EVCİMEN ACILAR -1
EVCİMEN ACILAR -1
BELKİ DE KİRLİYDİ YÜZÜM
ACIYI, KARANLIĞI EMMESİ BU YÜZDEN
AŞKA KALDIRILMIŞ HER KADEHİN, DİBİNE VURMAK ZORUNDA MIYDI KALP?
ÖYLESİ SARHOŞ EDEN BİR YAĞMURDA, DÖNÜYOR BAŞIM
HER DAMLA, KESKİN BİR KILIÇ SANKİ!
TENİ ÇİZE ÇİZE YERE DÜŞEN
HANGİMİZ MASUM BU SAĞNAKTA?
DEDİM YA!
DERT ETME...
ÇAMURDAN ELLER, BENİM
PARMAKLARIMSA KİYAMETİM
KAĞITLARI MI DOLDURUR YÂR/ALI AVUÇLARIM?
Hava, deli gibi yağıyordu.
Paçalarım, çamur çıtrıgı içerisindeydi. Nedense, bu yol yapım çalışmaları hep kış aylarına denk gelir. İnsanlar, her yağmurda çamur deryası içerisinde yüzer.
Bu şehre yeni gelmiştim. Nabzım buz gibiydi. Soğuk ve suratsızdım.
Anti sosyal varlıkça, herkesten yüzümü kaçırıyor, daracık ve havasız oda da sadece işimle ilgileniyordum.
Oysa, aklımın oluklarından taşan, ne deli fırtınalar yaşamıştım. Bu durgun halin, henüz kendimde keşfedemediğim bir durumun, ön habercisi olduğunun farkında değildim.
Onunla tanışmamız, enteresân olduğu kadar koca bir boşluk anıydı. Hayatımı derin bir fay hattına çevireceğini kestirememiş, kulağımı sesinin büyüleyici tonlamalarına usul usul bırakmıştım. Aslında farkında olmadan kendi romanımı okumaya başlamış, zaten, hep bir kitap kurdu olma sevdasında, koşar adımlarla ilerlemiştim.
İyimserliğimi annemden almışım. Onun tabiriyle de, çar çabuk taşıp sönen, süt köpüğüydüm. Saflığın rengi süt…
Bu karakteristik huy, iyi bir meziyet değildi, çağımızın vebası da denilebilirdi.Ve ben, bu vebadan kurtulmayı hep istedim. Çünkü, insanların kurnaz ve acımasız yalanları, seni kendi içinde çürütüyordu. Ondan, kurtulmaksa çok zordu…
Sabah telaşla Can’ın, koynundan fırladım. Son birkaç gündür hasta ve halsizdim. Eğer, arabayı kaçırırsam bir sonraki araç için yarım saat soğukta dikilecektim.
Yolun kenarındaki refüjlerden atladım. Az kalsın düşüyordum. Elimdeki kırık şemsiye ile, caddeye kapaklansaydım’ kendime gülür müydüm? ’diye aklımdan geçirdim.
_Oh be!yetiştim.
Boyadığı, her halinden belli bıyıklarıyla sırıtan şöför ;
_Sizi fark etmedim.
_Neyse, koşturarak da olsa yetiştim ya!
Minübüsün bütün camları buhar tutmuş, caddeler dilini yutmuş sanki…
Çok dalgınım, tabi ya! Bugün Pazar.
Hımm…
Ondan, sabahın kör saatlerinde görmeye alıştığım, insan seli yok.
Baksana! Pazar, çalışan bir ben sanırsın…
Yol boyu henüz uykusundan silkelenmemiş gözlerimle çevreyi, insanları gözlemliyor, bu alışılagelmiş döngüyü, sık sık yaşıyordum.
Hayatın koca bir makine olduğunu düşünüp, bir gün dişlileri takılacak, çark duracak diye bekliyordum.
Bir anlamı olmalıydı, Dünya’ya gelmenin…
İçimde saklı olanı bulmak ve koyu bir kalemle yazılmak yaşama!
Öyle dalmıştım ki, camdan dışarıyı seyre .Telefonun sesiyle irkildim.
Aaa, Can’mış…
_Canım arabayı kaçırmadın değil mi?
_Yok tatlım, son anda yetiştim.
_İyi, kendine dikkat et! Bu aralar hava çok soğuk, kalın giyindin değil mi?
_Merak etme! Üşümüyorum, görüşmek üzere…
_Tamam canım, iyi günler…
Yine, düştü gözlerim ve uzadım yola eş düşlere…
08.01.2012
NURGÜL OCAK