- 538 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Sefer Sancısı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
gecenin seyrinde sessizleşen yüreklerdik.
her ah edişimizde bir yıldız kayıveriyordu
göklerde bir şehrayin gördük sevdikçe
şimdi dimağlarda hasretin hüznü
bir mehtabın serabına hapsolduk
Bir sefer sancısı ile gezinen iki ihtiyar konuşmakta idi. Gidişi hatırlatan ikindi güneşi sularda sarıca bir yansıma bırakıp karşı yakayı kor alevine sarmıştı.
Gitmeler arkada bırakmaktır, güdülen gayenin kudsiyeti olsun olmasın. Yüreklerde yangın yeri hâsıl eder. Belki yardan, anne babadan, dost ve arkadaştan, belki Şehir’den uzak düşecek olmanın derin ızdırabıyla.
Zaten kamburu çıkmış iki yaralı, yaslı, yaşlı gönül bu yükün altında iyice bükülerek konuşmaktadırlar. Sonunda başka vuslat olan bir sefere çıkacaklardır ancak geride bıraktıklarının hesabını gözlerine soralım biz: yaş döken, vaktin yavaşça büründüğü kızıllığa teslim olup kanayan gözlerine.
Belleri bükülmüş, artık dünyadan zamansız gidecekleri beyyin olan bu misafirler, hayatlarına nazaran kısacık menzile gitmelerine ağıt yakıyorlar. Varacakları yerde bulmayı ümid ettikleri şey her ne ise, bunun arkada bıraktıklarından mühim olduğunu biliriz. İnsan değil mi ki vazgeçişi dahi kazanç uğruna olan mahlûk-u fani? Yine de her giden dönüp bakmaz geriye böylece. Bulmayı umduğu şeylerin ardında koşmanın heyecanlı sefaletini bürünür kimileri. Aczini, duygularının ucuz oluşunu daha yolun başında ortaya sererler böyleleri. Dostlara, zamana, mekâna vefalı olmaktan uzak peşinde koşup durduğu nimetlere kilitli, hissiz nice ölgün ruh!
Vefalı bu iki ihtiyar karşı yakaya nazar ederken yarı ömrü sarf ettikleri bu Şehrin yolarında, kıyılarında, tepelerinde, mabedlerinde, kirli ve karanlık düş sokaklarında yeniden güle ağlaya geçmektedirler. Bir farkla ki anıların üzerine gelinlik gibi, kefen gibi gidişi örterek konuşurlar. Bir örtü ki; her yaşanmışlığın üzerine geride bırakmanın hüzün ve çaresizliği siniyor, o her kimse ve her ne ise, ona ait hatırayı yüreğinin en emin yerinde saklayacağına, yalnızlığın belirsiz acı bir vaktinde gönül sandukasından çıkarıp koklayacağına dair umusun manasını giydiriyorlar. Gitmek zamanında muhtaç olunan maziye tutunma çabası.
Sefer demiştik. Muhakkak olan sefer, muhayyel kalan mazi… Ben kulak kesildim hikâyeme, hangisinin yolcu olduğunun ayrımına varamıyorum. Yalnızca birisi gidiyor fakat hayatın ağır yükünü beraber sırtladıklarına göre her ikisi de yolcu sayılır: biri onsuz gitmekle, biri onsuz kalmakla. O yüzden anılarını bazen hızlıca atlayarak, bazen tadına doyamadıkları için bir daha bir daha tekrar ederek, heybelerinde kalan zamana galip gelecekmişçesine konuşuyorlar. Mazinin gayyasına doğru giden hatıralara zihinlerinde bakış değdirdikçe yüzlerde o meş’um gidişin manası dökülmektedir. Anlatanın dudaklarına yayılan tatlı tebessümde de dinleyenin ufkun belirsiz noktasına kilitlenmiş gözlerinde de hüzün okunuyor.
Tükendikçe paylarına düşen zaman, vuslat menzilinden ayrılık sonrasından bahis açtı birisi. Bu da aciz insanoğlunun yine bir avutma ve avunma çabasından başka nedir ki? Ölüm vakti yaklaşmış bir insana yalnızca Cennet bahsi edilmesinden başka neye benzer ki?
Artık konuşmadılar oysa. Bir gelecekleri yokmuş gibi, ayrıldıktan sonra hiç anıları olmayacakmış gibi suskun bakıştı, gözlerinde seviştiler birbirlerinin. Bu şehirde yaşadıklarının, refikayı hayatları ile dolu olan hatıralarının üzerine kıymetli bir vakit daha koymamak düşüncesiyle sustular. Hakikat onları bir noktada buluşturdu. Madem bir gitmekle biri kalmakla sefere çıkıyordu, o halde yolun sonu her ikisi için de tek hecede anlam bulmalıydı: Hiç.
Gözleri birbirlerine kilitli, gönülden ağlıyorlardı.
Gitmenin vakti çatmak üzere. Yolcu bineğine geçip ufukta küçülmeye, geride kalan da hatıralar arasında sürüklenip noktalaşmaya başlayınca asıl hissedeceklerdir “onsuzluğu”. Bineğin ne olduğu da mühim değil esasen. Aslolan gidiştir. Yalnızca gidiş. Varılacak yerde bizi cennetler bekliyor olsa değişir mi bu duygu. Belki yalnızca geride kalanların hüznüne ufak bir eksiltme sayabiliriz bunu.
Başlarken ihtiyar dedim. Bu bir yıllanmışlık değil yaşamışlıkla beraber tercih edebilme sıfatıdır. İki yaşlı insan anlamına hapsedilmemelidir. Ne yaşadıkları aslında çok da mühim olmayan, her birimizin hayatlarında sürekli bulunan hatıraları konuşan, bizim gibi iki kişiler nihayetinde. İki dost, iki sevgili, iki kardeş… Hâsılı kim olduklarının önemi olmaksızın bir yolda yoldaş olmuş, dert paylaşmış ve şimdi yalnızlığı hissetmeye başlayan birbirlerine bağlı, bağımlı iki insan… Öyleyse aslını hikâye etmeye başlayalım, yeni baştan:
“Bir sefer sancısı ile gezinen iki gönül konuşmaya durdular…”
Şubat 2012-VEFA
YORUMLAR
Zaten kamburu çıkmış iki yaralı, yaslı, yaşlı gönül bu yükün altında iyice bükülerek konuşmaktadırlar.
Mecburen ayrılan, gidenler ve geride kalanların haleti ruhiyesini betimleyen bir sahne gibiydi yazınız. Satırların sonuna geldiğimde mazinin külleriyle, acılarıyla, yaşanmışlıklarıyla yolların ayrıldığı noktada ılık gözyaşlarıyla vedalaşan yalnız insanlar olacağımızı hissettiren etkin bir yazıydı okuduğum.
Tebrik ederim.