aşkın kaptanı
Kaptan o kadar dolmuştu ki! O kadar olur.
Bir dokunsan kopacaktı dalından. Uçacaktı yuvasından. Düşecekti semasından.
Siyah meşinden kaplı defterini doldurmuştu şimdiden. Mürekkep hokkası yüreğiydi, kalemi gülün dikeniydi, rengi kırmızıydı her satırın.
Papatyasını anlatıyordu, küçüğünü…Ömrüne eza veren elasını…Gönlüne ılık ılık akan suyunu…Ne çetin bir imtihandı kalbindeki, dağ dağ acılar birikiyordu.
Ah Kaptan, bir ömür boyu sevmek üzere çıkılır mı yola? Bir ömre adanır mı bir başka ömür? Bunu ancak sen yapabilirsin gözü kara, gönlü kara sevda!
Ah Kaptan, seni yazsın şairler, yazarlar seni anlatsın bundan böyle! Ressamlar seni çizsin, üstatlar senin aşkını saza döksün.
Yazdıklarına bakıyorum, bir şelale gibi akıyorsun yüreklere. Okşuyorsun kalp sahillerini usulca, ruha isabet ediyorsun daima, işliyorsun cana. Baksana şunlara: Okusana bunları: “Kaptan’dan Küçüğüme” diye başlıyor her satır.
Yüreğe inen satırlar bunlar! Ruha atılan çizikler… Altını çizdiğim satırları alıyorum buraya okumanız için:
“Ömrümün en güzel gülü bu muştuyu ilk sana veriyorum. Hediyem olsun busem yanağına, bir ömür boyu atılan imza olsun yaşamına, çentik olsun ruhuna, aşk adına atılan çizik olsun. Adım adın olsun, adın adım olsun bundan gayri!
Olurum ben seninle, öyle ya da böyle, çıkarı yok, gideri asla!
İnan bana, kan bana, katıl bana.
Canını canıma kat!
Ömrünü ömrüme sür!
Gel de keyfini sür.
Gel de kıymetini katla!”
Ah Kaptan!
Kaptanım.
“Sen ve ben… Ötesi hikâye… Bu öylesine bir giz, ayan etme, aşikâr kılma, çaktırma, aşklandırma budaklandırma salkım saçak, kalbine sokma beni. Sarmaşık sarmaşık sarmalama yüreğimi!” Bu ne leziz, ne nefis cümleler böyle Kaptan! Uğruna Türkçenin en pırıl, en şırıl, en tiril dizeleri ve satırlarıyla aziz kıldığın sevgili ne alemde şimdi? Dokunmaz mı onun yüreğine de senin kalbine giren sancı? Onun gözlerine düşmez mi hayalin her an? Ona sarf edilen bu nadide cümleler yüreğini hiç mi yarelemez. Yar eğlenmez mi haline bakıp?
“Sararıp solmadan kalp bahçemin en kırmızı gülü! Kandan öte, candan beri! Ateşten kırmızı, nardan beri! Gel geri, lütfen! Gül kızarmasın hicabından, solmasın hicranından.” Ah Kaptan! Sana şair demek bile az! Üstadı azam demek icap eder! Aşkın kaptanısın sen.
“Sesim soluğum, en ve ey sevgilim ‘gel’ de içten gelirim. ‘Git’ de içten giderim. Med cezirimsin. Öyle gitme üzgün üzgün! Terk etme ansızın, süzgün süzgün bakma, ölürüm bak sonra.”
Kaptan’ın seyir defteriydi bu! Aşkının nereden nereye geldiğinin resmiydi.
Belki de ilanı aşkıydı yine. Milyon kez ifade etse sıkılmazdı, milyar kez seni seviyorum dese bıkmazdı. İnanıyordu aşkına, kanıyordu uğruna, yanıyordu gülüne. Seni seviyorum dedikçe daha bir boşluk oluşuyordu içinde onu kapsayan bir seni seviyorumu sarf etmek zorunda kalıyordu Kaptan. Bu yedikçe acıkan bir dertti, sevdikçe sevesi gelendi Kaptan. Sevgili ketumdu aşktan yana, öyle uluorta zırt pırt söylenemezdi güya!
Seni seviyorumun sana ne zararı var şimdi? Seni seviyorumdan kaç kişi ölmüş?
Ah sevgili, ah ki ne ah!
Görseydin gözlerimi tutuşurdun.
Tutsaydın ellerimi yanardın.
Girseydin kalbime kül olurdun.
Sevseydin kul olurdun.
“Düşüp ölmeden dalından bu aşkın ezeli bülbülü! Sesi yitmeden, dikeni yüreğine batmadan gülün, kanı akmadan, canı çıkmadan gel artık!”
Bu ne içten davetti sevgiliye.
İcabet buyurur muydu acaba ol afet?
Kalp şehrine kadem basar mıydı illa ki!
“Her seher ölüme gider bu Kaptan, bitmez bu yolculuk, tükenmez bu amansız seyrüsefer! Aşk ne gezer şimdi kalplerde, nerede pinekler şimdi kim bilir? Ne yer, ne içer o sevgili acaba? Sevgili hep gider nedense nedensiz! Skor belli bu aşkta, kaybeden hep gidendir, galip hep kalandır.”
Felsefe yapıyordu Kaptan, edebiyat yetmiyordu sanki!
Sorguluyordu Kaptan!
Sor-gülüyordu.
“Gelmeden kapına ölümün tahtadan düldülü, attaya gitmeden aşkın kaptanı, kavuşmadan rahmete zamanın kahramanı, gel baharı getir bana, gel aşkı emzir Kaptan’a, karışayım boz bulanık, toz dumanlık sana!”
Fecisin Kaptan! Lime lime olmuşsun. Kıyma kıyma olmuş kalbin. O fettan yanar mı sana Kaptan! Ah be Kaptan bu kadar heder etme kendini? Beter olma lütfen!
Kaptanım.
“Gel de aşkın tozunu attır.
Ömrüme gülüşünü kattır.
Rabbim, bu ne hoş tattır,
Meğer sevgilin dudağı ola!”
Şekerin tarifini yaptın be Kaptan!
O şeker dudaklıyı yâd ettin.
Kendine tat ettin.
“Gel de aşkın tozunu attır.
Kalp sokağımda ömrüme ömrünü kattır.
Yürek yürek çarpayım sana.
Kaptanın olayım dalgalı ummanlarda,
Sokulacağım liman olayım.
Rabbim bu ne hoş bir tattır,
Meğer sevgilinin dudağı ola!”
Ah Kaptan, o dudaklar kaderindir senin.
O dudaklar senindir.
Sen aşkın kaptanısın artık.
Kaptansın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.