- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PENCEREMDEKİ TENCERE
(ANNEM TENCEREDE BİR YEMEK PİŞİRDİ İÇİNDE TAŞ KAYNIYORDU)
Merhaba arkadaşım!
Aslında “merhaba sevgili okuyucum” diyecektim fakat sonra sana karşı edepsizlik olur düşüncesiyle hitap etmedim. Bir de “sen”li ifadem içim beni mazur gör çünkü “siz” diye kullanmamamın sebebi “san”a verdiğim değeri göstermekti. Biliyorum bu yazıyı çok kimse okumuyor. Şu anda sen okuyorsun, yanında biri olsa dahi ya da şimdi birisine sesli olarak okuyor olsan da dahi yine içinden bir ses sana seslendiğini hissediyorsundur. Fevkaladesin.
Bunları yazarken, itiraf edeyim ki, çok çarpıcı bir tab yazmayı düşündüm. Ama öyle merak edici tablar gördüm ki açıp baktığımda muhtevasında o kadar kayda değer bir şeylerin olduğunu açıkçası pek göremedim. Belki bu konuda bana katılıyorsundur? Yani… Hani bir söz vardır, delinin biri bir kuyuya bir taş atmış; kırk kişi toplanmış çıkaramamış taşı… Aklıma hep takılmıştı bu deli kim? Hangi taşı kuyuya atmış? En önemlisi hangi kuyuya taş atmış? Maazallah ahalinin faydalandığı bir kuyuya taş atmışsa felakettir… Ve işin enteresan yönü de daha biri çıkıp da bu kuyunun yerini neresi ya da atılan taşın hangi taş olduğunu veyahut bu delinin kim olduğunu diyemedi? Arkadaş ben neye yanarım biliyor musun? Yandığım şu ki bir deli kadar olamıyoruz. Deli faydalı bir şey mi yaptı yoksam yapmadı mı? Bilinmez ama kuyudan taşı çıkarmaya çalışanların da deliden yukarı olmadıkları kesin, herhalde… Bazen de düşünmüyor değilim hani deli olmak lazım? Olabilir aslında, hata neden olmasın ki? Mesela yolun kenarına bir çeşme yaparsın kimse demiyor güzel yaptı. Sadece olmayacak bir eleştiri yapılıyor. Ya da bir patikanın kenarına, gelen geçen yoluna ağaç diksen; adama yolu daraltıyorsun diye ikaz-ı eleştiride bulunurlar. Yav arkadaş illa gidip çeşmeyi kimsenin ulaşamayacağı bir tepenin başına mı inşa etmeli ya da ne bileyim gidip olur olunmadık yerlere mi ağaç ekmeli? Tepenin başına da çeşmeyi koydun mu gerçekten ahali gidip o çeşmeden su içmeye, getirmeye can atar. Hayret doğrusu yani!
Gâvurun biri gelir köyümüzün orta yerine ahamlı şahamlı bir inşa diker, efendim ben söyleyeyim arkadaşıma, biz onun nam-ı şanıyla övünüp dururuz; işte, ne bileyim, kimse yapamaz bu inşayı gibisinden. Ya hû mübarek adam! İnşayı diken adam zaten kendi memleketine kralını dikmiş ki sen ne kalkıp övünüyorsun. Eh elin eşeğinin dışkısı bize gübre geliyor(!)… Hem o inşayı diken adamın hayatta yapamayacağı bir şey var. O şey ki ahalinin evinde duruyor ya! Ne mi o şey? (Arkadaş, anlasa anlasa bir tek sen beni anlarsın, bunun farkındayım.) Arkadaş, şimdi adamın oturduğu ev beş yüz yıldır var. Ondan sonra evindeki kilimi deden dedeye silsileyle aktara gelmiş hem de kökboyası ile boyamışıyla. Daha nice nice şeyler: mahalledeki cami, evler, yol kenarındaki çınarlık ağaçlar, tarihi imarethaneler… Say babam say bitmez ki… Denizde kum biz de yıllanmış eserler… Şimdi çağır o gâvuru da yapsın bakalım ahalinin oturduğu evi, aynısını yapabilir mi? Nakşedebilir mi o kökboyasıyla boyanmış kilimleri? Hani efendim, inşa edebilir mi senin mahallendeki Paşa Camini? Nerde efendim nerde!
Bize balık tutmayı değil yemeyi öğretiyorlar. Ye babam ye, daha da işin yok başka; ha bire ye! Gerçi bizim ahırda da bir inek var ve ha bire yem yer fakat sabahları da süt veriyor. Oysa meth-i ben yapan bu ahbabımız ne süt verebiliyor ne faideli bir işe yarayabiliyor. Sadece fosseptik kanalları doldurmaktan müstesna işe yarayamıyor. Gel de bu ahbabı cebine sok, bilmem ki hangi cebime koyayım? Arkaya mı, sağdakine mi, soldakine mi? Valla arkadaşım çıkmazdayım, bana bir akıl ver?
www.63ajans.com/kose-yazisi/342/penceremdeki-tencere.html
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.