- 488 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O ANLAR
Ne günlerdi o günler, ne anlardı o anlar!
Bu yazımda bir iki hatıramı paylaşacağım. Hatıra çok ama bugüne ders çıkarılabilecek olanları yazmalıyım ki, bir anlamı olsun.
Uzun yıllar Refah ve Fazilet Partilerinde İstanbul İl Mali Komite Başkanlığı yaptım. Elimden geldiği kadar titiz davrandım. Kontrolümdeki görevlilerin de bu titizlikte olmaları için çabaladım. Helal-haram sınırını aşmamak için azami gayreti gösterdim. Bu şekilde eğitimler yaptım. Söz gelimi partimize yapılan bağışları ince eleyip sık dokurdum. Bazı kişiler tasarruf mevduatları için bankalardan devre sonunda kendilerine mecburi ödenen faiz gelirlerini getirip partiye bağışlarlardı. Bu “faiz” kökenli bağışları “tuvalet temizliği” fonuna aktaracak kadar titiz olmaya çalışırdım. Çalışanların hakkı geçmesin diye, parti olarak savunduğumuz eşel mobil sistemini uygulamaya gayret ederdim. Gerek Mali Komite’deki, gerekse diğer görevlerdeki arkadaşlarımın özverili çalışmaları, ömrüm olduğu müddetçe gıpta ile anacağım çalışmalar olarak hafızalarımda yer etmiştir. Etrafımızdakiler de bu çalışmaları bilirler, zaman zaman takdirlerini belirtirlerdi. Mesela İl Başkanı “Reis”, Belediye Başkanı olunca, benim bulunmadığım bir zamanda gurupta yaptığı bir konuşmada arkadaşların ifadesine göre şöyle demiş:
-Başarılı olmaya mecburuz. Gayretimizin eksikliği sebebiyle başarılı olamazsak, bırakın başka sonuçları, sadece Ekrem Şama’nın bile hakkını ödeyemeyiz! Konu kendimi methetmek değil elbet. Anlatacağım olayla ilgisi olduğu için yazdım.
1994 Mahalli İdareler Genel seçimlerinde Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi olarak seçildim, Plan Bütçe Komisyonu’nda görev yaptım. Belediye Başkanımız da Sayın Recep Tayyip Erdoğan idi. Genel seçimlerde milletvekili adayı gösterildiğim için, bu görevimi bıraktım ama belediye ile irtibatım kesilmedi. Orada görev yapan arkadaşlar teknik konularda bana hep fikir danışırlardı.
“Minareler süngü, kubbeler miğfer” diye başlayan o meşhur şiiri okuduğu için, Belediye Başkanı’mız hüküm giymiş hapse girmeye hazırlanıyordu. Yerine bakmak üzere onun tavsiyesi ile arkadaşlar tarafından A.M. Gürtuna seçilmişti. Ortalık dedikodu ile çalkalanıyordu. Nerede birkaç kişi bir araya gelse:
-Duyduğuma göre falanca ve filanca, geleceğin başbakanı için müteahhitlerle birebir görüşerek…
Ya da:
-O dediklerini ben de duydum, bunları yeni kurulacak parti için…
Diye başlayan uzun cümleler kurduklarını duyuyorduk. Can sıkıcı şeyler söyleniyordu. Parti İl Merkezi de aynı dedikodular ile kaynıyordu. Binbir titizlikle yürütmeye çalıştığım Mali Komite’yi de etkiliyordu bu dedikodular. Öteden beri partimize yardım eden iş adamlarına gittiğimizde:
-Hala mı bana geliyorsunuz, kurduğunuz fonlar yeterli değil mi?
Diye başlayan cümlelerle bizi nazikçe boş çeviriyorlardı. Bunlar çok can sıkıcı dedikodulardı. Partimizin giderleri artmış ama gelirleri bıçak gibi kesilivermişti.
Dedikodu ile ilgisi olanların tepkilerini ölçmek için bir deneme yapmaya karar verdim. Belediye’deki bize fikir soran ve sık sık görüşümüzü isteyen arkadaşlara telefon edip şu mealde şeyler söyledim:
-Yahu kardeşim dedikodular bizi rahatsız ediyor. Bir münasip günde oraya geleyim de en çok konuşulan …Müdürlüğü’nün dosyalarına ve Fen İşleri’ndeki falan falan ihalelere ait dosyalara bir göz atmak istiyorum.
-Tamam abi, yardımcı oluruz!
Dediler.
Bazı müteahhitleri de aradım, görüşmek istediğimi, münasip olunca kendilerini arayacağımı söyledim.
Bir iki gün geçmişti. Mali Komite çalışmalarından, gecenin geç vakti çıkmıştık. Komite’de öteden beri görev yapan ve çok sevdiğim N.A dedi ki:
-Ekrem Bey geç oldu. Seni evine kadar ben bırakayım.
Teşekkür ederek arabasına bindim. Yolda laf lafı açtı, dedikoduları konuştuk. Evimin önünde beni arabasından indirirken dedi ki:
-Ekrem Bey! Eskileri kimse karıştıramaz. Sen de karıştıramazsın!
Şaka yapıyor diye düşündüm ve gülümseyerek indim. Ertesi günü Belediye’deki arkadaşları aradım ve hafta sonu geleceğimi söyledim.
Aradan bir iki gün geçmişti. Fatih’teki büromda çalışıyorum. Kapımın önünde çatırtılar ve gürültüler duydum. Kapıyı açmamla 4-5 kişinin içeriye dalması bir oldu.
-Biz polis ekibiyiz!..
İki taraftan kollarımı “nazikçe” tutarak koltuğuma oturttular. O kadar naziktiler ki, kolumdaki morluklar bir haftada ancak geçti. Ellerinde ve bellerinde otomatik silahlar vardı. Kimliklerini masamın üstüne attılar. Kimlikleri incelemek o anda mümkün mü? İncelesem de anlamak ne mümkün? Birileri silahlarının mekanizmaları ile oynarken diğeri soruyordu:
-Söyle bakalım nasıl işledin o cinayeti?
-Anlamadım, ne cinayeti, neden bahsediyorsunuz?
-Hep böyle derler zaten, alışkınız bu cevaplara!..
Hemen çekmecelerime el attılar, masamın üstündeki cep telefonumu kaptılar. Silahlar şakırdıyordu. Bir tanesi iki kelime ile bana cevap verdi:
-Azerbaycan ile alış veriş yapan bir iş adamını öldürdün. Bak nasıl titriyorsun. Neden heyecanlandın?
Konuşmama fırsat vermiyorlardı. Cep telefonumun kayıtlarını, önümde bulunan databank kayıtlarını, not kağıdımdaki son aldığım notlarımı okumaya çalışıp sağı solu karıştırıyorlardı.
-Benim böyle şeylerle bir ilgim yok, Azerbaycan’a hiç gitmedim, orası ile ticaret yapan birini de tanımıyorum!
-Niksar yolunda öldürdün. Kim vardı arkadaşlarından şimdi söyle?
Ne söyleyebilirdim. Tuhaf sorular, ilgisiz cevaplar…
10 dakika kadar kaldılar.
Biri soru sormaya devam ederken diğeri dedi ki:
-Komiserim herhangi bir şey bulamadım.
Komiser denilen bana döndü:
-Şimdi gidiyoruz, gene geleceğiz. Bu sefer aradığımızı bulacağımızdan emin ol. Sorgulamayı da burada değil şubede yaparız. Bu durumu da sakın kimseyle konuşma!..
Yan odada çalışan arkadaşlarımın şaşkın bakışları altında silahlarını şakırdatarak kapıyı hızla çarpıp gittiler.
Saatlerce düşündüm ve şu kanaate vardım:
Hakkında dedikodu üretilen konularda araştırma yapmama gerek yoktur. Çünkü bunların aslı astarı yoktur. O dosyalar tertemizdir. O ihaleler tamamen kanuna uygun olarak yapılmıştır. Gidip incelemeye ne hacet? Müteahhitlere sorular sormama da gerek yoktur. Temiz oldukları ayan beyan ortadadır. Benimkisi fuzuli bir işgüzarlık sayılır.
Büyükşehir Belediyesi’ndeki arkadaşlar dosyaları hazır ettiler mi, etmediler mi bilemem. Çünkü o olaydan sonra ne ben onları aradım ne de onlar beni… Müteahhitleri de bir daha ne aradım, ne sordum.
Komiser ve ekibi de bir daha beni arayıp sormadılar. Yani bizim cinayeti örtbas (!) ettiler.
Günü geldi hapse girdi. “Reis”i herkes gibi ben de ziyarete gittim. Etrafında “büyük büyük” adamlarla ilgileniyordu. Bundan dolayı olmalı ki, asılan yüzünü bana doğru bile çevirmeden sadece elimi sıktı… “Kıvır-zıvır” adamlarla neden ilgilenecekti ki?..
N.A ile mi neler oldu?
Pek bir şey olmadı. Mali komite çalışmalarına bir daha katılmadı. Uzun yıllar karşılaşmadık. Hayırsever bir arkadaşımızdı. Bonkördü. Uzaktan duyuyordum ki, işleri rast gitmiş. Helalinden bol kazançlar elde etmiş. Hayır işlerini çok genişlettiğini, hatta hayrına Türkiye’nin başa oynayan spor klüplerini “himaye” ettiğini gazetelerden okuduk.
Yıllar geçmişti. Silivri’de canımdan çok sevdiğim bir kardeşim vefat etmişti. Şimdi rahmetle anıyorum, sık sık görüştüğümüz ve ismi Mehmet Özhüsrev olan bu kardeşim de bana çok şeyler anlatıyordu. Kuyumculukla iştigal eder, yöresindeki cihad teşkilatlarını himaye eder, elinden geldiğince yardım eder, ağabeylik yapardı. Varını yoğunu sermaye yapıp Belediye ihalelerine girerdi. Kendisine neler çektirildiğini anlatırdı da hayretler içinde kalırdık…
Merhum kardeşim Mehmet Özhüsrev’in cenazesinde karşılaştık N.A ile. Bana doğru geldi el sıkıştık. Manalı bir gülümseme ile:
-Ne haber, neler oldu?
Dedi.
-Pek bir haber yok. Nihai hesaplaşma henüz olmadı.
Diye cevap verdim.
O günden beri de karşılaşmadık.
Ne günlerdi o günler, ne anlardı o anlar!
Her hatıramda, yanımda her kim var idiyse beni en iyi o anlar.
Allah her şeyi biliyor, doğru söylediğimi O anlar.
Bir ders çıkarmadan yazıya son verirsek, o anlara yazık etmiş oluruz:
Siyaset uzun solukludur. Maratondur. Gaye de vasıta da helal olmalıdır. Siyaset ömür boyu devam eden bir seyahattir. Helale dayandırmak, helalle beslemek gerekir. Dünyada madalyalar almak, ya da sürünmek nihai neticeyi göstermez. Asıl madalya veya hüsran, hesap gününde olacaktır…
Özetlersek:
SEMERE
Almak mı istiyorsunuz,
Bir seyahatten semere?
Düz binin, eşek sırtına
Doğru konulmuş semere!..
Ekrem Şama
ekremsama@
YORUMLAR
maalesef bugün ki gelinen noktada siyasetin necis rüzgarları dünyayı sarmış masum vatandaşların iyi niyetli duyguları da çıkarlar doğrultusunda kullanılmaktadır.. demokrasi kılıfı altında dünyaya egemen olan güçler çeşitli yöntemlerle ele geçirdikleri kuklalarla borusunu öttürmektedir..
oy zamanı halkın ayağına gelen koltuğu sağlama alınca korumalarla dolaşanların halktan kendini farklı görenlerin iyi niyetli olduklarını düşünmek çok zor elbet aralarında iyi niyetliler vardır lakin azınlıkta kalanlar ne kadar etkili olabilir..:(
insanlığı parçalayan kanatan kokuşmuş siyaset sistemi mutlaka erdemli huzur veren hüviyete kavuşturulmalıdır..
düşündüren paylaşım için teşekkürler değerli Ekrem hocam..
sevgim saygım selamlarımla..