12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1583
Okunma
AY ŞAHİT
Kerpiç evin kapısız ağzından içeriye sızan ay ışığının elleri, küçük dokunuşlarla, iki odalı evin bedenine doğru sızdı. İlk adımlarındaki parlaklık, son adımlara doğru canlılığını yitirip sönükleşti. Muğber bakışları etrafı süzerken, canı sıkkın yüreği daraldıkça, içinden kaçıp gitmek geldi. Avuçlarındaki süzme ışığını odanın orta yerinde serili yer döşeğinin üzerine bırakıp, ardına dahi bakmadan kapının dışına savruldu. Ayrılığına çok fazla dayanamadığı, yıldız kümelerinin arasında yerini aldı. Mutlu tebessümü az sonra hüzne dönüşürken, gözpınarlarından birer damla gözyaşı yuvarlanıp, kerpiç evin damına aktı.
Her bir yana savrulmuş, bir kaç kerpiç evin, damında tüneyen baykuşların ruhsuz sesleri, köyün tenha ve kıraç toprağına doğru yankı yaptı. Loş aydınlığın içerisinde, baykuşların gözleri el feneri gibi yanıp söndükçe, ağaç dallarına sinmiş serçelerin yürekleri ağızlarına geliyordu. Havanın serin nefesinin uçsuz sessizliğinin ardında, ölüm kokusu seziliyordu. Alelâcayip bir ölümün can çekişen boğazında asılı kalmış Azrail, med cezirlerle ölümü uzatmaktan haz alıyor gibiydi.
Buruk ağaç yapraklarının hışırtısı, ölüm tınısına ayak uydurmuş raks ediyor gibiydi. Çorak toprağın çatlamış damarlarından akan zifirî kan, donup kaldığı yerde, kocaman bir pıhtı gölü oluşturmuştu. Kan gölünün üzerindeki ayak izleri acımasızdı. Yüreğine kement atmış insanoğlunun zemheri duruşu, ürpertici ve ölümcüldü. Ayak tabanlarına yapışmış kan izleri, kapısız kerpiç evin avlusuna doğru yaklaştıkça, baykuşlar figan atmaya başladılar. Bir süre sonra çığlıklar göğe yükselip, görünmeyen bir yerde nokta halini aldı.
Bu, bir sondu…
Bir kitabın bitiş cümlesindeki nokta gibi…
Kederli. Espritüel…
Ve…
Oldukça…
Manasız…
Odanın ortasında serili döşeğin, ciğerlerinden savrulup gelen keçi yününün kokusu, yan taraftaki davarların nefesleriyle buluşup, boşlukta sevişir haldeydiler.Pürüzlü ve terli birleşme, kerpiç duvarların tezek kokusunu öpüp, toprak zemine doğru yuvarlanıyordu. Duvarda asılı duran tahta dolabın içerisinde dizili bir kaç bakır tasın, gümüşî rengi göz kırpıyor, müteharrik duruşlarıyla odaya hayat veriyordu. Tahta dolabın yanında asılı duran kalaşnikofun ağzının kenarındaki soğuk gülüş, kuduz olmuş bir kangalın ağzından akan salyalar kadar korkutucuydu. Hemen yanında asılı duran fotoğraf çerçevesinin ahşap dudaklarındaki eskimişlik, resimdeki kasketli adamın kömür gözlerindeki gölgeleri çıldırtıyordu. Terk edilmişlik, çehresinin sarılığında kol gezerken, izzetli ağa duruşu pek sevecendi. Kuvvetli lakin yumuşak… Daha dikkatli bakınca, post bıyığının altına sakladığı gülüşü, okyanus kadar azametli ve babacandı. Marsık gözlerini yerde yatan oğlu Rojder’in yüzünde gezdirdi. İçi burkuldu.
Puşisinin sarılı olduğu başından fışkıran kırçıl saçları, delicesine özgürdü.Yumulu göz kapaklarının altında oynaşan gözleri, tetikte ve tedirgindi. Kırlaşmış sakalların altında gizli kalmış al yanaklarının bezgin duruşu, uykunun elinde suskundu. Çizgi halindeki dudağının kenarındaki izler, Fırat’ın kıvrımları kadar asiydi. Sertleşmiş toprak kokulu ellerini, şalvarının arasında gizlemeye çalışırken, utangaç ve mağçup hislerinin sırrında, ezili kalmış gibiydi. Derin soluk alışları eşi Şilan’ın esmer teninde dolaşıp dururken iç geçirdi. Yeşil bir vadinin en uç noktasında, Şilan’ın kuzguni saçlarını okşarken, beyaz mermer taşın varlığı içini sıktı. Tatlı dehlizlerde dolaşırken, gözünün önünden gitmeyen soğuk mermer içini titretti.
Tedirgin duruşuyla uykusundan silkindi. Döşeğin ayak ucunda yatan kızı Zenan’a baktı. Nefes alışlarını dinledi. Kızın pembe yanaklarında oynaşan ay ışığı, kirpiklerine dokunup, kırmızı dolgun dudaklarına minik öpücükler kondurdu. Çitesinin kenarından dökülen kınalı saçları, yastığının üzerine yumak halinde dökülüp, masumca uyuyordu. Anlının ortasında, yıldız şeklindeki döğmesi gökteki yıldızları imrendirecek kadar hoştu. Kulak memesinde takılı olan turkuaz renk boncuklu küpelerinin ışıltısı, yanağına gölge oyunları yapıyordu. Taze ve diri bedenini saran kırmızı üç eteği, koca bir yalandı. Beyaz teninin çılgın umarsız özgürlüğü, sınır tanımaz şekilde, kumaşın ellerinden dışarıya doğru fışkırıyordu.
Rojder huzursuzca kıpırdadı. Huzursuz gece uyanışlarının sonu yok gibiydi... Çakmak gibi olmuş gözlerini ovuşturup, döşekten sessizce kalktı. Zenan’ı uyandırmaktan korktuğu için, küçük ve temkinli adımlarla avluya yöneldi. Yüzüne çarpan serin hava, iyi geldi. Evin girişinde dikili duran taşın üzerine oturdu. Yeleğinin iç cebinden babasından yadigâr kalan köstekli saati çıkardı. Saati ay ışığına tutup, kısık gözlerle bakındı. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Şafağın sökmesine henüz vardı. Şalvarının cebinden tütün tabakasını çıkarıp, özenle sigara sardı. Dilinin ucuyla şeffaf kâğıdı ıslatıp, tütün kokusunu içine çekti. Alaca karanlıkta yanan çakmağın parlaklığı, gözlerini kamaştırdı. Sigarasından derin bir nefes çekti, dumanı bir müddet içinde besleyip, yavaşça burun deliklerinden dışarıya verdi. İyi gelmişti.
Şahselamet uykudaydı .Koca köyden geri kalan sadece bir kaç aileydi. Boş kalmış kerpiç evlerin içlerinde, şimdilerde cinler cirit atıyordu.
Burası vatan toprağının bir parçasıydı. Onların toprağıydı. Toprağa aşıktılar. Aşk bazen acı verebiliyordu. Hayıflandı. Yüreği kabardı. Bu bir öfkeydi. Öfkesini sigarasından çıkarırken, canı yandı. Göç eden köylüye duyduğu hışım, özleme ne zaman dönüştü anlıyamadı. Onlar kaç kuşaktır, burada bir arada yaşamışlardı. Sövdü saydı. Kime? Bilemedi.
Gidenleri suçlayamazdı. Peki suç kimdeydi? Bulamadı. Duvarda asılı olan babasının resmi, gözünün önüne geldi. Söz vermişti. Onu terketmeyecekti. Bağlıydı. O, bu köyün toprağına aitti. Gitmek kahpelik olurdu. Hem sonra Şilan’ı nasıl bırakabilirdi. Onun yanlızlığı, kendisini öldürebilirdi. Bunu düşünmeye dahi tahammülü yoktu. Düşüncesini zihninden kovmaya çalıştı.Yada kendini kandırdı.
Ne farkederdi?
Korkuyordu. Kendim içinse namert olayım diye düşündü… Kızı Zenan!
Elinde kalan son değeri Zenan’dı. Sarılacak başka umudu kalmamıştı. Umutsuzluğun içerisinde bir tek onun için hayal kurabiliyordu. Sarıldığı bu hayal onu ayakta tutabiliyordu. Yoksa ki çoktan Şilan’a kavuşmak arzusundaydı. Gözlerini kapadı. Karısının güzel yüzü, hüzünlüydü. Biliyordu, böyle düşünmek onu üzüyordu. Yalvaran gözlerle ona baktı. Canım diye iç geçirdi. Omuzları sarsıldı. Ayağının kenarından geçen sincap, dikkatini kendi üzerine çekti. Ayağa kalkıp bir kaç adım yürüdü. Alışkanlık olacak, çevreden gelen en küçük sese karşı kulakları duyarlıydı. Kulak kabarttı. Bilinmez bir sıkıntı içini daralttı. Gözlerini karanlığa dikti. Yabancı gelen bir ışığın varlığı, yüreğini ağzına getirdi. Arkasını dönüp evin kapısına yönelirken, yabancı bir sima ile burun buruna geldi. İlk aklına gelen Zenan oldu.
Puşisinin altında gizlediği çehresindeki bakışları, alev gibiydi. Elindeki kaleşnikofun namlusunu Rojder’in, göğsüne doğru çevirdi. İçeri girmesini işaret edercesine, silağın burnuyla adamı dürttü. Olabildiği kadar sakin görünmeye çalıştı. Titreyen bacaklarına hakim olup, eve doğru yürüdü. Ardından gelen çapulcu kılıklı herifin varlığını, ensesinde hissediyordu. Buz gibi bir ter sırtından aşağıya inerken, evin içine girdi. İçeride saçı sakalı birbirine karışmış, ellerinde silahları olan iki kişi daha vardı. Zenan uykusundan uyanmış, bacaklarını karnına çekerek, siper almış vaziyette, duvarın dibine sokulmuştu. Diğerlerinden daha genç olanı, tok sesiyle gürlercesine konuştu.
_ Yiyecek ne var?
_ ...
_ Ekmek?
_ Var.
_ Hazırla!
Rojder kızına doğru bir bakış fırlattı... Kız mekanik hareketlerle duvarda asılı duran ekmek çuvalını alıp, adama doğru uzattı. İvedi hareketlerle tekrar aynı yerine oturup, sindi. Berduş kılıklı herifin bakışlarında, bir ışık yanıp söndü. Aç ve kudurgan ışığın varlığı duvarlarda dolaşıp, Zenan’ın göğsünün ortasına kondu. Post bıyıklarının kenarlarında akan salyaları, elinin yeniyle silip, diğer iki adam bir bakış fırlattı. Kımıldamayan dudaklardan gelen mesaj emirdi. Rojder’i tehditkar bakışlarla süzüp, dipçik dokunuşuyla dışarı çıkmasını ifade ettiler. Gelen itirazın ardından, beklenen boğuşma başladı. Sırtına yediği tekmeyle yere serilen adam, külçe gibi yere serildi. Paçavra gibi ayaklarından tutulup, sürünür vaziyette avluya çıkarıldı. Her ayağa kalmak isteği, ardından gelen bir tekmeyle ödüllendiriliyordu. Suratına aldığı darbeyle sendelerken, Zenan’ın ürkek bakışları, yaktı içini. Devriliyor. Bir daha kalkmaya yelteniyor. Ve tekrar yere kapaklanıyordu. Hücreleri bitiş çizgisine yaklaşırken, o hala başlangıç çizgisinde yuvarlanıp duruyordu.
Şahselamet inim inim inlerken, adam Zenanın çığlıklarını duymamak için, kulaklarını elleriyle tıkadı. Erkekçe ağlıyordu. Bir tıkaç boğazını kavramış, sıktıkça can gözlerinden fırlıyordu.Toprağa yapışmış yüzünden akan kan, minik bir göl oluşturmuştu. Kulakları uğulduyordu. Gözleri kayarken, yüzyıllar öncesine gitti. Rüyamıydı bu? Peygamber topraklarında yalın ayak dolaşırken, kasıklarına inen son bir tekmeyle kendinden geçti. Havsalasında resimler, geçit töreni yapıyordu.
Zenan…
Soğuk mermer taş…
Duvardan yere yuvarlanmış fotoğraf…
Bereketli kan davalı toprağı…
Olan bitene tek şahit ay ışığıydı…
Ay ışığı olabildiğince suskun…
Kanlı gözyaşları perdeli…
SEVİLAY DİLBER