- 2317 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hz Muhammed- Kara Gün- Taif
Aradan yüzyıllar geçse de, o tarihi gün, Müslümanlar tarafından hiç unutulmayacak, tarihe Hüzün Yılı ve Hz Muhammed’in hayatına da en kara gün olarak kanla yazılacaktı.
Mekke 618’li yıllar…
.
Hz Muhammed’in peygamber oluşunun ardından büyük sıkıntılarla dolu yaklaşık on yıl geride kalmıştı. Bu on yılda Kureyş’in ileri gelenleri Hz Muhammed ve ona inanlara he türlü eziyeti yapmış, uyguladıkları boykotlarla onları neredeyse yaşamlarını sürdüremeyecek hale getirmişlerdi. O dereceydi ki bazen Müslümanlar, yiyecek bir şey bulamadıkları için karınlarını doyurmak için çok zaman önce topağın altına gömülmüş bir koyun derisini haşlayarak yemek zorunda kalmışlardı.
Bu baskıların sonucunda bir kısım Müslüman, inançlarından vazgeçmemek uğruna anayurtları Mekke’yi terk edip Habeşistan’a sığınmış, kimi ardında anasını babasını bırakmıştı; kimi de eşi ve çocuğunu. Mekke de kalansa belki de topu topu üç yüz civarında Müslümandı.
İşte bütün bu zorlukların artık had safhaya gediği o sene Hz Muhammed’in acıları daha da çoğalıyordu. En büyük dayanağını kaybediyordu Allah’ın Resul’u ; yaklaşık yirmi beş yıldır kendisi için her şeyini feda eden, davasından dolayı karşılaştıkları her türlü sıkıntıya son nefesine kadar göğüs geren eşi Hz Hatice ölüyordu. Ve ardından bu acısını daha da katmerleyen bir ölüm daha gerçekleşiyordu; O’nu her daim kanatlarının altına alıp müdafaa eden amcası Hz Ebu Talib… O da bu sene içinde vefat ederek Hz Muhammed’i bir dayanaktan daha mahrum bırakıyordu.
İşte böylesine ıstıraplarla dolu bir yıldı…
Hz Muhammet her şeye rağmen Rab’binden aldığı tebliğ emrini ne kadar yerine getirmeye çalışsa da, kendisine ve halka yapılan zulümler sonucunda bu görevi artık burada, yani Mekke de verimli bir şekilde yapamayacağını anlamıştı.
Hz Muhammed, bütün bu gelişmelerin sonunda ve Rab binin “kalk ve uyar “ emri gereğince Mekke’ye iki gün mesafede olan Taif’ e gitmeye karar verdi. Taif, havası güzel, verimli topraklara sahip Mekke ve Kureyş’lilerle arası iyi olan bir yerdi.
Allah Resul’u evlatlığı olan Zeyd’le beraber Taif’e doğru yola çıktılar. Zeyd, Hz Peygamberin her ne kadar evlatlığı olsada gerçekte öz evlattan ileriydi. Ve Zeyd’in, Hz Muhammed’e olan sevgisi, onun için canını verecek kadar çoktu. Zaten, aslında Zeyd çocukluğunda pazardan satın alınıp Hz Peygamberin eşine hediye edilmişti, eski devirlerden kalma bu köleliğe zaten hoş bakmayan Allah Resul’u ve eşi Zeyd’i o kadar çok severler ki ona olan sevgileri neredeyse kendi çocuklarından ötedir. Aralarında öyle bir bağ kurulur ki, ileriki dönemlerde Zeyd’in babası oğlunun izini bulur ve almak için Hz Muhammed’in evine gelir, Zeyd yıllardır görmediği babasına sarılır, ve sonra gözyaşları içerisinde bu kez Hz Peygambere sarılır, “benim artık ölene kadar babam sensin der”, Hz Muhammed çok hislenir, duygulanır küçük Zeyd’in gösterdiği bu vefaya ve Zeyd’i elinden tutarak Kabe’ye getirir, kendisine bakan Mekke halkına yüksek sesle haykırır “Zeyd benim oğlumdur artık.”
Zorlu Taif yolculuğu başlamıştı. Kah çöllerdeki kızgın kumlardan, kah sarp kayalık geçitlerden gidilerek yapılacak bu yolculuk yaklaşık iki gün sürecekti. Ama bu zorlu yolculuğu daha da zorlaştıracak olan bu seyahatin yayan olarak yapılmasıydı. Özellikle Mekke’de son üç yıldır, ticari ve sosyal anlamda öylesine ağır boykotlor uygulanıyordu ki, Allah Resul’ü ve ona inananlar sahip oldukları her şeylerini davaları uğruna tüketmiş, neredeyse binek olarak kullanacakları bir hayvan bile kalmamıştı.
İki günün sonunda Allah Resul’u ve Zeyd nihayet Taif ‘e vardılar. Allah Resul’u burada yapacağı tebliğden umutluydu, anne tarafından akrabaları burada yaşıyorlardı.
Taif’in yönetimini elinde tutan Sakif kabilesinin önderleri konumunda bulunan, Abdi Yalil, Mesud ve Habib adlı üç kardeş şehirlerine gelen misafirlerden çoktan haberdar olmuşlardı.
Hz Muhammed ve Zeyd, nihayet bu üç lider kardeşle bir araya geldi. Onlara Allah’ın kendisini Peygamber olarak seçtiğini ve onun dinini tebliğ etmekle görevlendiğini, Fakat Kureyş’in bunlara iman etmediğini ve kendilerine zulm ettiğini söyledi. Ardından da onları Allah’ın dinine davet edip iman etmelerini ve kendisine bu konuda yardımcı olmalarını istedi.
Fakat bu konuşmalarının ardından kendisine destek verecek bir söz göremedi bu üç kardeşte. Aksine alaylı bir ifade vardı yüzlerinde. Biraz sonra bu alaylı yüzlere, alaylı sözler de eklenmeye başladı. Üç kardeşten birisi Hz Muhammed ve Zeyd’e küçümseyerek bakıp konuştu;
“ Eğer, Allah seni Peygamber olarak göndermişse, ben de Kabe örtüsünü çalmış olayım.” (Kabe örtüsünü çalmak deyimi o zamanlarda bir şeyin imkansız olduğu anlamında kullanılır.)
Kendisine yalancı zannı vuran bu söz Hz peygamberi çok incitti, daha bir şeyler söylememişken ikinci kardeş zevke geldi ve karşısındakini daha da aşağılamak için laf attı;
“
Allah bula bula seni mi buldu Peygamber yapacak?”
Allahın Resul’ü büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü içinde onlara baktı, baktığı sırada üçüncü kadeş alaylı gülüşlerini daha da artırarak konuştu;
“Ben artık seninle konuşmam, Sen koskoca bir peygambersin ben kimim ki?”
Hz Muhammed büyük bir hüsrana uğramıştı. Üç kardeşin dışında hangi Taif’liyle konuşmaya kalksa hepsi aynı şeyi söylüyorlardı.
“Sen ki peygamber olduğunu söylüyorsun, baksana kendi kabilen bile seni dışlamış. Bizi birbirimize düşürme. Ve seni burada görmek istemiyoruz nereye gidersen git”
Hz Muhammed her türlü horlanmaya rağmen orada on gün kalarak insanları İslama davet etmeye çalıştı. On günün sonunda Şehrin yönetimini elinde bulunduran üç kardeşin yanına geldi; onlara aralarında geçen konuşmalardan ve maruz kaldığı o çirkin davranışlardan bahsetmemelerini rica etti. Hz Muhammed’in bu ricasının nedeni Kureyş’in burada yaşananlardan güç alıp oradaki müslümananlara eziyetlerini daha da attırmamasını sağlamaktı. Ama bu ricası kabul görmedi.
Hz Muhammed ve Zeyd büyük bir elem içinde Taif ten ayrılmak için harekete geçtiler. Ama Taif’in çıkışına geldiklerinde Hz Muhammed’in yüreğinde gam yüzünde bir keder oldu!
Taif sokaklarından ellerinde taşlarla ne kadar serseri, aylak varsa hepsi koşturarak gelip, Hz Muhammed ve Zeyd’in geçeceği yolun iki kenarına sıralanmaya başlamışlardı. Ve bunları kışkırtan üç kardeşte uzakta az sonra olacakları keyifle seyretmeye koyulmuşlardı.
Hz Muhammed ve Zeyd kendilerini çıldırmışçasına bekleyen insanlara doğru yürümeye başladılar. Ve tam onların arasından geçmeye başlamışlardı ki, topluluk ellerindeki taşları Hz Muhammed ve Zeyd’e fırlatmaya başladılar. Bir yandan taşlıyorlar bir yandan da tükürüyorlardı.
Hz Muhammed ve Zeyd şimdi tam bir taş ve tükürük yağmuruna tutulmuşlardı. Kendilerini taşlayanlar özellikle Zeyd’in tüm vücuduna isabet ettiriyorlardı, Hz Muhammed’inse sadece ayaklarına taş atıyorlardı, ölüpte ileride kan davası olmasın diye.
Bir süre sonra Hz Muhammed’in ayakları kan içinde kaldı. Bu arada Zeyd kahrından ölüyordu, kendisine gelen taşlar için değil, Allah’ın Resül’üne isabet eden taşlara engel olamadığı için. Yüz metre… iki yüz metre… hala taş ve tükürük yağmuru aralıksız devam ediyordu. Ve Zeyd kendini parçalıyordu kendine gelen taşlara aldırmayıp “ne olur bana atın babama atmayın” diye.
Bir süre sonra Hz Muhammed’in nefesi kesildi, olduğu yere çöktü. Ama onları taşlayanlar onu ayağa kaldırıp yeniden taşlamaya ve tükürmeye devam ettiler. Bu olay tam üç kilometre boyunca devam etti. Nihayet Taif’ten çıkıp, onlardan uzaklaştıklarında Hz Muhammed büyük bir teessür içindeydi. Oradaki bir bağ kulübesine sığındılar. Allahın’ Resul’ü oluk oluk kanayan ayağına baktı, oysa kalbi şimdi daha çok kanıyordu. Derin bir üzüntü içinde üzerindeki kan ve tükürükleri sildi. Hemen orada abdest alıp iki rekat namaz kıldı.
Namazı bitirdi. Ellerini açıp, içli içli dua etmeye başladı. Bu sırada gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
“Ya Rab’bim, gücümün yetersizliğini, acizliğimi sana arz ederim. Ya Rab’bim sen ki merhametlilerin en merhametlisisin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? beni gördükçe barbarlaşanların eline mi, yoksa uğrunda canımı vereceğim davamda bana üstün getireceğin bir düşmana mı? Ya Rab’bim eğer bu yaşadıklarım bana yüz çevirmenden değilse inan hiç kederlenmem. Bilirim, senin merhametin öfkenden kat kat daha geniştir. Ve sensin tek kudret sahibi. Ya Rab’bim ne olur benden yüz çevirme… ne olur benden yüz çevirme…”
Hz Muhammet duasını tamamladıktan sonra Zeyd’le beraber Mekke’ye dönmek için yola koyuldular. Yolu biraz gitmişlerdi ki bir bulutun kendilerine doğru hızla geldiğini gördüler.
Ve bulut yanlarında gelip durdu!
Bulutun içinde Cebrail vardı, ama Cebrail bulutun içinde yalnız değildi! Bir melek daha vardı. Cebrail, Hz Muhammed’e yanındaki meleği gösterip konuştu;
“Ey Allahın elçisi, Allah o insanların sana yaptıkları fenalığı gördü ve onlar hakkında istediğin emri vermek için sana dağlarla ilgili bu meleği gönderdi”
O sırada Cebrail’in yanındaki diğer Melek Hz Muhammed’e bakarak konuştu;
“Ey Allah’ın elçisi istersen sana bunu yapanları hemen iki dağın arasına alıp yok edeyim.”
“Hayır” dedi Hz Muhammed buruk, bir sesle “Hayır, benim tek dileğim onların soylarından Allah’a inanıp, O’na ortak koşmayacak nesiller yetişsin.”