince bir anda daldığı anılarından uyandı.
Odasından çıkarak az önce kalbini yeniden çalıştırdığı yaşlı adamın yanına yöneldi. Yaşlı adamın ellerini ellerine aldı. Şimdi içinde garip bir sürü nefret, merhamet, hasret dolu duygular vardı. Şu an elinde tuttuğu eller, bir zamanlar kulaklarını sağır edercesine döven amcasının elleriydi.
YORUMLAR
sakarya gönüllerin yazarıdır.... bir yazısını oku daha bırakamazsın.....saygılar ustaya
Mustafa Sakarya
Sizi okumak gerçekten de bir ayrıcalık...paylaşım için teşekkür ederim..saygılar...
Mustafa Sakarya
Battık,çıktık.Düşünce dünyasında gezindik.Köylere,emeklilerin geri dönüp unuttukları geleneklere,adetlere getirdikleri şehirsel yorumları,değiştirdikleri usülleri ,seyrettik. Yolların kenarına çiçekler eken şehirden gelenlerin yoldan geçen ineklere yemek hazırladıklarını öğrenmeleri gibi...
Ve Allah elime düşürsün zalimi derim her zaman. Ve affetmek Yaradana mahsustur. Ben onun işine karışamam.Affetmem.
Her zalim yaptığını çekmeli.
Güzel bir öykü,fakat siz meşhur değilsiniz.Bu öykülerin altında yabancı isimler olsa kırar geçirir.
Ben bir şiir yazmıştım.Altına Resul Dragoviç imzası atıp bir edebiyatçıya gösterdim.bana "ne muhteşem,kısa ve öz,ve Yunus gibi sesleniş" vs.vs. hethedip durdu.
Aynı şiiri bir ay sonra altında kendi imzam ile götürünce bir baktı "bu ne şiir bile değil bu " dedi attı.
Selam ve muhabbetle...
Mustafa Sakarya
Paulo Balzac mahlasıyla yayınlayacağım, hani görünce aslını bilin diye:)
Saygılar, selamlar
tebrikler........şu an sadece aglıyorum..yorumda aciz kaldım...affedin..gül diyarından selamlar....