- 945 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sultan kadının öyküsü
Ahmet başını kaldırdı, yanı başında duran ağaçtaki kirazlara baktı. Baktığı ağaçta yapraktan daha çok kiraz vardı. Kirazlar dalında yenice olgunlaşmaya başlamış olduğundan tam koyu rengini almamış, pembemsi renkleriyle dalların üzerinde yeşil yaprakların arasından çok güzel görünüyorlardı.
Onlardan kopardı bir tanesini yedi. Ev sahibi kadın onu kiraz koparırken görmüştü. Ahmet izinsiz yaptığı bu davranışından biraz kızardıysa da, yaptığından utanmamaya çalıştı.
Biraz sonra, ev sahibi yanına bir merdivenle ve bir de sepet ile geldi. Sonra merdiveni ağaca dayadı. Elindeki sepetle ağaca çıkıp kirazın olgunlarından toplamaya başladı.
Daha sonra topladığı bu kirazları, yıkanmış temizlemiş olarak, bir tabağa koyup Ahmet ‘in önüne getirdi onları Ahmet’e ve onun yanındaki diğer kişilere yemeleri için ikram etti.
Ahmet biraz daha fazla kızarmıştı, yaptığından utanmış sanki ev sahibine o güne kadar hiç kiraz görmemiş biriymiş gibi ya da canı kiraz çekmiş biriymiş gibi davrandığını düşündüğünden biraz üzgün önüne gelen kirazlara bakıyordu.
Aslında doğruydu da, daldaki yeni olgunlaşmaya başlayan kirazlar dallarında o kadar güzel görünüyorlardı ki, insanın canının onları yemesi için koparmaması mümkün değildi.
O gece misafir olarak kaldıkları bu evden ertesi gün sabah erkenden ayrılarak, dört ay boyunca kalacakları ve dağlarında iş yapacakları araştırma yapacakları yeni bir köye vardılar.
Ahmet ve yanındaki onunla beraber olan, diğer iki arkadaşı daha önceden gönderilen haber üzerine kendileri için hazırlanmış olan, köydeki köy evlerinden birine yerleştiler.
Yerleştikleri evde birkaç parça eşya, biraz da mutfak eşyası vardı. Dört ay boyunca onlar bu evde kalacaklar yiyeceklerini içeceklerini kendileri ve kendilerine bu konuda yardım edecek olan yemek yapmasını iyi kötü bilen bir kişiyle yapacaklardı.
Bu arada da dört ay boyunca da, Ahmet ve onun yanındakiler dağları bayırları ormanları dolaşarak, dolaştıkları arazide bazı etütler ve araştırmaların işlerini yapacaklardı.
İşlere başlamışlardı. Artık Ahmet ile onun iş arkadaşları gündüzleri arazide çalışıyorlardı, geceleri de eve dönüp köyde kendilerine ayrılan bu derme çatma köy evinde ya gündüzün yorgunluğunu gideriyorlardı, ya da gündüzden yaptıkları işlerin büro kısmını evde tamamlıyorlardı.
İşte böyle günlerden bir gün, Ahmet hafif hastalanmış, işe çıkmamış evde kalmıştı. Aslında onun hastalığı pek önemli değildi çalışırken üşütmüş biraz’ da nezle olmuştu.
Sabah olmuş Ahmet’ in arkadaşları işe giderken, yanındaki aşçı yamağı da, bitmek üzere olan yemeklik malzemelerini yerinden satın almak bulmak üzere, köydeki diğer köy evlerini dolaşmaya gitmişti.
Evde o sabah yalnız kalan Ahmet, kahvaltıdan kalma bulaşıkları aşçı yamağı gelmeden önce yıkamak için kirli kahvaltı tabaklarını kirli çatal bıçaklarını kirlenmiş bardaklarını toplayarak kaldıkları evin önündeki pınara indi.
Evlerinin önünde büyük bir kayanın dibinden çıkan bir pınar vardı. Pınarın akan soğuk billur buz gibi suyu hayvanların kolayca bu sudan sulanabilmesi için ağaçtan yapılan uzun bir içi oyulmuş su oluğuna doğru akıyordu.
Ahmet bulaşıkları bu suda yıkamaya başladığı sırada, önündeki ahşap olukta birikmiş olan durgun ve berrak suyun içinde birden bir kadının siluetini gördü.
Kafasını kaldırdı ve yanına gelen genç kadına baktı. Ahmet o güne kadar, çalıştıkları bu köyde, öyle bir güzel kadın görmemişti. Karşısında gördüğü güzellik karşısında şaşırmış adeta basireti bağlanmıştı. İçinden Allah’ım diyordu böyle bir köyde, böyle bir güzel olur’ mu, diyerek yanına gelen bu güzel orta yaşlı kadınla oradan buradan konuşup kendisini ona tanıtırken onun güzelliği karşısında da yüreği titremeye başlamıştı.
Ahmet konuşurken gözlerini karşısındaki orta yaşlı kadının güzelliklerinde gezdiriyordu. Kendisinden yaşça büyük olan bu orta yaşlı kadın, yanık teni siyah iri gözleriyle sanki bir ilahe gibi karşısında duruyor Ahmet ile konuşuyordu.
Bu genç güzel köylü kadını daha sonra bulaşık yıkayan, Ahmet’ in elinden bulaşık olup da, yıkanması gereken kapları bardakları neler varsa elinden aldı. Onları bu iş kadın işidir erkek işi değildir diyerek kendi yıkamaya başladı. Bir taraftan’ da Ahmet ile konuşuyor ona kendi hayatını anlatıyordu.
Kadın Ahmet’e anlatırken kendisinin bir zamanlar evli olduğunu çok sevdiği biriyle başka bir köyden bu köyden olan eşine kaçarak evlendiğini ve başlangıçta çok mutlu bir evliliği olduğundan bahsediyordu.
Fakat daha sonra başlarına gelen bir olay yüzünden daha altı aylık evli iken köylük yerinde, dul kaldığından ve köyde tek başına yalnız yaşadığından bahsediyordu.
Köyde ise herkesin, kendisine kötü kadın gözüyle baktığını, bunun için de çok üzüldüğünden bahsediyor köylük yerinde dul kalmanın ne kadar çok zor olduğunu anlatıp duruyordu.
Anlattığına göre, kendisi uzak başka bir köydenmiş. Bir gün kaçarak evlendiği çok sevdiği eşi, kendilerinin yaylaya çıktıkları bir yaz gününde köylerinin yaylarına yün boyamaya ve çerçi malzemesi satmaya gelmiş.
Kadın başından geçenleri anlatırken adının da, Ahmet’e, Sultan olduğunu söylemeden edemez.
Ahmet’in hayran, hayran güzelliğini seyrettiği bu güzel köylü kadını Sultan, evlenmeden önce kendi köylerinde genç güzel bir kız iken, bir gün su doldurmak için yaylarındaki pınara gittiğini, tam su doldururken yanına doru atlı birinin geldiğini söyler. Bu yanına yaklaşan severek ve daha sonra kaçarak evlendiği ve adının da, Mehmet olduğunu söylediği bir hiç yüzünden kendisini de, dul ve yalnız bırakan eşi erkektir.
Anlattığına göre kaçarak evlendiği Mehmet, genç yakışıklı seyyar bir çerçidir.
Yaz gelince atına biner yayla yerlerini dolaşır yaylacılara incik boncuk satardır. Ve esas mesleği gereği’ de yine çeşitli yaylalarda yazı geçiren koyunlardan kırpılan yünleri sahiplerinin isteği üzerine çeşitli renklerde boyardır.
Yaylaya çıkan kadınlar ve kızlar da bu boyacıya boyattıkları yünleri ile erkekleri hayvan peşinde veya başka işlerin peşlerinde koşarlarken kendileri de, yaylada yazın kurdukları kıl çadırdan obalarının önünde halı kilim falan dokurlardır.
Dokudukları bu halılara dokudukları bu kilimlere dilden dile asırlardır dolaşa gelmiş olan çeşitli hikâyelerin ve çeşitli aşk masallarının temsili motiflerle desen, desen işlerlerdir.
Bu güzel köylü kızı da, yazı geçirmek ve iş yapmak için gittiği yaylada, bir gün meralarında bulunan pınardan su doldururken yanına gelen kendisinden su isteyen doru at üstündeki yakışıklı Mehmet’i görünce, ona âşık oluverir.
Sultan güzeldir amma pınarın başında su doldururken yanına gelen bu Mehmet’ de, yakışıklı bir erkektir. Bunlar birbirini çeşme başında birbirlerini görünce birbirlerine âşık olurlar.
Mehmet bir hafta kadar süren bir zaman içinde, Sultan kızın yaylasında kalır. Sıcak yaz aylarını Toros dağlarının başındaki yaylalarında geçiren, köylü ailelerin koyunlarından kırptıkları yünleri boyar onlara yanında getirdiği incik boncuktan satar ve karşılığında da ya para ya da yağ peynir alarak bunları daha sonra şehir yerlerinde başkalarına satar böylelikle para kazanırdır.
Mehmet bir hafta kaldığı aşık olduğu Sultan’ ın yaylasında hemen, hemen her gün, Sultan’ı görür ve onunla gizli, gizli buluşup konuşarak birbirlerine aşklarını ilan ederler süslü hayaller içinde evlenme düşleri kurarlar.
Fakat Sultan o köyün muhtarının kızıdır. Aynı zamanda bir evinin tek kızıdır.
Babasının göz bebeği gibi çok sevdiği, dizinin dibinden gözünün önünden ayırmaya kıyamadığı tek kızıdır.
Yaz geçer, soğuklar başlar muhtar kızı Sultan ailesi ile birlikte artık kışın kaldıkları köylerine dönerler.
Mehmet kendi evlerine dönünce, olayı kendi ailesine açar, ve ailesine sevdiği aşık olduğu kızdan bahsederdir.
Ailesi ile karar verip başka bir köyde yaşayan ve Mehmet’ in bir türlü unutamadığı yaylada iken kendisine âşık olduğu Sultan kızı annesinden babasından bir gün istemeye giderler.
Giderler ve güzel Sultan kızı annesinden babasından usulleri gereğince isterler.
Sultan kızın inatçı babası, çok sevdiği kızını bir türlü başka bir köye gelin olarak göndermeye yanaşmazdır.
Onun tek bir amacı vardır, evlenme çağına gelmiş çok sevdiği bu kızını, kendi köylerinden olan ve her an yakınında olabilecek hali vakti de, kendilerinden daha da yerinde olan, kendisine uygun bir gençle evlenmesini gerçekleştirebilmektir.
Kızını istemeye gelen gence vermemek için diretse’ de bu iki âşık bir gün gizlice buluşup köyden kaçmaya karar verirler.
Zaman gelir, âşık Mehmet bir gece doru atına biner, kızın bulunduğu köye varır ve bir gece kimsenin görmediği bir sırada Sultan kızı atın terkisine atarak, gece vakti köyünden kaçırarak bir müddet orada burada sağda solda dolaştırdıktan sonra, kendisine gelin kadın yapıp yaşadığı köyünde evinin hanımı yapardır.
Artık Mehmet ile kaçarak evlenen ve Ahmet’e hayatını başından geçenleri anlatan Sultan kız, sevdiği Mehmet ile evlidir ve mutludurlar. Onların tek bir amaçları kalmıştır o da, geride dargın bıraktıkları, Sultan kızın annesi babasıyla barışabilmek onların hayır rızasını alabilmek ve ellerini öpüp barışmaktır.
Aradan bir koca yıl geçmiştir. Bahar gelmiş yaşadıkları köyün çevresindeki çam sedir ormanlarında, orman idaresi tarafından Mehmet’in yaşadığı köylülere ağaç kesim işi yaptırılmaktadır.
Sultan ile yeni evli olan Mehmet, mesleği olmadığı halde biraz para kazanırım düşüncesiyle diğer arkadaşları gibi ormanda ağaç kesmeye karar verir. Hazırlığını yapan köyden diğer ekip arkadaşlarıyla beraber ormana gider ağaç keser.
Ağaçlar birer, birer kesilmeye başlar. Kesilme sırası asırlık bir ağacın kesilmesine gelmiştir.
Kesimi yapılacak olan bu asırlık ağaç dallarıyla budaklarıyla sanki üzerindeki gökyüzüne meydan okumaktadır.
İşte bu ağaç, güzeller güzeli köylü güzeli Sultan kızı, çok sevdiği Mehmet’inden ayırırdır. Ağaç kesilmesi sırasında altından kaçmaya fırsat bulamayan Mehmet’in üzerine düşer ve ağacın altında kalan Mehmet oracıkta ölür.
İşte Ahmet’e başından geçenleri anlatan bu köylü güzeli Sultan kadın, gençliğinin baharında iken, köyde tek başına kalır Tek başına kaldığı gibi kaçarak evlendiği için de kendi köylerine dönemez bu köyde yalnız başına yaşamaya devam ederdir.
Sultan kadın, yaşadığı köyde ölen Mehmet’e ve köye uğur getirmediğine inanıldığından, köydeki herkes tarafından horlanır ve zamanla köydeki çapkın gençlerin arkasında geçici hevesle koştuğu kişi olur çıkardır.
Yüksel Şanlı er
06 Ocak 2013
Antalya.
Kaderdir, ağını ören;
Zehirler akıtır, ince, ince insanın hayatına
Örümcektir,
Yılandır, dolanır dururdur, sokulurdur koynuna.
Dur dersin durmaz;
Vaz geçiremezsin onu ne yapsan,
Ne ayrılıklar, ne üzüntüler, ne belalar açardır başına.
Kaderim diyordu kadın
Kötüymüş ne gelirdi elimden diyordu,
Üzüntülü,
Bir o kadar da ağlamaklı.
Hayatını ince, ince Ahmet’e anlatırken Sultan kadın;
Kaderdir, önünden kaçamadığın;
Yazmıştır kara yazını, ince, ince senin alnına.
Silmeye çalışsan silinmez,
Kaçmaya çalışsan kaçılmaz ne dertler açar başına;
Bazen üzer bazen sevindirir
Hayaller düşler kurdurur,
Bazen gül serer bazen diken serer yoluna;
Ah çekiyor Mehmet’im diyordu kadın
Hala güzel gözleriyle dalgın, dalgın bakıp konuşurken;
Üzüntülü,
Ve güzel gözleri dalgın;
Çocuk yaştaki Ahmet’e kendinden bahsederken;
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.