- 481 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
adsız romandan
.........
Ulupınar, vadinin en ücra yerinde saklı bir cennettir. Ulupınar’ı yanaklarından kanadında müjdeler taşıyan kelebekler öper.Kelebek kanatlarından salkım saçak ışıklar düşer karanlığa. Doğa,serseri sarı renkli arıların vızıltısı gibi içten içe ağlar.
Sessizlik düşer karıncaya..Susmak düşer..Koca bir çınarın dibinde genç bir ozan sazını tellerinde ağlatır. Ozan da sazının tellerine ağlar. Bir yürek en ince damarından çatlar. Ulupınar da ilahiler söyler dervişler. Her ilahi sonsuzluk yoludur belki..Ucu görünmez karanlık yollara yıldızlar düşer..Toprak, yıldızları alnından öper ..Gören yok ama ben bilirim der bir çelebi; geceleri yıldızlarda ağlar..
Ulupınar Akdeniz de bir efsanedir. Aşıkların yüreğine damla damla düşen bir sevda.
“Heyyy ! Karacaoğlu ! Bilmez misin ki bu pınar kıyısından destursuz geçilmez !”
Doğru mudur söylenenler ? Gevur kızının göz yaşına doyan toprağın isyanı mıdır bu ? Dur yolcu ! Eğil de Ulupınar’dan kana kana bir yudum su iç. O, senden ne bir dua ne de müşfik bir söz ister. Ellerini uzat ve o yorgun yüzüne iki avuç su serp. Gönlüne bulaşan kir bak gör nasılda sıyrılıp iner.
Burada çınarların efkarlı başı Tahtalı Dağı’na uzandıkça uzanır. Uzandıkça gökyüzünün aklı karışır. Kartallar kanatlarıyla deşer göğsünü.Telaştan etekleri tutuşur bulutların. Tanrılar tanrısı Zeus korkudan susar.. Bir çığlık yankılanır Ulupınar’ın bağrında..Çamların saçlarını tel tel süsleyen ince yaprakları dökülür, O, öyle bir çığlık ki...
.....................
“Ali Çavuş ! Ali Çavuşşş ! Aliiii !”
Melissa, bir an durup, bekledi. Çam ormanlarının en derinliklerine kadar uzanan sesi Tahtalı Dağı’nın sert taşlarına çarpıp geri dönüyordu. Koskoca ormanda kendi sesinden başka tık yoktu. Dikenlerin uzun kollarının parçaladığı bacakları kanıyordu. Elinde ki su dolu toprak sürahiyi sıkı sıkı kavradı.
Ali Çavuş
“Melissa fazla gitmem. Sen pınardan suyu alıp gelinceye değin şuralarda bir yerde uzanır kalırım.” Demişti.
Yoksa Fransız topunun parçaladığı kolu ? Hayır hayır fazla kötümser olmamalıydı. Bir şarapnel parçası sadece sol kolunun etini parçalamıştı. Kemikte fazla zarar yoktu. Fakat vahşi hayvanların bulunduğu bu ormanda kan kokusu...Ah ! Kehribar gözleri bulutlandı..
En fazla ben de ölürüm diye düşündü. Nasıl olsa bir gün benim de ölümü bulurlar. O zaman Ali’yi ince minareli cami de beni de mavi çanlı Kilisede dualarla toprağa verirler. Gideceğimiz yer aynı; Ali’m cennet de buluşuruz. Melissa’nın içine yerleşen duygular Akdeniz dalgası gibi kabardı. Ak göğsüne vurdukça vurdu
“Aliiii” diye tekrar bağırdı.. “Çavuş neredesin ?”
Hemen aşağılarda bir inilti duyar gibi oldu. Ses iri kayalara bel vermiş Meşe pelitinin dibinden gelir gibiydi. Kehribar gözlerine yerleşen bulut sıyrılıverdi . Rum kızı Melissa ince tenininde kanlı iz bırakan kurumuş ağaç budaklarına aldırmadan o yöne doğru heyecanla koştu. Vardığında gördükleri karşısında olduğu yerde mıh gibi çakılıp, dona kaldı; çünkü Ali Çavuş’un sol kolunda ki yaradan akan kan dinmemiş gömleği al renge boyanmıştı. Ali Çavuş’un sağ elinden hiç eksik etmediği mavzer yoktu. Ve en kötüsü ise hemen beş metre kadar ileride bir vaşak hayvanı çavuşun hareketsiz kalmasını bekler gibiydi.
Melissa’nın şaşkınlığı gördükleri karşısında bir anda geçti.Elindeki içi su dolu toprak kabı usulca yere bıraktı. Ve bir Rum kızından umulmayacak bir çeviklikle belinden Osmanlı hançerini hızla çıkardı. Fakat vaşak gitmemekte kararlıydı sanki..Ama Melissa da kararlıydı. Göz bebeklerini süsleyen o müstesna görüntü gitmiş, bir dişi kaplanın avına saldırmaya hazır son görüntüsü kalmıştı.
“Demek savaşacaksın ha ?” dedi Sesinde korkunun en ufak belirtisi bile yoktu.Sesi meydana çıkmış bir savaşçının zafer yemini gibi katiydi..
“Demek çavuşun kan kokusu hoşuna gitti ha... Hayır hayır...Benimkisi daha lezzetli..Hadi gel !”
Vaşak sol ön ayağını burnuna götürüp değişik hırıltılar çıkardı. Renkten renge giren gözlerini Melissa’nın gözlerine daldırdı. Korktu.Bu Rum kızındaki cesarete hayran kalmış olmalı ki başını öne eğip kendi ayaklarını koklar gibi yaptı. Sonra da geriye dönüp ormanın derinliklerine doğru hızla ızaklaştı.
Vaşağın uzaklaştığını gören Ali Çavuş’un dudaklarından fısıltı halinde
“Melisa ! Seni....seni....” cümlesi ancak çıktı.
“Melissa ..Seni...”
Çavuş bayılmıştı. Fransız topçusuna boyun eğmeyen yiğit Anadolu çocuğu bedenini en sevdiğinin kollarına emanet bırakmıştı.
Hemen aşağılarda ki Akdeniz kıyıya vuran dalgalarını göğsüne çekmiş
Güzel Melissa’nın aşkı için gözlerinde biriken yaşı silmesini bekliyordu.
Doğanın tenine karanlık yavaş yavaş çökerken Ulupınar derin bir sessizliğe gömüldü. O gece ormanda ne bir ses duyuldu ne de baykuşlar öttü. Ulu bir pınara bir tutam ışık demeti düştü. O ışık pınarın etrafında döndü durdu. Ne zaman ki gökyüzünde Samanyolu göründü işte o zaman o ışıkta kayboldu. Ulupınar sadece kendi göğsünü aydınlatan o ışığı bir daha asla unutmayacaktı.
O gece, heyecan içinde dört gözle sabahı bekliyordu. Tıpkı Akdeniz gibi..
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.