- 1041 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Evvela Hepimiz Sevdik
Küçüktüm. Bisikletten düşüp dizimi kanattığım yıllar. Hiç beceremedim zaten lanet olası vasıtaya binmeyi. Birgün babam anlam veremediğim bir şekilde o dağınık odama gelip karşıma oturdu. "Bak oğlum, gün gelecek istediğin hiçbir şeyin olmadığını gördüğünde üzülmeyeceksin. İşte o zaman büyük bir adam olacaksın." Gelip karşıma oturması gibi söylediklerine de anlam veremedim. Benliğimde herhangi bir reaksiyon uyandırmıyordu. "Peki baba" demekle yetindim. Sonra gitti. Aradan geçti nereden baksan on beş yıl. Koskoca bir on beş yıl. Hâlâ birşeyler olmayınca başım yerçekimine yeniliyor. Demek ki büyük bir adam olamadım. Belki de adam bile olamadım. Babamın da bu durumun farkında olduğunu biliyorum. Arkamdan ettiği küfürler çekice, örse, üzengiye hırsla vuruyor sanki. Çok uzakta da olsa duyabiliyorum. Affet be baba, evvela hepimiz sevdik.
Lise birinci sınıftık. Banu ile o zaman tanıştık. Gerçi pek hoş bir tanışma olmadı. Hep ön sıralara otururdu, çalışkandı. Öğretmenlerin her zaman arka sıralarda oturan tiplere tercih ettiği klasik bir ön sıra elemanı. Uzun sarı saçlarını yönetmelik gereği toplayan, çok tatlı bir İstanbul Türkçesi konuşan, içten biriydi. Tam bir hanımefendi. Bense dediğim gibi arka sıralarda oturan, silik, hayta ve okumaktan nefret eden hepinizin tanıdığı serseriydim. Cebimde birbirine sürtecek iki liram bile olmazdı bazen. Banu’yu tanımaya başladıktan sonra gözlerimi ondan alamaz oldum. Bu durumu sıra arkadaşım Mehmet denen piç kurusu farketti önce. "N’oldu lan yanık mısın hatuna yoksa?" Ne iğrenç bir cümle. Bakmayın böyle dediğime. Benim her zaman kullandığım, racon sözlüğünden fırlamış kelimeler topluluğuydu oysa. Ama bana o an öyle iğrenç geldi ki elimdeki kalemi Mehmet’in gözüne saplayabilirdim. Ama yapmadım. "Sorma lan. Acayip hemde."
Günler geçtikçe durumumda bir değişiklik olmadı. Hayatımda hiç dinlemediğim, dinleyeni de sevmediğim slow şarkılar eşlik etti gecelerime. Hüzün anne şefkati gibiydi. Anlıyordu beni. Birgün yine o önde oturan "hatun"a bakmak için kafamı sağa sola sallayıp aradaki gereksiz kişileri manipüle etmek için uğraşırken gözgöze geldik. Gözümdeki sinirler beynime öyle hızlı uyarı verdiler ki onu görmemle bambaşka tarafa bakmam bir oldu. Hay aksi! Aslında gözlerimi çekmeseydim belki etkilenirdi. Şimdi korkak biri gibi tanıyabilirdi beni. Okul bitince hızlı adımlarla eve geldim. Yalnız kalmalıydım. Yalnız kalıp düşünmeye çok ihtiyacım vardı. Düşündüm, gözleri tüm gece gözlerimin önüne geldi, şarkılar çalmaya devam etti ve nihai olarak yine sabah oluyordu. Uyuyakalmışım.
Her sabah olduğu gibi annemin odama sanki ahlak masası amiriymiş gibi girişi ve "kalk" kelimesini arka arkaya söylemesi ile uyandım. "Kalk kalk kalk kalk" Aşağı yukarı iki saat uyumuşum. Hazırlanıp hemen okula gittim. Akşam kafamda kurduğum senaryoyu gerçekleştirmek için. Yine ona bakacaktım ama bu sefer beni gördüğünde kafamı çevirmeyecektim. İnadına gözbebeklerine iyice bakacaktım. Evet tam olarak yapmak istediğim buydu. Her zamanki gibi, aynı sınıfta olan fakat sanki lanetlenmiş gibi kimsenin oturmadığı arka sıraya geçtim. Çok geçmeden Mehmet de geldi. Hemen ardından da Banu. Yine bakakaldım. Ders ortasında gözgöze geldik. Beynimden emir anında geldi. Kafanı çevir diyordu ama yapmadım. Baktım, iyice baktım. Sanki uçsuz bucaksız bir deryaya bakmak gibi. Bu sefer kafasını çeviren oydu. Tüm gün bu şoku üzerimden atamadım. Çıkış zilini hiç beklemediğim kadar bekledim. Aşağı yukarı üç ders saati üç yılmış gibi geldi. Sonunda çaldı. Hızlı adımlarla sınıf kapısına yönelirken bir sesle irkildim. "Mehmet bi gelir misin?" Banu’ydu bu. Mehmet’i çağırıyordu. Beynim türlü senaryolar kurdu hemen. Acaba benimle ilgili mi konuşacaktı Mehmet ile? Ya da "söyle o salağa bakıp durmasın bana" mı diyecekti? Meyve kurtları beynimde gibiydi adeta. Kemiriyorlardı. Eve geldim. Annem mutfakların maestrosu gibiydi. Güzel bir sofra hazırlamış, gelmemi bekliyordu. Babam sinirliydi. "Nerde kaldın lan?" Odama geçip hızlıca giyindim. Sofraya oturdum. "Soruma cevap ver" Şaşırdım. Babam bu kadar niye üsteliyordu ki? Alt tarafı bir saat geç gelmiştim eve. "Arkadaşlarla takıldık."
Uyandığımda dersin başlamasına yaklaşık on beş dakika kalmıştı. Hayret, annem nasılda uyandırmamıştı beni? Hızlıca giyindim. Banu dün Mehmet’e ne söylemişti? Hemen öğrenmeliydim. Kuş gibi fırladım evden. Sınıfın kapısını açıp hızlıca ön sıraya baktım. Hayatımda bundan daha iğrenç bir tablo göremem sanırım. Mehmet ve Banu o ön sırada. Elele. Gözgöze. Sanki Tanrı göğsüme prototip bir dağ yaratmıştı, buna ne kadar dayanabileceğimi sınıyordu. Banu’yu sevdiğimi bilen tek insan, sıra arkadaşım, dostum sevdiğim kız ile birlikteydi.
***
O ilaçları aldığımdan beri Ağustos böceği gibi sürekli uyuyordum. Gittiğimiz doktor bana sürmenaj teşhisi koyduğundan beri annem ayrı bir ilgileniyordu benimle. Babam bile arada sırada odama uğrar, yoklardı. Normal şartlarda odamın yerini bildiğinden bile şüphe duyardım. Raporlar sayesinde okula da gitmiyordum zaten. Gitmek de istemiyordum. Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz. Banu ne yaparsa yapsın o kadar çok seviyordum ki onu. Bereketli bir sevda taşıyordum. Tüketmeye çalışsam bile bitmiyordu.
***
Ev arkadaşım elinde bir bira ile odamın kapısını araladığında kafam önümdeki notlardaydı. "Madem yanımıza gelmiyorsun bari bira iç biraderim." Şişeyi aldım ve teşekkür ettim. Bir yandan da elimdeki notları sallıyordum. Güldü. Geçmem gereken bir ders olduğunu biliyordu. "Kolay gelsin kanka" deyip kapıyı kapattı. Hüseyin iyi adamdı. Üniversite birinci sınıfta tanışmıştık onunla. Aynı şehirden gelmiştik buraya. Yurtta oda arkadaşımdı. Daha sonra karar verip beraber eve çıktık. Etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir insandı. O içerde film izlerken bende önümdeki notlarla meydan muharebesindeydim. Tam bu sırada telefon çaldı. Numara kayıtlı değil. Açtım.
+ Alo
- Efe sen misin?
Allah’ım sismograflar depremin şiddetini çift haneli sayılarda gösterse ve merkez üssü oturduğum sandalye olsa bile bu kadar sarsılmazdım heralde. Sesi hemen tanıdım. Bu oydu. Banu. Nerden bulmuştu beni? Yıllar önce gözlerimin beynime ulaştırdığı sinyaller ve beynimin bana verdiği emir tekrar etti. Fakat bu sefer kahramanlar gözlerim değil kulaklarım. Anında kırmızıya basıp kapattım telefonu. Tekrar çaldı. Kapattım. Tekrar çaldı. Kapattım. Bu mücadele yaklaşık on beş dakika sürdü. En sonunda pes etti ve mesaj attı. "Efe bak konuşmamız lazım. Antalya’da olduğunu biliyorum. Bende burdayım. Görüşelim. Lütfen" Hislerime felç inmiş gibiydi. O arada Hüseyin tekrar odaya geldi. "Kanka ben çıkıyorum. Akşam bir sürprizim var sana. Alıp geleyim" Birşey demedim. Anlamsız bir şekilde kafa hareketleri yaptım. Çıktı. Telefondaki mesaja bakıp durdum bir süre. Sonra büyük bir bozguna uğramış kale komutanı gibi duygularıma yenilip mesaj attım. "Nerde buluşuyoruz?"
Mesajda belirtilen kafeye ulaşmam on beş dakikamı aldı. Hızlıca göz attım mekana ama Banu yoktu. Beklemeye başladım. Az sonra kapıdan girdi. Kafe başıma yıkılacak sandım. Bana doğru yürürken attığı her adımda sanki ben sırat köprüsünü geçmek için uğraş veriyor gibiydim. Sarıldı. Sıkıca hemde. Bu esnada zamana okkalı bir küfür ettim. Değişmişti. Saçları özellikle. Ama gözleri hâlâ aynıydı. Saçma sapan eski zamanlardan bahsettik bir süre. Sonra bana "Erkek arkadaşımda burada. Gelir birazdan. Tanıştıracağım sizi" dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Demek ki Mehmet’ten ayrılmıştı. Hem sevindim, hem üzüldüm. Kafenin kapısı açıldı. Banu kapıya doğru baktı ama ben dönüp bakma gereği duymadım. Sevdiğim kadın karşımdaydı. Başka birşey ilgimi çekemezdi. İzin vermezdim. Yanımıza doğru birinin geldiğini hissedip kafamı çevirdim. Hüseyin’di bu. Yanıma geliyordu. Ne işi vardı burada? O sırada Banu ayağa fırlayıp Hüseyin’in boynuna sarıldı. "Bitanem seni çooook özledim"
İnsan böyle cinnet geçiriyordu demek. O anki ruhaniyetimi hiçbir satır anlatamaz. Hüseyin’de şaşırmış görünüyordu. Belli ki bilmiyordu.
+Efe?
-Hüseyin?
Eve geldim. Odamın kapısını açıp içeri girmem ve kapının tekrar kapanması arasında sanki süre yok gibi. Işınlandım içeriye. Yarım bıraktığım biram yerinden memnun gibiydi. Rahatını bozdum. Bir çırpıda hepsini iç organlarıma gönderdikten sonra boş şişeyi notlarımın üzerinde durduğu masanın kenarına vurup paramparça ettim. Başım yine yerçekimine yenik bir halde. Hâlâ kaybettiklerimin ardından üzülüyorum. Babamın yıllar önce söylediği o sözün muhattabı olan ben yine yapamamıştım. Kaybettiklerime üzüldüğüme göre büyük adam değildim. Hiç olamayacaktım.
Affet beni baba, evvela hepimiz sevdik..
YORUMLAR
Hani uzun bir yazıydı, okuyayım mı diye tereddüt ederken bir baktım ki bitmesine bile üzüldüm. Sürükleyici ve etkileyiciydi.
Hangimizin kafası eğilmiyor ki! Emin ol ki gerektiğinde babanın da kafası yerçekimine yeniliyordur.
Tebrik ve saygılarımla...