'O'na
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Titriyordu…
Tanımadığım bir karanlığın konuğu gibi ürkek adımlarla yanaştı bize. Kalemleri uzatıp sadece baktı, ağlamaya mecali kalmamış gözleri titriyordu.
Nasıl mı?
Beş yaşımın en önemli anlarından biridir tepsiye dizili zerdeleri salona taşımak. İşte o sarı tatlı şeyler nasıl titriyorsa öyle titriyorlardı. Hiç unutmadım kuş üzümleri ile yaptığım sohbetleri, yardım istediğim çam fıstıklarının dili olsa da konuşsa. İlk sahne korkumdu sanırım onu hatırladım.
Nasıl mı titriyordu?
Karanlık bir limandan samanyolunu ve yıldız yağmurunu izlerken ve ilk kez mutluluktan, zevkten de ağlanacağını öğrendiğim o gecede ki gibi titriyordu.
Hiç gitmesin diye içimizden avaz ettiğimiz ‘o’na el sallar gibi, etrafta çıt yok iken duyulmasından korktuğumuz kalbimiz gibi titriyordu.
Bir lira için açılmış o avuç; hayattan yediğimiz şamarın ta kendisiydi.
_ Bir liran var mı evlat…
Sızlıyordu…
Saramadığım bir evladın kokusu gibi tüttü burnuma. Gidemediğim çiçekler ülkesinin şarkıcısının sesini duymuşum gibi içim sızlıyordu.
Nasıl mı?
Ergen dönemimin ilk aşkının sızlattığı gibi, ilk reddedilişin yankısı ile sallanan yürek gemisinin ıslattığı acılar kadar sızlıyordu. O yaşın telaşı ile birer filika olan gözler geldi aklıma. Kırmızı bir dudak, delirten bir kâkül ve de beyaz bir ten oldu şu karaağaç. Gençliğim oldu tutamağım, korunağım oldu bir kez daha onu hatırladım.
Nasıl mı sızlıyordu?
Bilmediğin ülkede tanımadığın çocuklar öldürülünce, açlıktan çıkmış kemikler nasıl böğrüne saplanıyorsa öyle sızlatıyordu.
Hiç bitmesin diye yalvardığımız ‘o’ anlar gibi, eli elime kaynadığında mutluluktan uçmuşken edilmesi mecbur vedaların tufanında üşür gibi sızlıyordu.
Bir sevda için açılmış o yürek; hayatımı şekillendiren acıların başlangıcıydı.
_ Bir sevdiğin var mı evlat…
Yakıyordu…
Öpemediğim bir eski kokunun çırası ile tutuşuyordu gece, derimin yüzeyini yakıyordu.
Nasıl mı?
Uzanamayacağın yıllardan kalan bir baba özlemi kadar gerçek, ‘onla’ gidilmiş ilk sinemanın sevilen karanlığında tutulmuş el kadar yakıyordu. Bir Onur Akın şarkısının götürdüğü yerlerde dolaşırken titreyen dizlerin yandığı kadar, ağlamaktan pınarı kurumuş gözlerin alevi gibi yanıyordu.
Nasıl mı yanıyordu?
Gitmediğin bir memleket köşesinde zorla boşaltılmış bir köyün çocuklarının geleceği gibi yanıyordu.
Hepimizin mi içinde kırıldı boş bira şişeleri…
12.01.13
Nadir
YORUMLAR
Hayatın caddelerinden akarken bir anda kesişen yolların ayrımında "bir an" öyle kareler kazınır ki hafızanıza... Benzeş bir anıyı, benzeş bir acıyı, bir yaşanmışlığı yeniden sarmaya başlar insan. Yazınızda açıkça anlatılmasa da yürek sızlatan kareler vardı. Yavru bir serçe düşer de yuvadan, titrer ya korkudan... Bir çocuk annesinin elini kaybeder, başlar ağlamaya... Bir maden yutar ya bir babayı, ekmek parası için yazar gazeteler. Okursun, uzun uzun düşünürsün. Yazan ne yazdı bilmem ama ben böylesi duygular eşiliğinde okudum.
Teşekkür ederim.