- 1055 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Pervane Masalım
pervÂNe maSALL-mıŞ..miŞ..mıŞ!../
..kendime/pervÂNe maSALLı/mmm…
/
Sihirli bir aynaya burnumu dayayıp, içeri baktığımı hayal ederim bâzen,
Orada, ne görmek istiyorsam, hepsini görebileceğimi umarak,
Neleri görmekten vazgeçmişsem, hepsinin buharlaşmasını dileyerek!
Orada ben varsam her şey vardır çünkü, ben yoksam hiçbir şey yok!.
/
“Böylesi bir İlahî hayal perdesi olsaydı hayat!” derim çok kere.
“Belki öyledir de sen bilmiyorsundur” der içimde birisi.
“Sen söyleme, sus! Bu hayale ikinci bir senarist gerekmez” derim ona.
“Benden nereye kaçabilirsin? ben, senim ya!” der o bana.
Böyle inatlaşır gibi dolaşırız biribirimize.
Kimin sözünün asıl olduğunu ve öne çıktığını, hâlâ ayırt edememişimdir.
/
Ateş-pervÂNe misali olan, İlahî cezbe kanunu, aslında hayatın atardamarı.
Ateşi yakan; pervÂNeler için bir yol, yörünge, rota işaret etmiş olduğunu bilemez,
Ateşin kendisi; etrafına üşüşecek olan pervÂNeleri kendisi dâvet etmemiştir,
Aslında pervÂNe bile, neyin ne olduğunu sezmemiştir belki de,
Taa ki yaşayana kadar!
PervÂNe pervÂNe olalı, böyle bir imtihan ya da hayat aşaması ile yüzleşeceğini hayal bile etmemiştir belki de.
yazgısını bilmemiştir.
merak da etmemiştir.
azıcık bile olsa, hiç değilse beş zâhirî duyu ile fark etmiş olmak kadar bir bilginin olmadığı yerde merak oluşamaz çünkü.
PervÂNeler de, Ateş’i görünceye kadar, içlerinde ona karşı nasıl bir çekim kuvvetinin kayıtlı olduğunu hiç bilemezler.
Nereden bilsin, içindeki bu Sihirli çekim güdüsünün varlığını?
Nereden bilsin, bu çekimden asla kaçamayacağını?
Ateş’in kendisini bir daha geri bırakmayacağını?
o bıraksa, kendisinin bir daha geri dönmeyi seçmeyeceğini.
Bilmiyordur?
Ama vakti erişip, Ateş gözüne değdiği an bilecektir ancak!
Ondan sonra ise, daha evvelki bildiklerini unutarak,
o Tek bilgiye odaklanabilecektir ancak, başka çâre kalmayacaktır çünkü.
Çünkü başka hedeflerin hepsi de silinip gideceklerdir onun yolundan.
Bunu bildiği an ise, kendisini bilmiş olacağını da bilmiyordur.
İşte tuhaf olan odur ki; bunu bildiğinde ise, bildiği AN bulduğu kendisini, bildirende mahv edecektir.
Ve o yıldız renkli pervÂNe bunu da bilmiyordur.
Hem nereden bilsin ki?
Gözü ışıktan kamaşan artık başka neyi görebilir?
O İlahî Nur’a mahrem olan artık başka hangi vecheye dönüp bakabilir?
Yanacağını, küll olup küllere karışacağını da bilmez.
Bana kalırsa, biliyor olsa, yine de yolundan dönmezdi.
Yağmalama bu işte.
Kişi idrakini, iradesi ile ortaya koymuş değildir.
Ateşi görme bilgisi/
uçmak mârifeti/
İlahî cezbe yasası/
Ve kalbine yazılmış olan yazgısı.
Bu dörtlü, dört süvari gibi ortak çalışarak, pervÂNenin masalını yazar elbirliği ile.
Ateşin boy gösterip dâvet edişi, pervÂNenin ona iştiyâk ve iştirak serüveninin ilk safhası.
Dâvet, sadece görünür olmaktan ibâret.
İştirak etmek, sebeblerin-sonuçlar ile vuslatının, tek şartı.
Tüm sebepler, murad edilmiş neticeler için çünkü.
Sonuçlar ise sadece sonuç değil.
Onlar dairevî devinimin satırbaşları.
Hepsi “tek bir sebep” ve “tek bir sonuç” için.
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim de, kâinâtı yarattım!”
(Hadis-i Kudsî; Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133)
Önermesiz hiçbir yönerge yok.
Yokluk kelimesi, ancak sistemin çalışma prensiblerini izah edebilmek için kullanılmakta…
/
PervÂNeler ülkesinde bütün pervÂNeler sadece pervÂNeler olarak yaşamakta imişler,
Taa ilk pervÂNeden bu yana hep aynıymış hepsinin hikayesi,
Ama isimleri başka, yaşamış oldukları zaman dilimi başka, olduğu için,
Hepsi de kendi yaşadıklarını bilip,
olan her şey ilk kez kendi başlarına geldi, ilk kez onların karşısına çıktı sanmakta imişler.
Dışarıdan bakınca hepsi de aynıymış.
Oysa kendi içlerinde her biri başka başkaymış,
biribirlerine kıyasları bile varmış.
/
Bazısı bazısına göre daha hızlı, daha cesurmuş meselâ.
Bazısı daha utangaç, daha sakin, daha mahçup.
Gözlerini kaçırmaktan yorulduğu için gözleri kapalı uçanlar varmış.
Sığınacak yeri yokmuş bazısının,
ancak kendi kanatlarını sararmış uçmadığı zamanlarda kendi boynuna onlar.
Hepsinin aynı olan özelliği ise hepsinin de pervÂNe olmasıymış.
Yani bu özellikte, Vahdet halinde olabilmekteymişler.
Diğer tüm detaylar, isimler, sıfatlar, fiiller, onlar kesret âlemini teşkil eden unsurlarmış
Bütün nakışlar bir araya geldiklerinde “Nesl-i pervÂNe Tevhidi” çıkarmış ortaya.
/
Güneşin ışığında, başka ışıklar görünmezler.
Güneş bu yüzden, ve elbetteki merhametinden,
geceleri bizim göremeyeceğimiz bir duruma geçer.
Kendisinden daha sönük diğer ışıklarda varlıklarını gösterebilsinler diye ihtişamını saklarmış.
"Onları perdelemeyeyim de,
Varlık Hakk’larına riâyet etmiş olayım" dermiş.
Vakti ve MekÂNı, onlara devredermiş gece boyunca.
Bir mumun sevinci bu olsa gerek.
Bir MuMun, ya da kandilin, arz etmiş olduğu ışıkçığına rağbet edilebilmesi için,
kendisine ihtiyaç duyulması şartı varmış çünkü.
(Ya güneş, hiç çekilmeseydi kenara ve pervÂNeler sadece güneşe yönelmek, ona uçmak zorunda kalsaydılar?
çünkü muhakkak bir ışığa yürümek onların kaderleri.
Hiçbir zaman başaramayacakları bu uçmak,
onları sadece eli boş yolda telef olmaya sevk edecekti hiç şüphesiz.
Bu ise, hiçbir pervÂNe Hakikat-i Asliyesi olan
“Ateş ile Vuslat” menziline asla ulaşamayacaktı anlamına geliyor..
/
Güneş her zerreye nüfuz etmekte iken, muma ne hâcet.
Karnımız toksa, yemeğin ne gereği var.
Dere kenarında yaşayan ne bilsin, SU-SU-zluğun ne olduğunu?
Havasız kalmadık ki bilelim, toprağın altında ne yapacağımızı?
/
Gece, bütün bütün zuhur ettiğinde,
Hiçbir ışığın kalmadığı,
varlıkların “görünemezlik perdesi” altında gözsüz kaldığı,
ve karanlıkların devr-i hayatiyyesi başladığında,
Çook uzaklarda bir ateş görünmüş birden.
Ateş için gece, bayram demekmiş,
Olanca güzelliğini salına salına geceye takdim etmeye başlamış.
uyuyanlar uyansınlar istermiş ateş.
Her ne kadar ise hayatının süresi ve hükmü,
Bunu her göz görsün istermiş.
Karanlıkta yolunu kaybedenler yolunu bulsun,
Ateşin nurundan herkes mest olsun dilermiş.
Bütün canlılarda, ışığa, ateşe ve sıcaklığa bu yüzden meftunmuşlar zaten.
Çünkü sihirliymiş ateş.
Ateşi yaratan, vareden, ona bu sihiri taa ilk ateşten itibaren katmış çünkü.
/
Yalnızca yarasaya bulaşmamış bu sihir.
Çünkü o gündüzleri mağarasında ve baş aşağı durduğundan,
ve etten kanatlarını başına sardığından,
ışığa karşı gözleri yaban ve uzak olduğundan,
kalbi yetmemiş sihirsiz kalmış.
Yarasa ezel beri ışığın malı da değilmiş zaten.
Işık ona, o ışığa uzaklık imtihanı yaşamakla yazgılıymışlar.
Aradakilerin adı hiç anılmamış bu yüzden.
Işığın kalbinde kanatlarını yakan gaybubet sırrına mazhar olan pervÂNeler ile,
Işığa kör, kendisine görür olan yarasa iki UÇ’ta bu maSALLın izah kahramanları olmuşlar.
/
Çünkü pervÂNenin hikayesi ne kadar anlatılırsa anlatılsın,
Tam zıttı olan bir başka hikaye ile,
zıttında Ayn’en/Aks’en/ZÂTen seyredilemediği sürece mânâ tamlanamayacakmış.
Ve görenlerin aklı buna şaşmaktan kurtulamayacakmış!.. mış!..
/
pervÂNeler ışığa bu sebeple âşık ve müştâk imiş.
Her yaratılan, yaratılış gaye, hikmet ve şartlarına koşulsuz riâyet ettiğinden,
Zamanın tüm çizgilerine de bir hikaye teslim etmek gerektiğinden,
Ancak vakti gelen pervÂNe Ateşe koşabilirmiş,
/
/
Eski zamanlarda bir Hakikat Tekkesine mürid/talebe olmak için müracaat eden genç ve toy insanlara,
Oranın Mürşid/Hocası dermiş ki:
"Sen şimdi git!.
Dünyayı öğren yaşa!.
İş güç tut. Askere git!.
Ev edin!.
komşun, dostun, düşmanın olsun! onları tanı!.
Sev! Sevil!. Çoluk çocuğa bir karış!.
Kırk yaşına geldiğinde, o zaman gelirsin bize!.
O zamana kadar şeriat’in dışına kaymamak üzere gayret et!.
Tarikat üzere gitmek ve Marifet Hakikat basamaklarında yükselebilmek için önce ayağının altına bir zemin lâzım.
Biz senin İÇini, kendi İÇindeki ile mayalayacağız.
Boş yerin NEsini mayalarsın.
Simya göstermek için kıymetsiz de olsa bir cevher lazım.
Ki; onu yıkalımda, kıymetlisinin inşâasına çalışalım.
Yıkacak malzeme yoksa, yapacak malzeme de yok demektir.
Sana “fedâ et!” dediğimizde neyinden fedâ edeceksin?!.
Neyin var ki, onu ayağının altına koyup başını yukarı uzatacaksın.
Sonra, Ateşte yanmak için bile biraz içinin geçmesi lazım,
Yaş halinle, ham halinle yanmaya çalışırsan,
Ateş ateşliğine tevbe eder sonra,
Çok inlersin, “ahhh!.” ından kulaklar yıkılır, kalbin dayanmaz kırılır.
Kırılan Kalb’in içinde Sultan incinir.
O bakımdan, sen şimdi git. Aklında dünya kalmasın!.
Bu işleri bir bitir!.
Doymazsın amma,
Tadıp da ahvâlinden bilgi sahibi ol hiç değilse dünyanın.
Sonra gel Hakikat Er’lerinin yolunda CÂN’ı CÂNÂN’ı fedâ etmenin usulünü öğretelim sana!.."
/
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “iman ettik”demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”
(Ankebût Sûresi/2)
/
“Dost, dostunu hangi kılığa girerse girsin tanıyandır”
Ateş hangi şekil ve kılıkta olursa olsun,
Ona dost olmayı, fıtraten pervÂNelere yazan Rabbi Teâlâ’mız,
Onlara bu tanıma hassasiyetini de vermiş.
/
Biz baktığımız sihirli AYN’aya dayayalım yine burnumuzu yine,
oradaki hayali maSALLın içerisinden bir pervÂNe seçip hikayesini seyredelim şimdi.
Biz yazalım, Biz seyredelim.
Yıldız pervÂNe hayata geldiğinden bu yana içinde tuhaf bir telaşın varlığını hep sezermiş,
(hani bazı sabahlar dolabın karşısına geçeriz
“bu değil!”
“bu da değil!”
“bu hiç değil!”
“bunu sevmedim!”
“bu bugün için uygun değil!”
sanki ne faydası olacaksa, bütün memnuniyetsizliğimiz ile bir telâşın içinde buluruz kendimizi.
Aslında kıyafet bahâne, o gün bir şeyler yapmaya gönlümüz yoktur,
canımız daralmıştır,
daha uyuyasımız vardır belki,
veya içimizde bir şey eksiktir ama NE?..
Suçu kıyafete, yemeğe, insanlara, hatta havanın şartlarına atmakla bir neticeye ulaşacağız sanırız.
Tuhaf olan “başaramamaktır” bu aslında.
Biliriz ve hep bilmişizdir.)
/
Boşa dans etmek, uçup uçup ta yorulmak ona zevk vermezmiş,
Dönüp konduğu yerlerin hiç birisi onu, mutlu da etmezmiş.
Diğerlerinde de aynı huzursuz eksikliği sezermiş ama,
Kendisi bir bilebilse neyin ne olduğunu, diğerlerine de anlatabilirmiş,
imkanı olsa, herkesi mutlu kılacak bir büyü bile yapabilirmiş aslında.
birkaç kanat çırpımı kadarmış hayat, anladığı şimdilik bu imiş.
Bir sonu olacağı belli olan bu hayat masalına,
çok güzel bir son yazmak lâzımmış sanki.
Ama NE?
Kanatlarını çırpan kalbi imiş, bir zaman gelmiş bunu anlamış.
Sonra emin olmuş, bu maSALLın sonunu da kalbi yazacakmış.
/
Bir gece, güneş dünyanın diğer tarafındakilere yüzünü döndürüp,
bu tarafını kendisinden mahrum bıraktığında,
(Yani yüzünü çevirdiğinde)
Gece, bütün karanlık sıfatlarını bütün bütün ARZ ederek,
her şeyi susturup, hakimiyetinin zaferi ile büyümüş.
Her yeri doldurmuş.
Bütün varlık saklanmış gözlerden,
Varmışlar ama görünemedikleri için yok bile sayılabilirlermiş.
(İnsanlar bakmaktan vazgeçtikleri resimleri ve gölgeleri “gitti” SANaBİLiyor.
Hiç gitmemiş oldukları HÂLde,
biz görmediğimiz sürece,
bizim açımızdan yok oldukları zannı ile avunabiliyoruz
veya kendimizi aldatabiliyoruz.
Oysa Hakk’ı örtmek küfür ve zulüm.
dua ederiz ki Rabbi Teâlâ’mız seçimlerimizde yanıltmasın,
ve bizleri şerre ve batıla taraf eylemesin,
Hakk’ı örtenlerden de olmayalım İnşâe ALLAH!. Âminnn!.)
/
Tam o karanlığın içinde bir ateş görünmüş işte,
Yıldız pervÂNe büyülenmiş, gözlerine inanamamış,
Belki evvelce de bazı ışıklar görmüş imiş,
Ama bu sefer anlamış ki, bu hiçbirisine benzemiyormuş.
Tüm pervÂNeler de, hangi ateşin etrafına kayıtlı ise, o ışığı beklerlermiş zâten hiç bilmeseler bile.
Ezelden kural bu imiş.
Henüz kendi ışığı zuhur etmemiş olan pervÂNe öylece bekletilirmiş.
Körlüğü, görür kılınmaz imiş.
/
Yol çok uzun sürmemiş,
Yeter ki, tereddütsüz istek ve koşulsuz emin olunsun, yani iman edilsin.
Tüm mesâfaler kısalırmış işte o zaman.
Engelleyenlerin elleri kısalır, erişemezmiş,
Gitme! Nereye! Diyen olsa sesleri duyulmaz olurmuş,
Yıldız pervÂNe Ateşe yaklaştıkça gözleri büyümüş,
Daha büyük gözlerle, daha çok görmek istiyor gibiymiş.
Daha fazla yakınlaşmak, daha fazla bilmek istiyormuş.
Bu “daha fazla” duygusu imiş işte kalbin tek sermâyesi.
Bütün menzilleri erişilir kılan,
Bütün zorlukları geçersiz ve işlemez HÂLe getiren.
Kimisine dağları aşırttıran, kimisine çölleri GÜLbAHçesi yapan.
Hiç beklememiş.
Uzaklar yakın oldukça, mesâfeler kısaldıkça sevinci artmış,
Dışarıdan bir bakayım da azıcık seyredeyim de dememiş.
Bırakmış kendisini ateşin heybetle salınan alevden saçlarının arasına.
İşte bu dışarıdan minicik görünebilecek,
Aslı ise dev bir CÂN-CÂNÂN Tevhidinin özeti denilebilecek bir son olmuş.
Aslında SeBeB -> SoN-UÇu = SON dediğimiz.
Ebedî ve İlahî olan ölmezlik yurdunun defterine kaydedilmek imiş.
PervÂNeler misâli Kalbine UYanlara Es SeLÂM olsun!..
/7 Kasım 2012/