Üç Korner Bi Penaltı
Siyah önlüklere takılan beyaz yakaların kenarları top oynarken rahatsız ederdi, önlükler sırtımızda olsa da yakalar çantaların içerisine atılırdı.
Yolun iki tarafına üç adım ara ile koyduğumuz taşlarla yaptığımız kaleleri ayaklarıyla küçülten uyanık kalecilere önlem olsun diye ara sıra adımla ölçer, küçülen kaleleri eski haline getirirdik.
Hakem olmazdı, taç ise top kaldırımın köşesinden dışarıya çıkınca, üç korner bir penaltı, inandırıcı çığlık atıldığı zaman faul olurdu.
Maçlarda forma yerine atlet, krampon yerine kesler giyilirdi.
Aldığımız galibiyetin ehemmiyeti yoktu fakat mağlubiyet günlerce alay konusu olurdu.
Babalarımız bile "bizim çocuklar sizinkileri darmadağın etmiş" muhabbetleri yapardı işyerlerinde.
Can alıcı olan ise akşam babamızın "yine yenilmişsiniz" sözünü duymak olurdu.
Galibiyet durumunda " Kaç gol attın?" sualine defansta oynadığımızı bahane ederek önemli olan takımın galibiyeti olduğunu vurgulardık.
Maçta en fazla golü atmış isek, önemli olanın "gol ve netice " olduğunu iddia eder, "ben olmasaydım yenilirdik" havalarına girerdik.
Akşam olmadan evde olmak için babalarımızın eve geleceği saate kadar maçı bitirir ter su eve giderdik.
"Baban gelsin, görsün halini" tehditleri galip gelmiş takımın oyuncuları için havada kalırdı.
Her mahallenin bir takımı vardı. Düzenli olmasa da antrenman yapılırdı. Antrenman demek kendi aramızda maç yapmak demekti. Mahalle takımlarına girmek için mahallenin “ağabeyleri” yle iyi geçinmek bakkaldan kibrit, çekirdek veya tek sigara almaya gönderdiklerinde mızmızlanmadan vazifeyi yerine getirmek gerekli idi.
Ben verilen her ödevi yerine getirir, dediklerini elimden geldiğince yapardım. Asi olduğum zamanlar da olurdu. Mesela mahallenin camgüzeli, her delikanlının asılması müstehab olan Zehra ablaya bir kez olsun mektup verdiğimi hatırlamıyorum.
Diğer çocuklar pembe kâğıtlara yazılı namelerden her gün bir iki tane taşırken bana çaşıtlığı asla teklif bile etmezlerdi mahallemizin İspanyol paça pantolonlu, uzun yağlı ve kıvrık saçlı, çürük dişli ağabeyleri.
Bu vazifeyi hakkıyla yapan bir tek Timur vardı. Günde bir iki sefer yapar yazılanları cam dibine taşır, camdan atılanları da sahibine iletirdi. Birkaç defa mektupları karıştırıp ağabeylerin kavga etmesine sebep olmasına rağmen Zehra ablanın camdan sarkıttığı göğüslerinin ortaya çıkardığı heyecan kavgaların kısa ve hasarsız atlatılmasına sebep olmuş, iki gün tül açılmayınca sağlanan mutabakat ile kavgalar önlenmişti.
Zira Zehra abla herkese yetecek kadar güzel, gösterişli ve cömertti.
Bazı hallerde ağabeyler kıskançlık krizlerine girip küs kalmayı deniyorsa da bu karakter atma seansları Zehra ablanın oralık olmaması neticesinde kurban edilip yeniden yalvaran bakışlarla gönderilen öpücüklere bırakıyordu yerini.
Yine de Zehra abla takım kurulmasına müdahale etmiyordu.
Zaten yeğeni Süleyman her maçta oynuyordu.
İlçenin kurtuluş günü Eskipazar mahallesinin efsane takımıyla maç yapmaya karar verdik. Hastane bahçesinde yapacağımız maça seyirciler de gelmişti. O gün izinli olan birkaç gece bekçisi, öğle tatilindeki hastane görevlilerinden oluşan on- on beş kişi bizi seyrediyordu.
Maç başlar başlamaz bir gol yemiştik. Kıran kırana mücadele ediyor, bir taraftan da “ya yenilirsek!” endişesi içerisinde bir birimize bakıp baş sallıyorduk.
Gönüllü kaleye geçen bir tek Yusuf vardı: bizi kırmaz ilk üç gol muhakkak kalede olurdu. Elinden geleni yapar, bizi hayrete düşüren kurtarışlar da yapardı günüde olursa. Bazen de erken kaleden çıkmak için yalandan gol yer ve sırıtırdı. Bu maçta kaleye geçmek için sadece “üç korner olursa penaltıyı ben atarım” şartını ileri sürünce hep birlikte kabul edip kaleye geçirmiştik Yusuf’u.
İki korner olmuştu, bir korner daha olursa penaltı kazanacaktık. Yusuf kalede ellerini açıp “Allah’ın ne olur bir korner daha olsun” diye dua ediyordu.
Yusuf’un babası birkaç yıl önce batan balıkçı teknesiyle Karadeniz’e gömülmüş, cesedi bulunamamıştı. Bir takım dedikodulara göre Rusya’ya iltica etmişlerdi. Bazıları ise “Dostu varmış, kaçmış gitmiş” diyordu. Yusuf’un annesi “yaşasın da ister Rusya’da, ister başka bir kadının kollarında yaşasın” dermiş.
O sırada rakip takımdan Osman sert bir şut çekti, kaleci Yusuf topu tek eliyle yumrukladı ve elini bacaklarının arasına sıkıştırıp “elim pişti yaa” diye bağırdı.
Top kalenin arkasından yuvarlanıp ana yola kadar gitti.
Asfalt yola fırlayan topun arkasında topa vurduğu elini sallayarak koştu Yusuf.
“Yarın senedi ödemezsen avukata vereceğim” demişti ya haklıydı. İzzet arabayı alırken “Nazif bey yemin olsun şart olsun senetler bir gün aksamayacak, sen hiç merak etme” sözü vermişti.
Kamyon kasası ağzına kadar tomruk doluydu. Atölyeye gidecek mal boşaltılacak muhasebeden para alınacak Nazif beye verilecek ve böylece bu ayki ödemeden de kurtulacak. Daha sekiz senet var. Aklı fikri senetlerde, ödeme günlerini aksatmamak için nerde iş varsa onu aramakta İzzet’in.
Saate bakar bakmaz gaza bastı, vitesi yükseltti.
Zamanında varamazsa muhasebe ödeme yapmazdı. O zaman işler tersine döner, bin bir güçlükle aldığı kamyon elinden alınır, biri sara hastası beş çocuk aç kalırdı.
“Yetişirim inşallah!” der demez yola fırlayan kırmızı topu fark etti. Başka zaman olsa patlamasın çocuklar üzülmesin diye asılırdı frenlere, fakat bu gün acelesi vardı.
Ayağını gazdan çekmedi,”patlasın bu defa” diye geçirdi içinden. Top arabanın sağ tarafından altına doğru yuvarlanırken peşinden koşan çocuk arka tekerleklerin altında kaldı. Araba küçük bir taşın üzerinden geçermiş gibi sarsıldı. Çığlıklar yükseldi yol kenarından.
Yusuf yola giden topun peşinden koşup maçın bir an önce başlaması için aceleyle yola fırladı. Karşıdan gelen kamyona aldırmadan sadece topa bakıyordu. Bir gol atıp beraberliği sağlamaları lazımdı. Aksi takdirde bir ay dalga geçerledi Eskipazarlılar.
Tam topu yakalayacaktı ki, koca bir kol kavrayıp yere sürükleri Yusuf’u. Bağırmasına fırsat tanımadan.
Top arabanın diğer tarafından yuvarlanıp asfaltın kenarına vurup durdu.
Kamyon lastiklerinin asfaltta çizdiği kan izleri uzayıp gidiyordu.
Yusuf’un cansız bedeni paramparça asfaltta serilmişti.
Evlerden koşup gelenlerle kalabalık kamyonun etrafında yığılmış, herkes kendi çocuğunu bulmaya, kamyonun altında ezilen vücudu saran kazağın kendi çocuklarınınki olup olmadığına bakıyor, bir yandan da çığlıklar yükseliyordu.
Frene basmıştı, geç kalmıştı ama basmıştı işte. Birden yola fırlayan çocuk kamyonun altına girmişti. “Zaten kaç ton yüküm var, ne kadar hız yapabilirim ki? Diyordu kendi kendine.
Yusuf’un bazı organlarını naylon bir poşete koydular. Kamyoncu İzzet’i polis götürdü. Kara gözlüklü adamlar bir sandalyenin üzerinde daktilo ile bir şeyler yazıp imzaladılar.
Maç bitti.
Zehra abla “Kim o ezilen çocuk?” diye sordu. Ağabeyler atlayıp gittiler ona olayı anlattılar.
Zehra abla üzüldü.
Mahallenin ağabeyleri o üzülünce çok üzüldü.
Yusuf’un annesi asfalttaki kan izlerine yüzünü sürüp ağlıyordu. Sesi kısılmıştı. Beni görünce elini uzatıp sarılmak istedi, elleri kanlı idi, kaçtım.
Yusuf’u dedesinin yanına gömdüler.
Babasının cesedi, bulunursa onu da yanına gömeceklermiş.
İzzet’in kamyonunu geri almışlar. İzzet borca batmış dediler.
Çocuk da hasta, o da perişan oldu dediler.
Biz de bir sıfır yenildik yarım kalan maçta.
Yıllar oldu o maçı oynayamadık, tamamlayamadık.
Yusuf da yok.
YORUMLAR
Sevgili Kardeşim.
Bizim mahallede hiç bir zaman kaleci sıkıntısı çekilmedi. Çünkü ayağım sakat olduğu için mahalle takımının değişmez kalecisi bendim. Günümde olursam Çanakkale gibi geçilmez olurdum..Günümde değilsem gelene geç derdim.
Bizim mahallede de iki abla vardı: Biri Ermeni kızı Seta, diğeri de Darbukatör Selaminin kızı Semiha...Her ikisine de az mektup taşımadım. Karşılık olarak verilen 25 kuruşlar ise Teksas- Tommikse yatırılırdı hep. Gerçi benim favorim Kinovaydı ama olsun Teksas, Tommiks, zagor da kaçmazdı hani...
Çok şükür bizim Yusuflarımız olmadı..Ben yaşamadım böyle bir olay.
Zaman su gibi akıp geçti..Eskiden top deyince aklımıza sokak aralarında, boş arsalarda taptığımız maçlar gelirdi..Şimdi top deyince akla gelen şeye bak Allah'ını seversen.
Yine güzel bir yazıydı ve yine aldı götürdü taa nerelere.
Bu sefer hüzün vardı..Ama senin kalemine hüzün de yakışmış.
Selam ve sevgilerimle. Allah'a emanet ol.
erolabi
Sahi abi Kinova o boynuzlu olan mıydı?
Film de yapıldı ona ..
ben Kaptan Swingi çok severdim. Yaşıyosa Allah selamet versin öldüyse rahmet versin. O beni tanımaz..belki gamli Baykuşun halasının oğlu derlerse çıkarır.
Suzy...Ah Suzy o Tom Mikis vurulsaydı da bana kalsaydın.
Zagor Ten-Ay ormanın baltalı kasabı..
Hey gidi günler..
Selam ve saygı ile...
erolabi
Kaç arkadaşımız araba tekerlerinin altında can verdi.
Selam ve saygı ile.
eskileri yaşatıyorsunuz..
ve..
hüzünleniyoruz..
sizi okumayı seviyorum..
yüreğinize sağlık..
kaleminiz hiç susmasın..
selamlar..
erolabi
biz de sizi okumaktan büyük zevk alıyoruz.
Selam ve saygı ile.
Şöyle ah o eski mahalle arasındaki güzellikler derken birden acıya yuvarlandım.
Ne yaptın erolabi.
.
erolabi
Yusuf eldi...
maç yarım kaldiiii
annesi ağladiii
ben ne yapayimmm???
Hani çocukluğum oldum yazının başında, ayağıma aldım topu orta sahayı geçtim, çalımladığım iki rakiple, sonra kaleciyle karşı karşıya kaldım, kaleci kalenin soluna yakın vursam sağ köşeye ayağımın içiyle mutlak gol. Ama vurmadım, kaldım öylece, top da kursağımda... çünkü Yusuf al rengi formayı giymişti şimdi üzerine.
Erollabi bize farklı duygular yaşatan bu güzel yazı için teşekkürler.
erolabi
Maça başlamadan bize "Mismillah deyin ki melaikler yardım etsin " derdi.
Her sene eksilirdi arkadaşlarımız.
Yüzlerce golümüz kayıtlıdır çocuk hafızalarımızda...
Dizlerimizde yara kabukları eksik olmazdı.
Selam ve muhabbetle...
bir yerlere aldı götürdü yazı
önce çocukluğum geldi aklıma
kız oluşuma aldırmadan nasıl da futbol oynardım oğlan çocuklarıyla
üstelik evde bir ton azar beni beklerken
sonra
şahit olduğum çocuk ezilmeleri
giden canlar
sonra hala giden canlar geldi aklıma
nerden nereye demeden
velhasılı yaşamdan bir kesitti
saygıyla
erolabi
Her yıl bir kaç arkadaşımızı kaybederdik.
Yusuf okullar açıldıktan bir ay sonra kazaya kurban gitti.
Kızlarla "yakar top" veya " voleybol" oynardık.
Futbol oynayan yoktu bizim mahallede.
Bir de "istop".
Havaya top atıp sism çağrılırdı.
Selam ve saygı ile.