- 628 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
paragraf-3
VII
Göğü kırmızı renge boyayan kızıl şafağın, kirpiklere benzeyen uzun çizgileri, kara gölgeli dağların yamaçlarında seğirterek uzarken, tepeden vuran ilk IŞIK’lar, yanmış kilisenin tepesindeki yıllardır suskun, yangın artığı islerlerle boyanmış, siyah çanın üzerine kazınmış haçın üzerine düşmüştü.
Sabah esintisine kendini bırakmış kilise çanını bile çalmaya gücü yetmeyen serin bir rüzgar, mezarlığın üzerindeki birkaç kurumuş otun gövdesini sallamayı başarmıştı.
Sabahın bu ilk saatlerinde uyanmayı seven iki çocuk, ağustosun kuraklığına inat halen tazeliğini koruyan Rahip Martin ‘in mezarının üstündeki birkaç açelyayla, konuşur gibi duaya dalmışlardı.
İlk vaftiz töreninde yüzlerinde oluşan o mavi bir gülümsemeyi andıran bir bakışla, Martin’in mezar taşındaki resmine bakarken, Karen’in birazdan oraya geleceğini biliyorlardı.
Onları geceden beri izleyen kara bir baykuş gözlerini aydınlıktan korumak için gölgesi bol olan bir çam ağacının kovuğuna çekilmişti.
Vadinin içinden ağırdan çekilirken sisler, kendi mezarlarında uyumak için dönen birkaç ruh etrafın pusu gitmeden önce dalmışlardı kabarmış kahverengi topraklarındaki yataklarında.
VIII
Karen sayıklayarak uyandığında, akşamdan yakıp bıraktığı mumun parafin kokusunu, odanın içinden koklarken, mumun dibinde gece yarısı gördüğü, sarı kanatlı bir kelebeğin yanık kanatlı ölüsünü de görmüştü.
Sol işaret parmağının istem dışı titremelerini hissettiğinde parmak uçlarında uçurum dolusu bir boşluk hissetmişti. Bu tıpkı bir zamanlar kendi annesiyle bir deniz kenarına en son gidişleri gibiydi.
Tek hatırladığı küçük ellerini bir boşluğa bırakan o kadının hiçbir şey demenden bedenini atması olmuştu, yüksek kayalıklardan. Sağı bir sessizliğin surlar ördüğü bir gençliğin ardından yaşadıklarını anımsarken, düşlerinden sıyrılıp, titreyen parmaklarına baktığında üşüdü içi.
Rahip Martin’e ait olan, gece uyuklarken çektiği, tüm tespih taneleri yerde dağınık tanelerle duruyordu.
İçindeki üşümesine aldırış etmeden, dünden kalma dizlerindeki toprağı elleriyle çırpıp, ayağa kalktı. Önce ölen kelebek ölüsünün önünde, sonrasında topladığı siyah tespih taneleri için yamalı dizlerini parkeli zeminle birleştirdi.
Dışarıdaki meşe ağaçlarının dallarından ilk uyanıp kanatlanan birkaç serçe onun penceresinin kenarına konmuştu. İçerideki onun halini izlerken kuşlar, Karen’ in kulağına rahibin sesine benzeyen sesler yankılanmıştı. “Tanrıların sesini dinle evlat, onlar,seni gitmen gereken yere götürür…”
Karen ellerine doldurduğu tüm tespih tanelerini dört duvara saçar gibi fırlatırken elinde olmadan bağırmıştı. Dizleri yerde olan gövdesini dinlemek için kafasını kanepeye dayayıp, Rahip Martin’in dediği gibi düşünmeye başladı. Titreyen ellerinden bıraktığı birkaç yıllanmış tespih tanesi halen yerde yuvarlanıyordu.
Gün henüz yeni yeni ağrıyordu…Buruk ritüellerinden kalan, tanrılar için kısık bir melodi, kırışık, biraz beyaza yüz tutmuş, biraz uzun saçlı bir kadının, tırnak uçlarındaki kan çukurlarına kalıyordu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.